ORTA DOĞUYA NE ZAMAN BAHAR GELECEK?

 arabien[Yazık oldu Orta Doğuya, yazıklar olsun Avrupalıya! …ki; uymayan kaftanı, uymayan bedene giydirmeyi zorlayarak kol kanat kesmeyi medeniyet getirmek sandılar!]

Bilinen bir gerçek varsa oda şudur ki; Arap Baharına destek veren Avrupalılar kendi tarihlerini unutmuş olmalıdır.

Bir başka acı gerçek ise; Orta Doğu halkları despot rejimlerin idaresinden kurtulmak istediği için, ayaklanmış olsa da, henüz hayal ettikleri demokratik gelişmişlik yeterli olmadığı için istedikleri devrimleri gerçekleştirmekten çok uzaktadırlar. Yıktıkları yönetimleri paylaşmak sevdasına düşen bu adı geçen Arap ülkeleri, iç çatışmalara düşerek bölgeyi kana bulamış olmaları bunun en bariz delilidir.

Avrupanın gelişiminde yapılan devrimlerden biliyoruz ki; yapılan her devrimin arkasından ülkelerde yaşanılan kaosun bedeli hiçte az olmamıştır. Bu durum gerek Fransa devrimi olsun gerekse Almanya, Rusya devrimi olsun, arkasından mutlaka bir kaos yaşanmıştır ve binlerce, belki de milyonlarca insanın hayatına mal olmuştur. Bunu çok iyi bilen Avrupalılar, kendi tecrübelerini sil baştan yaparak Orta Doğunun „doğal yapısını“ değiştirmek yolunu seçmesi, tarihin affetmeyeceği bir hatadır.

Orta Doğuya baktığımızda görüyoruz ki; dış kaynaklı olsa da yapılan yıkımların arkasından bitmeyen iç kavgalar ile tahribat devam etmektedir. Bu durumu Afganistan, Irak ve arkasından Tunus’da başlayan „Arap Baharı“ ile tüm Orta Doğuyu ateşe veren, son durağı Suriye olan ayaklanmanın bıraktığı yıkımlar içler acısı olmuştur. Baştan beri aklı selim olan insanların sürekli olarak söylediğini burada tekrar edecek olursak: „Suriye düşerse, sıra Türkiye’ye gelir“ sözünün ne kadar doğru olduğuna bir daha şahit oluyoruz.

Ülkemize yapılan terör saldırılarının sebepleri çok iyi analiz edilirse, bunda bizim de payımız olduğu ortaya çıkar. İnanç üzerinden bağ kurduğumuz insanları ülkemize aldık. Mülteci politikamızda eksiklik olduğunu kabul etmedik. Hudutlarımızı yeteri kadar sıkı kontrol altına almadık.

Bundan daha kötüsü ise; en azından Avrupalılar kadar, bizde dış politikada yanlış adımlar atarak başka devletlerin iç işlerine karışmayı bir „büyük ağabeylik“ gibi algılayarak, o devrin çoktan tarihe karıştığının farkında olamadık. Sanırım ki; en büyük hatayı da burada yaptık.

Başlıkta sorduğumuz sorunun cevabına gelince.

Bölgemiz olan Orta Doğu, tarihinin en zor çağını yaşıyor. Eski çağlarda yapılan savaşlarda kılıç vardı, günümüzde ise gelişmiş savaş teknolojisi ile yapılan tahribat, öldürülen insan, göçe zorlanan insanların dramı hiç bir zaman bu kadar büyük ve acımasız olmamıştı.

Günümüzdeki Orta Doğu, Romalıların Yahudileri dağıtmasına ölçek olacaktan da daha çok ileri gitmiş olan bir tahribatın ölçüsü olmuştur. Orta Doğuda en azından günümüzde yaşayan kuşak değişmeden Baharı beklemek hayalden başka bir şey değildir. Bu ise en azından 50-100 yıl demektir.

Yazık oldu Orta Doğuya, yazıklar olsun Avrupalıya! …ki; uymayan kaftanı, uymayan bedene giydirmeyi zorlayarak kol kanat kesmeyi medeniyet getirmek sandılar!

Mehmet Nuri Sunguroğlu

14.01.2016

 

YILIMIZ TAZELENDİ; YA İNSANLIK, ONUN DURUMU NASIL?

>>Bir şey daha ekleyeyim de yazıyı bağlayalım.

2015 yılında Osmanlının arkada bıraktığı ağır bir miras olan Ermeni sorunu; 2015 yılının en sıkıntılı günleri olacağını şimdiden söylemek kehanet olmasa gerek.<<
Yeni yıla girerken geleceğimiz için umutlarımızı tazeledik. Dilekler tuttuk, dostlarımıza başarılar diledik, daha neler istemedik ki…
Bazıları sokaklarda havai fişekler atarak yeni yılı kutlarken, bir başkaları komşu akraba ziyaretlerine gitti, bir ötekiler evde kalmayı tercih ettiler.
Farklı ortamlarda olsalar bile hepsinin ortak bir dileği olmuştur. Bu hangi dilektir bilmesi kolay olmasa bile, tahmin edilebilinir diye düşünüyorum. Ben kendimce her gün biraz daha kaybettiğimiz değerlerimizin bunların arasında olduğunu tahminlerim arasında görüyorum.
Gelişen iletişim teknolojisi dünyayı küçültmeye devam ederken, insanlar reel dünyadan uzaklaşmayı tercih eder hale gelmişler. Sosyal paylaşım sitelerinde sanal bir dünya oluşturarak bu dünyadan her gün biraz daha kopmaya devam ediyorlar.
Bir çokları kişiliklerini de saklayarak  sanal bir isimle dolaşmayı; anonim kalmayı tercih edenler arasında. Bir ötekiler, psikopat beynini ve ruhunu kontrol edemez halde; doktora gidecek yerde, sosyal paylaşım sitelerinde sorunlarına çözüm arıyorlar. Özellikle erkeklerin kadınları rahatsız etmesi bunların başında geliyor.
Havaya ve suya ihtiyacımızın olduğu kadar informatik haberlere de ihtiyacımız olduğu bilinen bir gerçektir. Ne var ki… insan bazen haber dinlemekten de korkuyor. Korkuyor, çünkü haberlerin iyisini sanki bizden “saklıyorlarmış” gibi geliyor insana. Bir başlıyor haberler; tabii bizde haberler bağırarak okunur(!) … insanın üzülmemesi imkansız.
Nerede ve kimler… kaç kişi ölmüştür?  Trafikte kaç kişinin ölümüne sebep olunmuştur? Gizli kameralar yine kimleri gözetlemiş, kimlerin telefonları hukuk dışı dinlenmiş, teröristler  Orta Doğu’da ne kadar İnsan öldürmüş;  ve daha bir çok haber „zenginliği“ evlerimize kadar her gün taşınmakta. Hele bir de magazin haberleri var ki; sanki olmazsa olmaz gibi bizlere sunulmaktadır…(!)
Dış haberlere gelince; onlar daha da düşündürücü.
Sowyetler birliğinin dağılmasıyla bozulan askeri denge dünya politikasına nasıl da damgasını vurduğuna 1990 lı Yıllardan beri hepimiz şahidiz. Sayısını bilemediğimiz insanların hayatını kayıp ettiği Afganistan ve Irak savaşları günümüzde yaşadığımız aktif savaşlar arasında belleğimizde kalacaktır.
Tunus, Mısır, Libya ve Suriye’de ki dışarıdan destekli iç ayaklanmaların aldığı ölü sayısı tahminlerin ötesine gidemeyecektir. Bu tespiti ne yazık ki boşalan silah depolarındaki listelerden elde etmek mümkün olmadığı gibi, onların yerine daha „modern“ daha öldürücü üretilen; kapital sermayenin cebini doldurucu olarak satışa arz edilen silahların sayısından da anlayabilmek mümkün olmayacaktır !
Birde İŞİD olayı var ki, hiç sorma gitsin. Müslüman olduklarını iddia ederek ne kadar Müslüman varsa hepsinin başlarını kesseler kana doymayacak kadar canavar bir ruh haliyle, Orta Doğu’da kan akıtıyorlar.  İslam dünyası da buna karşı tek ve en güçlü savunmayı; yıl başı kutlamalarının „gavur bayramı“ olduğunu iddia ederek halkı „gavur olmaktan“ korumaya uğraşıyorlar.
Ya Afrika…? Somali gibi kaç tane daha aç ülke var Afrika’da? Her gün binlerce çocuk açlıktan ölüyor . Silah fabrikaları bir gün üretimi durdursa dünyada açlıktan ölen çocuk kalmazdı.
Ya ülkemiz?
Yıllardan beri yaşadığımız terör olayları? Dışarıdan ve içeriden destekli PKK….ve süreç?
Ya ekonomi ? Başta kredi kartları olmak üzere vatandaşı yeteri kadar aydınlatmadan sunulan servisler görünürde kalkınma gibi olsa da; aslında bir makyajdan öteye değildir. Çünkü; üretim bizim değil, biz sadece tüketici olarak seçilmiş bir toplum olmuşuz.
Sorular bitmiyor ki; Pandoranın kutusu gibi açılınca arkası gelmiyor; insan bir an „insanlığın tedavülden“ çıktığını düşünüyor.
Medyamız ise kendi başına bir çelişki içerisinde. Eğitici programları mercek ile arar hale geldik. Bizleri…özellikle genç dimağları nasıl da etkilediklerini görmek insanın gelecekteki umutlarını karamsarlığa döndürüyor.
Ya seyircimiz; onlar ne yapıyor? Hiiiç…sofrada ne varsa yenilir misali sunulanı seyrediyor. Biraz kaba olacak ama… bazıları “tekrar” olarak verilenin üzerine yazılan “Özet” kelimesinin yanlış yerde kullanıldığının farkında bile değiller; üzücü ama…maalesef gerçek. Dünyanın hiç bir ülkesinde kendi diline bu kadar acımasız davranan başka bir millet düşünemezsiniz.
Ya geleneklerimiz…bizleri bağlayan, sosyal düzenimizi oluşturan „yazılmamış“ kanunlara ne oldu?
Hepsi birer birer, yine yazılmayan kanunlarla tedavülden kaldırılıyor. Yerlerine konulan yazılmış kanunlar ise hangi ölçüye dayanılarak biçilmiş olduklarını da anlamakta zorluk çekiyoruz. Bir çoklarını AB hevesimizden ötürü yürürlüğe koyarken sormayı unutuyoruz; „bu kanun bizim aile yapımıza uygun mudur“ diye ?
Eskilerde Otobüste trende, bir büyüğümüze yerimizi vermeyi bir onur olarak addeder dik; ya şimdi? …bırakın yer vermeyi, ayaklarını dahi toparlamak ihtiyacını hissetmeyen bir gençlik yetiştiriyoruz. Bir an düşündüğümüzde; insanlığın kendi kendini nasıl da bitirdiğini düşünmekten kendimizi alamıyoruz.
Bu bozulan sosyal düzenin çeşitli sebeplerinin başında şükür etmesini unuttuğumuz, batının unuttuğuna biz yeni olarak özendiğimiz, hatta bazı konularda kraldan daha kralcı olmamız geliyor.
Bütün bunları ve daha bir çok şeyleri anlamakta zorluk çekiyoruz.
Çekiyoruz… çünkü biliyoruz ki; tazelenmiş yeni Yıl da eskisinin devamı olacaktır. Yine cellatlar olduğu kadar kurbanlar da olacak ve insanlığın bunu engellemesi şöyle dursun; aksine, yangına ateşle koşar gibi davranacaktır ve masalarda ki haritalar üzerinde hesaplar yapılacaktır; nerede ve ne kadar petrol, ham madde vardır diye.
Bazen şükrediyorum ki…bizim ülkemizde göze çarpacak petrol kuyularımız yok diye.
Ve bunların yanında doğa felaketleri, mevsimlerin alışılagelmişin dışında oluşmaları; bunda da insanlığın payı az değil. Çevreye püskürttüğümüz kirletici maddeleri sadece gözümüzden uzaklaştırıyoruz, atmosferi bozarak geriye dönmelerinin hesabını yapmaktan aciziz.
Sanayimizde sanki kontrolsüzmüş gibi bir durum var; derelerimizde kirlilikten balık görmeye hasret kaldık. Oturum alanlarında arıtma tesislerinin sayısı yeterli olmadığı için ülkemizde haklı olarak bir “Fosseptik” çukuru kanunu vardır; gel gör ki uygulanmasında zorluk görülür. Kontrolsüz lağımlar derelerimize akar, akar gider…! Neyse ki… doğa felaketlerine katlanmanın en azından bir tesellisi var. Yukarıdan geldi ne yapalım diyoruz. Ya insanların insanlara yaptıklarına nasıl bir sebep bulabileceğiz. Ne koyalım bu insanlık dışı yapılanların adını?
Ya sevmek, sevebilmek, sevilebilmek?
Nezaket kurallarımızı, karşımızdakine davranmamızı unutanlar hiçte az değil.
Sevinebilmeyi unutmuşuz; sanki doymuşuz her şeye. Midemizin doyumu, giydiğimiz kıyafet, aldığımız oyuncakların doyumu esas açlığımızı gideremediğini bilmiyoruz.
Esas ihtiyacımız olan eğitimi dilden bırakmayız; teknik öğrenimlerimizi eğitim olarak kabulleniriz. Öğrenimin bir teknik bilgi edinmek olduğu gözümüzden kaçtığı için, onu “eğitim ve aile” terbiyesi ile karıştırırız…maalesef !
Eskilerimiz hatırlarlar; yolda giderken tanımadıklarımıza da selam verirdik. Şimdi selam verirken yanımızda şahit arıyoruz; olur ya adam „küfretme“ diye çıkışa-bilir korkusu var içimizde. Çünkü yazılı kanunlarda selam vermek mecburiyeti yoktur!
Sokakta yolun ortasından yürüyeni korna çalarak ikaz etmekten korkar hale geldik; adamın nasıl reaksiyon göstereceğinden korkuyoruz…ya „küfrederse“… o zaman ne olacak sorusu beynimizi kurcalamaktadır.
Her gün açık verdiğimiz harcamalara nasıl cevap bulabiliriz? 5 kuruş kazanıp 10 kuruş harcamakla nereye gittiğimizin hesabını nasıl vereceğiz?
Binlerce şükür olsun yüce Tanrı’ya, ülkemizde iyi şeylerde oluyor.  Oluyor da, kötü yapılanların ağırlığı fazla geldiği için iyileri düşünmeye zamanımız kalmıyor.
Allah’tan neyi ne zaman ve nasıl isteyeceğimizi bir öğrenebilsek belki yardımcımız olurdu.
Sorumsuz medyanın sayesinde; Noel babadan neyin nasıl isteneceğini çocuklarımız nasıl olsa “bedava“ öğreniyorlar
Başka ne kaldı ?
Bir şey daha ekleyeyim de yazıyı bağlayalım.
2015 yılında Osmanlının arkada bıraktığı ağır bir miras olan Ermeni sorunu; 2015 yılının en sıkıntılı günleri olacağını şimdiden söylemek kehanet olmasa gerek.
Umutlar bizlere en son veda edenlerdir !…diyerek yazıyı kapatalım.
Yeni yılınız kutlu olsun, sevgiyle kalın!
Mehmet Nuri Sunguroğlu
02 Ocak 2015

 

NİYETİMDE DUA YAPACAKTIM AMA, OLMADI

Günaydın değerli insanlar, hayırlı bir bayram sabahı sizlerle olsun! Yüreğinizden sevgi eksik olmasın!
Sabah namazının arkasından bayram sevinciyle diz çöküp dua yapacaktım ama, ne yazık ki olmadı; sonunda istemediğim bir dua oldu.

Karanlık bir zihniyetin esaretinden kurtulamayan Orta Doğu halkları; bayram sevincini kursağımızda bırakıyor.

Cennete gitmek için dünyayı cehenneme çeviren, bayramları tüm İslam alemine zehir zemberek edenlerin yaşadığı dünyamızda bir çok acı olayların da şahidi oluyoruz.
Savaşlar acımasızca devam ediyor. İslam dünyası iç içe girmiş vaziyette. Kavgalarını sürdürmeyi, birbirlerini yerce-sine kıyım yapmayı duadan sayıyorlar. Hemde din ve Allah adına yapıyorlar bu zulmü. Birbirlerini boğazlarken indirdikleri kılıcı „Allahuekber“ diyerek indiriyorlar. Öldürdükleri İnsanların ciğerini söküp yerken gülerek dans ediyorlar. Ölüler ile dalga geçercesine, cesetlerine yemek yediriyorlar. Birde; utanmadan bunları kayıtlara alarak tüm dünyaya yayımlıyorlar.
İşte böyle bir dünyaya bakarken, diz çöküp dilek tutmaktan başka elimizden bir şey gelmiyor.
İnsanlığın doğduğu, yayıldığı yer olan Orta Doğu, dünyanın en eski kültür ve medeniyetlerini bağrından çıkarmış olması… Günümüzde ise insanlığı, dini imanı yok sayacak nesillerin yetiştiği bir bölge olması da ayrı bir acı veriyor.

Cennette en baş tarafta yerlerini almak için dünyada ilk baştan kılıcıyla konuşan bir zihniyet doğdu Orta Doğu’da.
Cennetin huri kızlarına sahip olmak için bu dünyada ki kızları, kadınları pazarlayarak orta çağı da geride bırakmış bir yeni „cennet yolcuları“ kervanı oluştu Orta Doğu’da.
Yüce İslam dinine karşı en büyük rezilliği sergileyerek aklın durduğu hafızanın alamayacağı gaddarlığı sergileyen bir canavarlar ordusu oluşuyor Orta Doğu’da.
Her türlü sevgiden, saygıdan, merhametten uzak, acımasız ruhların doğduğu, eğitildiği, insanlığın üzerine salıverilmiş alçak ruhlarıyla tüm insanlığı, yok etseler de doymayacak olan bir toplum yetişiyor Orta Doğuda.
Bitmez… Yazmakla bitmez!
Acıların eşliğinde şimdi kalkıyor ve caminin yolunu tutuyorum. Allah biliyor ya… Artık yapılan dualara da „şüphe“ ile bakıyorum. Belli ki bizlerden önce birileri, bizim dualarımız kabul olmasın diye dualar yapmış olmalı… Bunun başka ifadesi kalmadı gibi görülüyor.

Ey ruhu doymamış insan! Gırtlaklarınızdan altın aksın o doymayan midenize, cehennem ateşi olsun da rahat edin! Rahat edin de belki insanlık kurtulur sizlerden.
İçimdeki buruk acı ile bayram namazına giderken, cennet için dünyayı cehenneme çevirmeyin diyorum!
Allah sizleri ıslah etsin!
Islah olmazsanız kahretsin diyorum!

Amin!

Mehmet Nuri Sunguroğlu
04 Ekim 2014 Cumartesi 2014 kurban bayramı.

13 . YILINDA 11 EYLÜL: ARTIK HİÇ BİR ŞEY ESKİSİ GİBİ DEĞİL VE OLMAYACAK

11eylül>> Büyük Orta Doğu projesi uygulamaya konuldu. Bazı eş başkanlık makamları dağıtıldı. Eş başkanlar göğüslerini gererek „askerde onbaşı olanlar“ gibi şahlanarak bu unvanla toplumun önüne çıktılar. Ve acemi birliğinde yemin merasiminden sonra komutanı alkışlayanlar gibi de alkış topladılar.<<

„Evet…11 Eylül 2001 bir milattır. Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak!“

Amerika Birleşik devletleri 11 Eylül 2001 sabahı kendinin bile farkında olmadığı yeni bir geleceğe uyandı. Artık ne ABD. nede dünya, hiç bir zaman eskisi gibi olmayacaktı.

Birinci Körfez savaşında Suudi Arabistan’a yerleşen Amerikan askerleri, El Kaide örgütünün başı olan Bin Ladin tarafından kabul edilemez olarak görülüyordu.

Afganistan’da Sowyetler istilasına karşı Amerika tarafından destek verilerek kurulan El Kaide örgütü, şimdi de Amerikan askerlerinin Suudi Arabistan’dan çekilmelerini ısrarla istiyordu. Olayların detayı çok geniş ve çok da farklı olarak 13 Yıldan beri tartışılmaktadır. Tartışılması gereksiz olan bir şey varsa, o da; artık hiç bir şeyin 11 Eylül 2001 öncesi gibi olmayacağıdır. New York Dünya Ticaret merkezine yapılan saldırı, dünyadaki tüm dengeleri, yaşam ve düşünce düzenini bozacaktı.

Önce; El Kaide’nin eğitim alanları olan Afganistan saldırıya uğradı…detayları herkesçe malum. Sonra Irak’a yapılan birinci Körfez savaşının yarım kalan bölümü oğul Bush tarafından tamamlandı…detayları malum.

Karşı taraf da durmuyordu. Madrid’de Tren havaya uçuruldu. Londra’da, İstanbul’da ve daha bir çok yerlerde saldırılar düzenlendi.

Günlük yaşamda her şey kontrol altına alındı. Hava alanlarında yoklamalar hayal edilemeyecek kadar zorlaştırıldı.

Hüviyetler değiştirildi.

Artık herkes; özellikle İslam dünyasının vatandaşları tüm dünyada şüpheli bir duruma geldi. Artık o gülen, dans eden toplumlar gülüp oynamaktan çekinmeye başladılar.

Dünya ekonomisi değişti. Büyük Orta Doğu projesi uygulamaya konuldu. Bazı eş başkanlık makamları dağıtıldı. Eş başkanlar göğüslerini gererek „askerde onbaşı olanlar“ gibi şahlanarak bu unvanla toplumun önüne çıktılar. Ve acemi birliğinde yemin merasiminden sonra komutanı alkışlayanlar gibi de alkış topladılr.

BOP projesinin ön gördüğü gibi Arap dünyası yeniden dizayn edilmeliydi. Ancak; Afganistan ve Irak’ta olduğu gibi dışarıdan asker göndererek değil; çünkü bu hem pahalıydı, hemde insanı yatırım gerekliydi. İslam dünyası kendi kendini sözde demokrasi ve özgürlükler adına karıştırılmalıydı. Ne yazık ki; cehaletin esaretinden kurtulamayan Orta Doğu insanı bu tuzağa düşerek batının bu oyununu göremedi ve kendi içlerinde çıkardıkları isyanlarla kan dökmeyi uygun buldular.

Ne yazık ki bu proje günümüze kadar başarıyla uygulanmaktadır ve sonu belli olmayan; ama her haliyle Batının istediği gibi sonlanacağını söylemek kehanet olmasa gerek.

Ve daha buraya sığmayacak kadar toplum değişikliğine uğradığımız dünyada, herkes korkuyla yatıp kalkarken: Adına “ARAP BAHARI” dedikleri sözde demokratikleşme isyanları başladı. Demokrasiyi getirmek isteyenler ise…paradoks olarak; diktatörlerle, Sultanlarla beraber çalışmayı utanç olarak algılamadılar.

Arap baharına direnen Suriye başkanı Beşar Esad bir zamanlar dostumuz iken, birden düşmanımız oldu. Beşar Esad’ın direnmesi; IŞID denen terör örgütünün ortaya çıkmasının zeminini hazırladı. Batının bu örgüte karşı yarı istekle karşı çıktığını izlemek ise, üstteki düşüncelerimi daha da onaylamakta olduğunu esefle takıp ediyorum.

Beşar Esad bir diktatördür değildir, bu ayrı bir tartışmadır. Saddam Hüseyin’de bir diktatördü ama ülkesinin bütünlüğünün garantörü idi. Günümüzde Irak parçalanmış ve tüm enerji kaynakları uğruna savaşlar devam etmektedir. Tekrar Suriye’ye dönersek;

Suriye düştüğü an, sırada Türkiye vardır. En azından bunu görmek zorundayız.

Biz yine 11 Eylül olayına dönelim.

New York ticaret merkezine yapılan saldırı bir trajik kriminal olaydı. Kabul edilemez bir saldırıydı. Binlerce suçsuz İnsanın ölümüne sebep olmuş bir terör saldırısıydı ve öyle muamele görmeliydi.

Ne var ki; zamanın ABD. başkanı oğul Bush ve çalışma takımı için bu durum öyle görülmedi ve İslam dünyasına savaşlar başlatıldı. Aranan sebep bulunmuştu, değerlendirilmeliydi.

Çünkü: Sowyetler birliğinin dağılması, dünya dengelerinin de bozulması demek ti. Yeni bir “düşman bulunmalıydı”. Bu da; ne yazık ki İslam dünyasının yardımlarıyla gerçek oldu.

Yani…dünya lideri ABD Bush başkanlığında. düşman bulmakta hiçte zorluk çekmedi. Ezeli planlar devreye girerek Orta Doğu ve Orta Asya ABD hegemonyasının altına alınmalıydı. Bu proje tüm kan akımıyla devam etmektedir.

Evet…11 Eylül 2001 bir milattır. Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak!

Sevgiyle kalın.

Mehmet Nuri Sunguroğlu

11.09.2014

REYHANLI FACİASININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

m1990-1Reyhanlı faciasında bir kere daha gördük ki, terörün ne dini vardır nede imanı. Acımasız ve bir o kadar insanlığa intikam kini oluşan İnsanlar tarafından canice hazırlanmış ve işlenmiş olan bu toplu cinayet, dünya siyasetinin yüz karasıdır. Aslında bunların İnsan cinsinden oldukları da şüphelidir ama…İnsanlar gibi iki ayak üzerine yürüyorlar olmaları şaşırtmaktadır.

Reyhanlı katliamını şu ana kadar henüz kimse üstlenmedi.  Türkiye hükumeti ise  Suriye istihbarat teşkilatını sorumlu gördüğünü açıkladı.

Buna karşı cevap veren Suriye ise, olaylarla bir ilgisi olmadığını basına açıkladı ve başkan Esad „araştırmayı beraber yapalım“ diye de teklif getirdi. En azından basında çıkan haberler böyle. Bu işin teknik tarafı.

Meseleye siyasi olarak baktığımızda; Reyhanlı katliamı kesinlikle bilinçli ve aynı zamanda, planlı olarak yapılmıştır. Bu plan kim tarafından projeye döndürülmüştür, onu bir tarafa bırakalım.

Siyasi olarak baktığımızda; sn. Başbakanın ABD. Ziyareti öncesi Orta Doğu için, özellikle Suriye için verilecek kararlarda, Suriye’ye yapılması düşünülen müdahalenin bir an önce gerçekleşmesinin kararına yardımcı olması için uygulanmıştır bu katliamlar. Bu bir gerçektir. Bu düşüncemde yalnız olmadığımı batı basınında çıkan haberlerde de görmekteyim. Ben onlar kadar ileri gitmesem de; aynı düşüncenin özünde eşlik olduğunu gözlüyorum.

Mahkeme kararı ile toplumun bilgi edinmesini de önleyen siyaset, bu konuda kendisine bir iyilik yapmamıştır ve şüphelere ve şüpheli görenlere fırsat yaratmıştır.

Çünkü; Reyhanlı faciasında dünyada görülmemiş sansür sistemi uygulanmıştır. Görmek, yazmak, duymak hiç bir zaman suç delillerinin tespitini engellemez olduğu unutulmuştur. “Zaten engellenmeye gönüllü olan” basın da meselenin üzerine gitmemiştir.

Peki medya bu imtihanında nasıl bir görev üstlenmiştir? Cevap hazır! Hiç bir şey yapmadan, görevini yerine getirmiştir; yani susmuştur. Kamunun gözü ve kulağı olması gereken medya asıl görevi olan 5. güç olmakta çitayı göğüslemekte sınıfta kalmıştır.

Bu suskunluğuyla da yetinmeyen medya; ölülerimize karşı saygıyı dahi „unutarak“, hiç bir program değişikliğini düşünmeden her zaman ki gibi “vur patlasın çal oynasın” hesabı, yayınlarına devam etmişlerdir.

El alem bu gibi durumlarda bir ölüsü için yas günleri ilan ederken, bizde bu korkunç ve canice işlenmiş katliamdan sonra 50 civarında kaybettiğimiz ve 100 üzerinde yaralı olan vatandaşlarımız için doğal olarak yas günü/günleri beklenirdi. Bunu unutan siyasetin yanında, basından da bir uyarı gelmediği çok üzücü olmuştur. Bu konuda hiç bir düşünce dahi akla gelmeyen ülkemizde, yine her zamanki gibi futbol ve reklam sevdası üstün gelmiştir.

İnsanın bu kadar değersiz olduğunu… her gün “kafir” diye sıfatlandırdığımız, ama öteki taraftan arkasında koştuğumuz  batı dünyasında göremezsiniz. Dünya literatüründe, ölü İnsana ceset yerine “kadavra” diyen tek millet biziz. Ölüsüne bu kadar sahip çıkmayan bir toplum olmayı hiç bir zaman hayal edemezdim.

Saygılarımla

Mehmet Sungur

16.05.2013

AHTAPOTUN KOLLARI VE ORTA DOĞU

ortadogu halklari

Böyle bir savaş coğrafyasının içine girmek, gelecekteki yıllarımızı da ipotek altına alacağını görmemek, hiç bir devlet yönetim düşüncesiyle bağdaşamaz. Üstelik: Türkiye cumhuriyetinin; bölgenin egemen bir devleti olarak buna ihtiyacı da olmamalıdır.

Kısacası: Aklın mantığa yenildiği, mantığın saf dışı bırakıldığı, cehaletin esaretinden kurtulamayan halkların yaşadığı bölgedir Orta doğu.

Değerli okurlarım!

Uzak doğuda savaş yapmak “kolaydır”. Gidersin, savaşırsın, ölürsün, öldürürsün, sonra döner gelir, meseleyi tarihe bırakırsın.

Ya savaş yakınlarında ise, komşularla ise, o zaman savaşın boyutu, yapısı ve amacı değişir.

Üstüne üstlük; birde savaş Orta doğuda ise…işte o zaman savaş ahtapotun kollarına benzer; sardıkça sarar tüm bedenini; bırakmaz seni, sen bıraksan bile.

İnsanın düşüncelerini oluşturan çevre, Orta doğuda başkadır. Dünyanın hiç bir coğrafyasının sosyolojik insan eğitimine benzemez Orta doğunun sosyolojik İnsan eğitimi.

Gücünü kin ve nefretten alan bir ayrıcalık vardır bu sosyal yapıda. Şovenlik,  ağalık, bencillik, sultanlık, krallık saklıdır bu yöre İnsanının ruhunda.

Geleceğini görse de, onu bir heves ve hiç uğruna harcayacak kadar hırslıdır Orta doğunun İnsanı.

Barış der, yarışı bırakmaz. Kendisi altın oturakta „işini“ yaparken; bunun ona verilen bir Tanrı lutfu olduğunu iddia eder Orta doğunun sultanları.

Yoksundur medeni cesaretten. Yoksundur hümanist düşünceden. Şark kurnazlığının bağımlısıdır Orta doğunun İnsanı.

Bir başkadır Orta doğu. Onda yönetmekte, yönetilmekte kolay değildir. Kolay olduğunu sananlar, geleceklerini ipotek altına alırlar da, farkında olana kadar haciz memuru işe el koyar.

Farklı etnik kökenleri, Musevi, Hristiyan ve İslam inancının doğduğu yer olan Orta doğu, ayrıca çok farklı mezhepleri de barındıran bir bölgedir. Bu üç inancın özünde aynı Tanrı olsa da, onu farklı tanımak isteyenlerin çatıştığı inanç karmaşasının içerisinden çıkmayı başaramayanların yaşadığı coğrafyadır Orta doğu.

Kin ve nefretin, her türlü humanist düşüncenin büyümesine olanak sağlamayacak, engelleyebilecek potansiyele sahiptir Orta doğu.

Binlerce yıldan beri süregelen Orta doğu krizini Romalılar da çözemediler.

400 Yıl Osmanlı denedi ve sonunda; İngilizlerin bir kartograf olarak Orta doğuya gönderdiği casus  Thomas Edward Lawrence ve Arap işbirliğine yenik düştü.

1948 den beri sıcak çatışmaların aralıksız sürdüğü Orta doğu; ahtapotun kollarına benzer; sardıkça sarar İnsanın bedenini.

Böyle bir savaş coğrafyasının içine girmek, gelecekteki yıllarımızı da ipotek altına alacağını görmemek, hiç bir devlet yönetim düşüncesiyle bağdaşamaz. Üstelik bölgenin egemen bir devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin buna ihtiyacı da olmamalıdır.

Kısacası: Aklın mantığa yenildiği, mantığın saf dışı bırakıldığı, cehaletin esaretinden kurtulamayan halkların yaşadığı bölgedir Orta doğu.

Umutlar bizlere en son veda edenlerdir…sevgiyle kalın.

Mehmet Sungur

13.05.2013

SURİYE ÇIKMAZINDA KİM KİMİ ZORLUYOR? HÜKUMET; KENDİ CESARETİNİN ESARETİNDEN KURTULABİLECEK Mİ?

Bu yazı, hiç bir siyasi düşünceye hizmet etmek için kaleme alınmamıştır. Çünkü; benim siyasi düşüncemin odak noktası; sadece Türkiye Cumhuriyetidir.

Değerli okurlarım!

18 aydan beri devam eden Suriye krizi, doruk noktasına doğru yanaşmaktadır. Daha öncede yazdığım gibi: “Suriye’de ateşle oynanıyor, biz bu oyuna neden karıştık?”…diye.

Bu güne kadar yapılan gözlemler; Suriye iç isyanının arkasında batının olduğu düşüncesinin ağırlıklı olduğunu biliyoruz. Acıkça söylemem gerek ki, uzun yıllar Avrupa’da yaşayan birisi olarak, bende bu düşüncenin ortağıyım.

Bu düşüncemizin asıl sebebi, ABD ve onun arkasında ki güçlerin; başta İsrail olmak üzere Orta doğuda ki BOP projesidir. Ve bu projenin eşliğinde ülkemizin parçalanma korkusu yatmaktadır. Bu durum madalyonun bir tarafı.

Ya öteki tarafı? Orada ne yazabilir?

“Arap baharı”, Tunus’ta başlayıp Mısır üzerinden yoluna devam ederken, batının da askeri yardımıyla, Libya’da Kaddafi’nin ölümüyle hız kesti. Az da olsa umutlanmıştık;… umutlanmıştık ki; dünya barışı yeni bir şans yakaladı diye. Ancak bu umutlarımız ne yazık ki uzun sürmedi, gerisi malum.

Peki…aradan geçen 18 ay gibi bir zaman içerisinde, tüm askeri imkanlara sahip olan batı, neden müdahale etmedi;…etmiyor?

Başta Rusya ve Çin olmak üzere, İran’ında desteğini yanında bilen Suriye başkanı Beşer el Esad  bir nevi meydan okurcasına ve çaresizce, iktidarını korumak için direndi ve direnmeye devam ediyor. Karşılığında ise; Suriye isyancıları da silahı bırakmayı düşünmüyorlar. Bu isyancılar ise en büyük desteği Türkiye’den almaktadırlar. Ancak; Tunus Mısır ve Libya da olduğu gibi olmadı Suriye ayaklanmasında; Beşer el Esad rejimi dayanıklılığını hala devam ettiriyor ve isyancıların “kurtarılmış yerler” olarak ilan ettiği yerleri yeniden geriye alıyor.

Böyle bir durum mevcut iken Beşer el Esad rejimi neden Türkiye ile bir savaş içerisine girsin? Akçakale’ye düşen bombayı kimin attığı tam açıklık kazanmadığı halde; Suriye bunun için özür diledi. Peki; özür dileyen bir hükumet  neden bomba atmaya devam eylesin? Bunda  bir faydası olur mu? Yoksa; Türkiyeyi Beşer el Esad rejimine karşı savaşa sokmak isteyenler isyancılar mı?

Gönül isterdi ki, durum buraya kadar gelmese idi! Hükumet olarak yabancı bir ülkenin iç işlerine karışmamış olsaydık. Ne yazık ki bunu yaptık. Batıyı yanımızda gördük ve yanıldığımızı geç anladık.

Suriye’deki ayaklanmalara destek veren hükumetimiz tüm uğraşılarına rağmen batının tam desteğini almış değildir. Batı medyasını izleyebilenler bunu anlamakta zorluk çekmezler. Hatta bir çok batılı yazarlar: Erdoğan Hükumetinin batıyı zorladığına inanmaktadırlar ve Batının Türkiyeyi frenlemek zorunda olduğunu yazmaktadırlar. NATO’nun Suriye’ye yapacağı müdahalenin, NATO’yu bölebileceğini iddia edenler de bunların arasındadır.

Türkiye’nin istediği tampon bölge oluşturulmasını bir türlü kabul etmeyen batı, olayın yükünü tamamen Türkiye’nin üzerine bırakmıştır. Bu durumu göçmen koordinesinde de görmek mümkündür. İlk başta yardım gibi görünen mültecileri misafir etmemiz bir insani görev olarak addedilse de; artan göçmen sayısı ve bu göçmenlerin hepsi gerçekten göçmen statüsüne uygunmudur diye bilmediklerimizin de aralarında olduğu kesindir. Bu durum ise, “misafirperverliğimizin” yanlış olduğunu göstermektedir. Sadece ekonomik değil, aynı zamanda siyasi bir yük taşımakta olduğumuzu görmekte geç kalınmıştır.

Burada sormak lazım!

Hükumetin dış politikasında uyguladığı tutum ne kadar doğrudur? Orta doğu batağına neden girdik? Suriye politikasında yalnız kalacağımızın hesabını neden yapamadık? Rusya ve Çin gibi iki güçlü; ve her an terörü bize karşı destekleyebilecek olan İran’ı neden hiç hesaba katmadık?

Biz Türkler olarak İslama en büyük hizmeti veren bir milletiz. Ancak; kurtuluş savaşında görmüşüz ki; Arap dünyası bizi yolda bırakmıştır. Peki…nedir bu Arap dünyasına olan hayranlığımızın altında yatan sebep? Neden şımartılmışlar gibi davranıyoruz? Ne oldum çılgınlığına düşmemiz için bir sebep görünürlerde yok! Sultan ve Krallık zamanı arkada kalmadı mı?

Ekonomide bir refah var sa, bu bizim üreticilik başarımız değil. Bir tüketici toplum olarak dışa açmış olduğumuz iç pazarımızın ve güçlü bir tüketici kitlesi olmamızın getirdiği rahatlamadır.

Uzaktan yakından bacası tüten bir fabrika görünmüyor. Ne yazık ki, biz bunu görmekte zorluk çekiyoruz…

Mehmet Sungur

07.10.2012

ARAP BAHARI DEMİŞTİLER ADINA…

Arap baharı demiştiler adına. Tunus’ta başlamıştı ilk bahar rüzgarları., Mısır’da  fırtınaya dönüştükten sonra Libya’da durur diye umutlananlar az da değildi.

Ama!… O durmayacaktı. Yoluna devam edecek ti. Yıkıyor yakıyordu geçtiği yerleri, taş taş üstüne koymuyordu bu kör olası Arap baharı.

Dikta rejimlerin aç bıraktığı halklar susamıştılar artık. Susamıştılar insan gibi yaşamak için özgürce düşünmeye.

Usanmıştılar kul gibi muamele görmekten. Döğülmediği sokaklar, kovulnadığı makamlar istiyordular Arap baharının çocukları.

Eğitimden yoksun kalmış bir toplum olmaktan yarınları görmediklerini biliyorlardı. Lavabolarını altın kaplayarak yaşamlarına devam eden diktatörler; kimin ne yediğini bilmek bile istemiyorlardı.

Dayamıştılar sırtlarını batı emperyalizmının duvarına, kendilerini “sarsılmazlardan“ sanıyorlardı. Bilmiyorlardı ki; o yaslandıkları duvar onlara sadece hoş oldukları süre gölge olurdu. İşe yaramadıkları zaman bir paçavra gibi atılacaklarının farkında olmayan diktatörlerin sonu nasıl olacağını bilmek istemiyorlardı.

Batı düşüncesini tanımayacak kadar cahildiler. Zamanın geldiğini anlamakta zorluk çekiyorlardı. Halka açılmaktan korkarak yüzlerce korumalarıyla saraylarının duvarları arkasında kendilerini güvende sanıyorlardı.

Batı başkentlerinde yazılan senaryolardan haberleri yoktu bu “zavallı” diktatörlerin. Bir gün; adını “Arap baharı” koyacakları ayaklandırmaların onların da ülkelerinde rüzgarlarını estireceklerinin hesabını yapamıyorlardı.

Bunu hesap edemeyen diktatörlerden birisi de Suriye başkanı Beşer el Esad. Kraliyet mirası gibi babasından devir aldığı mirasını korumak için mücadelesine devam ediyor. Rusya, Çin ve İran’ın sayesinde hala ayakta, düşmedi. Düşmediğinin sebeplerinden biriside; batının “Suriye baharında” ayaklananları yalnız bırakmasıydı.

Onları bırakmayan Türkiye; kendi sorunlarının üstesinden gelmekte zorluk çekerken; Suriye’deki ayaklananları desteklediğinde ne kadar doğru bir Orta doğu politikası uyguluyor, bu tartışılmakta ve daha da tartılaşacağa benzemektedir.

Bu arada bir şey daha eklemek istiyorum. Arap baharı en çok ABD ye yaradığı gözetlenmektedir. ABD de Silah satışları artmaya devam ediyor.

Suriye’de esen Arap baharı rüzgarları henüz sakinleşmeden, ülkemize siçramaması umuduyla…

Mehmet Sungur

28.08.2012

SURİYE SAVAŞIN İÇERİSİNDE OLDUĞUNU SÖYLÜYOR; ŞAŞIRAN ÖRDEK SUYA TERSİNE DALAR.

Uzak doğuda savaş yapmak “kolaydır”… Ya Orta doğu(?)…yaklaşık 70 yıldır süre gelen kriz coğrafyası olan Orta doğu; Ahtapotun kolları gibidir, tuttuğunu kolayca bırakmaz. Böyle bir savaş coğrafyasının içine girmek, gelecekteki yıllarımızıda ipotek altına almak demektir.

Tarihte bilinen savaşların bir çoğu, halkını kötü idare edenlerin içteki bölünmeleri önlemek için dışarıda düşman arayarak içeride birlik sağlamayı denemektir. Yaklaşık bir yıldan beri kendi halkına zalimce zulüm eden Suriye rejimi bu denemeyi devreye koymuştur. “Savaşın içerisindeyiz” beyanatıyla milli duyguları kamçılamak isteyen Suriye rejiminin başarılı olması Türkiye’nin tutumuna bağlıdır.

Türkiye’nin şu ana kadar uyguladığı kriz politikası böyle devam ederse; Suriye rejimi hayal kırıklığına uğrayacaktır. Suriyenin başlattığı bu kritik durumu soğukkanlı olarak koordine etmeliyiz; aksi halde Suriyenin ve belki daha bir çoklarının; hatta dost diye bildiklerimizin istediği hedefe doğru yola çıkmış oluruz.

Suriye’nin davranışı Nato tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Bu sadece siyasi bir moral vermektir. Bir savaş halinde yükü Türkiye taşıyacaktır; çünkü Natonun 5. maddesi devreye girmemektedir. Bu demektir ki; Türkiye bir saldırıya uğramış değildir.

Rusya ise; olayı kendi çikarları yönünden değerlendirmektedir. Suriye ordusunun tüm askeri teçhizatını ve alt yapısını oluşturan Rusya, muhtemelen çikacak olan bir savaşta kazananlardan olacaktır. Suriye sayesinde Akdeniz’de bayrak gösteren Rusya, orada boşuna olmadığını da kanıtlamak isteyecektir.

İran ise olası bir savaşı istemeyecektir. Çünkü iki cami arasında kalmış bir durumda olduğu belli. Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık misali. O halde; İran sorumluluk almalıdır ve Suriye üzerinde etki yaparak özür dilemeye ikna etmeye çalışmalıdır.

Bize gelince: Bu olayın arka perdesindeki nedenleri çok iyi analiz etmeliyiz. Her sırtımızı okşayana önce; “neden sırtımızı okşuyorsunuz?” sorusunu sormalıyız. Bunun yanında; neden buraya kadar geldiğimizin sorusunu da aklımızdan çikarmadan ve siyasi çikarları bir tarafa bırakarak, neyi yalnış yaptığımızı ve gelecekte neyi daha iyi yapabiliriz ki…bu gibi durumlarla bir daha karşılaşmayalım.

Uzak doğuda savaş yapmak “kolaydır”…çünkü oraya bir defa gidersin. Yenersin yenilirsin ama… “unutması kolay olur(?)”  Ya Orta doğu(?)…yaklaşık 70 yıldır süre gelen burnumuzun dibindeki bu kriz coğrafyası ve komşumuz olan Orta doğu; Ahtapotun kolları gibidir, tuttuğunu kolayca bırakmaz. Böyle bir savaş coğrafyasının içine girmek, gelecekteki yıllarımızıda ipotek altına almak demektir.

Mehmet Sungur

SURİYE ATEŞLE OYNUYOR DA… BİZ NEDEN GİRDİK BU OYUNA?

Orta doğunun ateş çemberine yavaşça, ama emin adımlarla yanaşmaya başladık.

Askeri uçağımızı düşüren Suriye, ateş ile oynuyor; davranışı hasimhanedir. Ayrıca tüm uluslar arası hukuk düzenini hiçe saymıştır. Sınır ihlali olasılığında gerekli ön ihtimalleri değerlendirmeden uçağımızı düşürmüştür.

1948 senesinden beri süregelen kanlı çarpışmalara sahne olan Orta doğu çemberinden uzak durmayı başarmıştık. Irak savaşında bile tarafsız kalabilmeyi başaran Türkiye, Suriye krizinde ağa takıldı. Tunus, Mısır ve Libya ayaklanmalarında batının da desteğini alan halklar, devrimlerini gerçekleştirirken, Suriye halkı bu yardımdan yoksun bırakılmıştır. Türkiye ise, ne hikmettir bilinmez; Suriye halkını destekledi ve; Sn. Ahmet Davutoğlu’nun ifadesine bakılırsa desteklemeye devam edeceğe benziyor. Daha bir yıl öncesine kadar kardeş diye tanımladığımız Suriye devlet başkanı nı bir anda diktatör olarak ilan ettik. Sanki daha önce bilmediğimiz bir durum varmış gibi. Adam zaten diktatör bir rejim ile yönetiyordu halkını…sürpriz olan bir şey yok. Peki bu dönüşüm neden oldu? Daha önceleri PKK yı destekleyen Suriye yine aynı hataya mı düşmüştü? Yok sa bizim bilmediğimiz her hangi bir tutumuyla ulusal çıkarlarımıza mı dokunmuştu?…bilmiyoruz. Kişisel bir sebep olasılığını düşünmek istemiyorum; böyle bir ihtimali düşünmek dahi benim hafızamı yorar.

Yok sa: Suriye rejimine karşı oluşturmak istediğimiz beraberlikte; yalnız kalacağımızı daha önce anlamakta geç kalmışlığımızın faturasınımı ödüyoruz?

Suriye rejimine karşı desteğini almak istediğimiz Arap devletlerinin kaç tanesi diktatör değil?

30 yıldan beri terörle uğraşan milletimizin Orta doğu batağında kaybettiği bir şey olacağını zannetmiyorum. 64 yıldan beri Orta doğuda barış için uğraşanların yapmadığını üstlenmek bizim işimiz olmamalıdır.

1948 yılından beri süregelen İsrail Arap çatışmalarında birlik ve beraberlik olamayan Arap halklarının savunuculuğunu üstlenmek ise; asla bizim görevimiz değildir.

Askeri uçağımızı düşüren Suriye, ateş ile oynuyor; davranışı hasimhanedir. Ayrıca tüm uluslar arası hukuk düzenini hiçe saymıştır. Sınır ihlali olasılığında gerekli ön ihtimalleri değerlendirmeden uçağımızı düşürmüştür. Olay sonrası soğukkanlı davranan hükümetimiz ve muhalefet partilerimiz örnek davranış göstermişlerdir. Gönül isterdi ki, durum buraya kadar gelmeden bunların hesabı yapılabilseydi de…biz bu oyunun dışında kalsaydık.

İki pilotumuzun ailelerine Allah’tan sabır ve metanet dilerim.

Mehmet Sungur