Gezi notları, ÇORUH AŞAĞI, İSPİR’DEN YUSUFELİ’NE

ÇORUH AŞAĞI, İSPİR’DEN YUSUFELİ’NE

Dünyanın ender rastlanan bitki örtüsüne ev sahipliği yapan kocaman Çoruh vadisi bir inşaat sahası olmuş. Baraj ve HES projeleri aralıksız olarak devam ederken, barajlar üzerinden geçecek olan yolların köprüyol (viyadük) direkleri vadinin vahşi kayalarıyla yarış eder gibiler. Zaten tehlikeli ve engebeli olan yollar için inşaat nedeniyle verilen servis yolları ise Allah’a emanet. Yolun dar oluşu, keskin ve tehlikeli virajlar yol almanıza imkân tanımıyor. Elbette ki yöreyi bilenler daha cesur olsalar da tehlikesiz oldukları söylenemez.

Vadinin yalçın kayalarının vahşice ama severek kucaklayışı bir taraftan ürkütücü olsa da, görülmeye değer olduğunu fısıldar gibi anlatan bir atmosferin içindesiniz. Bazen yüksekliği, bazen de vahşice üzerinize düşecek gibi muhteşem kayaların arasından yavaşça ilerlerken kendinizi farklı bir dünyada hissetmemek için hiçbir sebep kalmıyor.

Bayburt sonrası Çoruh adını alan Çoruh suyu, İspir Kalesinin altında birleştiği İspir çayından sonra uzandığı vadide daha da artarak Çoruh nehrini oluşturuyor. Yusufeli’ne takriben 15 km kaldığında yolların daha da daraldığı bir mesafedesiniz artık. Biraz daha devam edince iki arabanın yan-yana geçemediğine şahit olurken, sanki 200 yıl gerilerde olduğunuzu düşünmemek elinizde değildir.

Döndüğüm bir virajın kenarında iki arabanın sığabileceği küçük bir park yerinde durdum. Aslında burası park yeri değildi, karşıdan gelen arabaya yol vermek için küçük bir alandı ama bunu daha sonra anlayacaktım.

Yolun kenarından 1 m genişliğinde 10 cm derinliğinde küçük bir ırmak akıyordu. Dağlardan aldığı suyunun soğuk olduğu hissedilir gibiydi. Kenarına oturarak ayaklarımı suya bıraktığımda yeniden can bulmuş gibiydim. Sırtında taşıdığı çuvalıyla gelen yaşlı nine yavaşça yoluna devam ederken; “çuvalda neyin var ana” diye sorduğumda, “elma var evladım, istersen biraz vereyim” dedi.

İspir Yusufeli arası 81 km mesafelik bir yol. Genel olarak 1 saatlik bu yolu tam 4 saatte gidebildim.

Tarihin derinliklerinden gelen, Sancak Beyliklerine mekân olan Yusufeli’ne Kazim Karabekir Mahallesinden giriyorsunuz. Eğer mahallenin adını okumamış olsanız belki de burasının muhteşem geçmişiyle uyumlu olmadığını düşünerek yanlış mı geldim diye sormaktan kendinizi alamazsınız. Dar aralıklarda eskimiş evlerin sadece barınaktan başka bir şey diyemeyeceğimiz sokaklarından ilerleyince, Balhar suyunun Çoruh ile birleştiği köprüyü geçince Yusufeli’nin merkezindesiniz. Bir zamanlar bölgenin Sancak Beyliğine ruh veren şehrin içerisinde yükselen binalar sizi tarihten kopararak günümüzün Yusufeli’ne taşımaktadır.

Sıyrılanların diktiği yüksek binalar şehrin merkezini süslerken, kenar mahallelerdeki yaşamı günümüze taşıyan evlerdeki çanak antenlerden başka bir şey görünmüyor.

Tarihinde 7ci defa taşınacak olan Yusufeli merkezi, Yansıtıcılar Mevkiinde yeni kurulan şehirlerine taşınırken; Yusufeli sakinlerinin hatıraları Yapılmakta olan Yusufeli barajının sularına gömülecek olsa da, akıllarının geride kalmayacağından eminim.

İlçenin çıkışında benzin takviyesi yaptıktan sonra Erzurum yolu üzerinden Tortum’a doğru Yusufeli’ne veda ettim.

Gezi notları.

Sunguroğlu 9 Ağustos 2020

ARSİN’İN KÖYLERİNDEN BİR PAŞA GEÇTİ… FEVZİ PAŞA

>>Trabzon’un acı dolu işgal yıllarında vurduk vurulduk ama boyun eğmedik. Ruslar öyle elini kolunu sallayarak gelmedikleri gibi, giderken de çay molasıyla uğurlamadık. Yöremizin bu acı tarihini hafife indirgemeye çalışanlar tarihin gerçeklerini inkâr edemezler. Edenlere ise ancak utanmak düşer!<< 
ARSİN’İN KÖYLERİNDEN BİR PAŞA GEÇTİ… FEVZİ PAŞA 
Trabzon’un Rus işgali yıllarında ağırlıklı olarak Karadere ve Yanbolu dereleri en ağır Rus saldırılarına uğrayan iki vadisidir.

Bu iki Vadinin stratejik özelliğini kontrol altına almak isteyen Rusların yaptıkları taarruzlara karşı direnen Türk askerleri ve yerli çeteler Ruslara ağır kayıplar verdirirken, kendilerinin de verdiği zayiatlar hiçte az değildir.
Gerek askerimiz, gerekse yerli çetelerimizin verdikleri kayıplarda Ruslara yardım eden yerli ajanların da katkısı küçümsenemeyecek kadar fazladır.

Türk askerinden her konuda 10 kat daha fazla güce sahip olan Ruslara karşı verilen mücadele yıllarında Karadere ve Yanbolu vadisinin dağları ve tepelerindeki askerlerimizi teftiş ve moral vermek için köylerimize gelen Fevzi Paşa, Arsin güzergâhı üzerinden Trabzon Santa Kervan yolunu kullandığı kesindir.

Araklı’da ki savunmaya 3. Mıntıka Komutanı olarak atanan Fevzi Paşa, daha sonradan Mareşal olacak olan Fevzi Çakmak Paşadır.

9 Nisan 1916 günü Fevzi Paşa (Çakmak), o sırada Gümüşhane’de bulunan ve Trabzon’da ki askeri birliklere de komuta eden III. Ordu Komutanı Vehip Paşa (Vehip Kaçı) ile görüştükten sonra Trabzon’a hareket eder.

Fevzi Paşa (Çakmak) 11-25 Nisan 1916’da, Türk sahil cephesi karargâhının bulunduğu o zaman ki Yomra, bugünkü Arsin ilçesine bağlı olan büyük-Hara (Yolüstü) Köyü’ne gelir ve teftişte bulunur.

Fevzi Paşanın ziyareti asker arasında büyük sevince yol açmış olup, Türk askeri bütün mevzilerde tekbir getirmeye başlamıştır. Tekbir sesleri Yanbolu ve Karadere vadisinde dalgalanıp yayılarak asker ve yerli savunmacı güçlerimize en büyük moral desteği olmuştur.

Yörenin savunmasının komutanı Fevzi Paşa, bundan sonra Aho Dağı zirvesine çıkmış, mevzileri denetlemiştir.

Fevzi Paşa… Büyük-Hara köyüne Arsin üzerinden gittiğine göre, Arsin-Santa Kervan yolunu kullanmış olduğu kesindir.

Bilindiği gibi bu yolun güzergâhında, Holefter (Elmaalan) Digenei Zir ve Bala (Işıklı ve Dilek) Cicera (Çubuklu ve Çiçekli) köyü de bulunmaktadır.

Büyük-Hara köyündeki askeri denetimden sonra Aho dağına da çıkan Fevzi Paşa yol güzergâhındaki köylere de uğradığı muhakkaktır.
Büyük-Hara ile Aho dağı arasındaki yolun nerelerden geçtiğini bilenler varsa, yazmalarını önemle rica ediyorum.

Bu acılı yılların tarihi akımını öğrenmek için geç kalınmış olsa da, şimdilerde Ülke tarihinden sonra, Vilayet ve ilçe tarihlerini de ortaya çıkaran ve yazarak bizlere kadar ulaştıran tüm emeği geçenlere sonsuz teşekkürler olsun.

Derleyen ve Sunum: Mehmet Nuri Sunguroğlu 27 Şubat 2018
**
Kaynaklar:
Mehmet Akif Bal / Fevzi Paşa’nın mevzileri Ankara, 1948, s. 41; / Bal, a.g.m., s. 568. 24 / Hikmet Öksüz-Veysel Usta, “I. Dünya Savaşı Sırasında Rus Donanmasının Trabzon ve Çevresini Bombalaması”/ Doğu Karadeniz’de Rus İşgali ve Muhacirlik (Editör: Veysel Usta) Trabzon, 2016, s. 39. 25
Fevzi Çakmak (Kavaklı Fevzi) (1876-10 Nisan 1950). Yıl: 2016/2, Cilt:15, Sayı: 30, Sf. 31-58 41)

II. ABDÜLHAMİD SULTANIN 100 YIL VEFATI ANISINA

II. ABDÜLHAMİD SULTANIN 100 YIL VEFATI ANISINA

En zor dönemim ustası II. Abdülhamid’i ölümünün 100. Yıl dönümünde rahmetle anıyorum.

33 yıl boyunca kaybettiklerinin yanında milletimiz için olan kazanımları günümüzde var oluşumuzun da bir başka sebebidir.  Bir taraf ta içerideki ayaklanmalar, öteki tarafta dışarıdakilerin doyumsuz iştahına karşı ülkemize 33 yıl nefes veren bu koca Padişahımızın döneminde doğan, eğitim alan, subay ve komutan olanların kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devletini o zor geçen 33 yıla borçluyuz.

Kızıl Sultan da dediler, ama zamanın azgın renkleri arasında daha kızıl olmasaydı, bugün kırmızı al bayrağımız belki de hiç olmayacaktı!

Minnet ve rahmetle Sultanım!

 

Mehmet Nuri Sunguroğlu

10 Şubat 2018

TRABZON SOKAKLARI 1985

TRABZON SOKAKLARI 1985
Bu resimler 33 Yıl önce kayıt altına alındılar.

Geçmişte kalan 33 yıl içinde çok şey değişti bu kadim şehrimizde.

Yollar, arabalar, binalar değişti. Göç verdi, göç aldı Trabzon. İnsanlar değişti. Kıyılara vuran dalgaların kıyıları değişti.

Köyler şehre taşındı ve daha birçok şeyler değişti bu güzel şehrimizde.

En iyisi kendiniz izleyin.

Zamanın şartlarında çekimini yaptığım bu video, sadece bir görsel olarak değil, yakın tarihimizin de bir belgeselidir.

Özel arşiv: Mehmet Nuri Sunguroğlu

SREBRENİTSA

[Srebrenitsa katliamının 22. yıl dönümünde]
SREBRENİTSA KATLİAMI VE SIRPLARIN 600 YIL BOYUNCA TÜRKLERE KARŞI BESLEDİĞİ İNTİKAM DUYGUSU
Srebrenitsa Katliamı, ya da Srebrenitsa Soykırımı olarak bilinen ve tarihin kara sayfalarına geçen „etnik temizlik“ soykırımı olarak Sırplar tarafından Boşnak Müslümanlarına karşı uygulanan insan ve insanlığın kıyımı; aslında Türklere karşı duyulan kin ve nefretin ağır ödenmiş bir faturasıdır.
I. Kosova Savaşı veya Birinci Kosova Meydan Muharebesi olarak ta bilinen; Sultan I. Murad önderliğindeki Osmanlı Türk ordusu ile Sırp kumandanı Lazar Hrebelyanoviç önderliğindeki çok uluslu Balkan ordusu arasında 28 Haziran 1389 tarihinde yapılan muharebe sonucunda ağır yenilgiye uğrayan Sırpların, tarih boyunca unutamadıkları yenilginin yıllar sonra Bosna Müslümanlarına ödettikleri intikam almak duygusudur.
1991-1995 Yıllarında Almanya dış işleri bakanı Hans Dietrich Genscher’in aceleyle devlet olarak Hırvatıstan’ı tanımasıyla başlayan Yugoslavya iç Savaşı, Yugoslavya’nın parçalanmasının önünü açarken Balkanlar’da eski hesap defterlerinin de açılmasının yolunu açmıştır.
Fırsat budur diyen Bosna Sırpları, tarihi intikam duygularının dizginlerini serbest bırakarak Bosna savaşını başlatmıştır.
Savaşa destek veren Sırp Cumhuriyeti Ordusunun Srebrenitsa’ya karşı giriştiği „Krivaya 95 Harekatı“ esnasında Temmuz 1995 yılında yaşanan ve en az 8.372 Boşnakın, Bosna-Hersek’in Srebrenitsa kentinde general Ratko Mladiç komutasındaki ağır silahlarla donatılmış Bosna Sırp ordusu tarafından öldürülmesiyle son bulmuştur. Bosna Sırp ordusunun dışında katliama “Akrepler” olarak bilinen Sırbistan özel güvenlik güçleri de katılmıştır.
Yapılan bu insanlık dışı katliamda bir kısım kadın ve küçük yaşta çocuğun da öldürüldüğü belgelerle kanıtlanmış olup sabittir.
Birleşmiş Milletler Srebrenitsa’yı güvenli bölge ilan etmiş olmasına rağmen, 400 silahlı Hollanda barış gücü askerinin varlığı katliamı önlememiştir.
Srebrenitsa katliami II. Dünya savaşından bu yana Avrupa’da gerçekleşmiş en büyük toplu insan kıyımı olması ve Avrupa’da hukuksal olarak ilk kez belgelenmiş soykırım olması açısından da önem taşımaktadır.

Bence asıl önemli olan ise; medeniyeti kimseye kaptırmayan Batılıların gözleri önünde ve burunlarının ucunda meydana gelen bu soykırımının, Batılılar için bir yüz karası olmasıdır ve öyledir de!
Zamanın ABD Başkanı Bill Clinton olmasaydı, günümüzde Bosna halkı diye bir halk hala varmıydı bunu söylemek zor olsa da; Bosna savaşı için Bill Clinton’a teşekkür etmeyi bir borç bilirim.
Bu „etnik temizleme“ savaşında…hayır, hayır! Soykırımında, yaşamını kaybeden tüm Bosnalı kardeşlerimize Allah rahmet eylesin, mekanları cennet olsun! Allah bu gibi vahim olayları insanlığa bir daha nasip eylemesin inşallah!
Ne demişti rahmetli Mehmet Akif Ersoy? „Medeniyet dediğin, tek dişi kalmış canavar“. Mehmet Akif bunları söylerken, sanki tarihin yaşanmamış çağını yazmaktaydı!
Bir başka önemli tarafı ise; özellikle kendi içinde kavgalarla boğuşan İslam dünyası için çok düşünülecek bir durum olması da, gözden kaçmamalıdır!
Mehmet Nuri Sunguroğlu
11.07.2017

IRAK VALİSİ HACCAC BİN YUSUF

haccac

[Allah’ın adını anmadan, bismillah dahi demeden ilk hutbeyi okuyan Irak valisi Haccac bin Yusuf]
Müslümanların Saltanat kavgalarında Irak bölgesine vali dayanmıyordu. Haccac bin Yusuf Hicretin 64. yılında Irak bölgesine Emevi Halifesi Abdülmelik tarafından vali olarak tayın edilir.
Irak valisi Haccac bin Yusuf’un Irak halkına verdiği o meşhur hutbe:
“Ben meşhur bir adamım. Kazandığım zaferler, yaptığım işler benim şöhretimi her gün biraz daha arttırıyor. Sarığımı çıkarayım da kim olduğumu görün (yüzü sarığına iliştirilmiş bir peçeyle kapalıdır). Şimdi beni iyice gördünüz mü? Beni tanıdınız mı? Ha! Bakıyorum, bazılarını beni iyice görebilmek için gözlerini kırpıştırıyor, boyunlarını uzatıyor. Bu uzanan boyunlar üzerindeki kelleler ne güzel kılıçtan geçer!.. Ben kelle uçurmakta gayet ustayımdır. Daha şimdiden şu sarıklarla, şu sakallar arasında kesilen boyunlar dan akan kanların akışını görür gibiyim.
Müminlerin emiri, saçağını boşalttı, oklarının arasından en zalim, en keskin, çelikten ve en sert ağaçtan yapılmış olan oku bulup seçti. O ok da benim.
Ey Iraklılar! Ey isyan ve ihanetten başka bir şey bilmeyen asiler! Kötü kalpliler. Ben öyle hamur gibi yoğrula-bilen cinsten yumuşak kalpli bir insan değilim.
Sizi kırbaç düşmanları, sizi köle karı yavruları sizi! Ben Haccac b. Yusuf’um. Benim tehditle vakit geçirmeyip, çok çabuk dediğini yapan bir adam olduğumuzu göreceksiniz. Ben fazla vakit kaybetmekten, konuşmaktan hoşlanmam. Bundan böyle hiçbir yerde bir kalabalık toplandığını görmeyeceğim.
Toplantı, içtima hepinize yasaktır!
Kendi aranızda gizli gizli konuşma istemem. Bundan böyle kimse kimseye ‘Neler oluyor? Yeni ne haberler var?’ diye sormayacak.
Ne oluyorsa oluyor, size ne, fitne çocukları!
Herkes bundan böyle yalnız kendi işiyle uğraşacak. Kimse başkalarının işlerine karışmayacak.
Elime düşecek adamın vay haline!
Dosdoğru yürüyecek, ne sağa, ne sola döneceksiniz.
Başınıza getirdiğim adamları takip edip, halifeye biat edecek, ona sadakat ve itaat yemini ettikten sonra yola çıkacaksınız.”

**
Haccac bin Yusuf ölümünde arkada bıraktığı miras, sadece bir Kur’anı kerim, 10 dirhem para ve kılıçtan başka bir şey değildi.
Kaynak: Büyük İslam tarihi Cilt II sayfa 348

Boşuna dememişler; “her toplum hak ettiği gibi idare edilir” diye.

Mehmet Nuri Sunguroğlu
19.06.2016

MEHMET AKİF ERSOY’UN 79. ÖLÜM GÜNÜ ANISINA

Akif-1Edebiyatımızın büyük ustası, milli marşımızın yazarı Mehmet Akif Ersoy’u Ölümünün 79. yılında rahmetle, Minnetle ve şükranla anıyoruz. Mekanın cennet olsun büyük usta!

UYAN
Baksana kim boynu bükük ağlayan.
Hakkı hayatındır senin ey müslüman,
Kurtar artık o biçareyi Allah için.
Artık ölüm uykularından uyan.

Bunca zamandır uyudun kanmadın,
Çekmediğin çile kalmadı, uslanmadın.
Çiğnediler yurdunu baştan başa.
Sen yine bir kerre kımıldanmadın.

Ninni değil dinlediğin velvele,
Kükreyerek akmada müstakbele.
Bir ebedi sel ki zamandır adı,
Haydi katıl sen de o coşkun sele.

Karşı durulmaz cereyan sine-çak…
Varsa duranlar olur elbet helak.
Dalgaların anmadan seyrini,
Göz göre girdAba nedir inhimak?

Dehşeti maziyi getir yadına;
Kimse yetişmez yarın imdadına.
Merhametin yok diyelim nefsine;
Merhamet etmez misin evladına?

Ben onu dünyaya getirdim diye
Kalkışacaksın demek öldürmeye!
Sevk ediyormuş meğer insanları,
Hakkı-ı übüvvet de bu caniliğe!

Doğru mudur ye’s ile olmak tebah?
Yok mu gelip gayrete bir intibah?
Beklediğin subh-i kıyamet midir?
Gün batıyor sen arıyorsun tebah.!

Gözleri maziye bakan milletin,
Ömrü temadisi olur nakbetin.
Karşına müstakbeli dikmiş Hüda,
Görmeye lakin daha yok niyyetin.

Ey koca şark! Ey ebedi meskenet!
Sen de kımıldanmaya bir niyet et.
Korkuyorum, Garbın elinden yarın,
Kalmayacak çekmediğin mel’anet.

Hakk-ı hayatın daha çiğnenmeden,
Kan dökerek almalısın merd isen.
Çünkü bugün ortada hak sahibi,
Bir kişidir: ‘Hakkımı vermem’ diyen.

Mehmet Akif Ersoy

 

SİLAHSIZ İSYANIN ÖZGÜRLÜĞE GİDEN YOLU… MAHATMA GANDİ

gandiDünya tarihini değiştiren kişilikler arasında hayran olduklarımın arasındadır Mahatma Gandi. Aslında bir hukukçu olan Gandi, Hint halkını zavallılıktan, teslimiyet ruhundan kurtaran şiddetsiz ayaklanmasının felsefesini Batı kültürünü çok iyi tanıdığna borçludur.

Zülme karşı; şiddet uygulamadan direnişin ilk tecrübelerini Güney Afrika’da yapan Gandi, Hindistan’a döndüğünde İngilizlerin Hindistan’ı terk etmelerinin zamanı geldiğine inanmıştı. Silahsız direnişin simgesi haline gelecek olan Mahatma Gandi, Sonunda Hint halkına özgürlüğünü armağan edecekti. Kendisiyle yapılan bir röpörtajı okurken, silahtan ve şiddetten neden nefret ettiğimi bir daha anladım. Ve inanıyorum ki; eğer Mahatma Gandi İngilizlere karşı silahlı ayaklanma yapmış olsaydı, bu savaş günümüze kadar devam edecekti; ve Hindistan günümüzün Orta Doğusu olmaktan kurtulamayacaktı.

*

Mahatma Gandi:

Aslında biz, Avrupalıların ruhumuzu değiştiren düşünceleri ile Avrupalılara karşı çıktık

Bugün Avrupalıları kovmak arzumuzun tek sorumlusu Avrupalıların kendileridir diyorum size! Onların fikirleri bizi değiştirdi, bizi Hintlilikten ayırdı ve hocalarımızın talebeleri olunca, artık hocalardan kurtulmak arzusu duyduk. İngiliz fikirleriyle en fazla yoğurulmuş adam, benim! Bunun için İngiliz aleyhi hareketin başına geçmek bana düştü. Mesele, burada, Avrupalı gazetecilerin yazdıkları gibi, Batı ile Doğu savaşı değildir. Tam aksi: Avrupalılaşma hareketi Hindistan’a o kadar yerleşti ki, Avrupa’ya karşı ayaklanmak zorunda kaldık.

Mahatma Gandi Görüşmesi*

Hindistan’dan, en büyük Hintliyi görmeden ayrılmak istemedim. Onun için, iki gün evvel, Gandi’nin oturduğu Satyagha-Ashıram’a gittim.

Mahatma beni çıplak bir odada kabul etti. Yere oturmuş, boş bir çıkrığın yanında kendi iç alemine dalmıştı. Fotoğraflarındakinden daha çirkin, daha sıska

görünüyordu.

Dereden tepeden konuşurken dedi ki:

– “Neden İngilizleri kovmak istediğimizi soruyorsunuz. Sebebi gayet basit: Tamamen Avrupalılara özgü bu fikri bana ilham eden bizzat İngilizler oldu. Benim düşüncem, kafam uzun müddet kalmış olduğum Londra’da teşekkül etti. Şunu öğrendim ki, hiçbir Avrupalı millet bir başka milletin insanları tarafından idare edilmeye, onların emri altında olmaya tahammül etmez. Bu milli ağırbaşlılık ve bağımsızlık duygusu, Fetih neticesi buraya giren İngiliz ve genellikle Batı kültürü, bizim hayat hakkındaki inancımızı

değiştirdi. Bizim diyorum, yani aydınlardan bahsediyorum, zira halk kitleleri Avrupa’nın bize gönderdiği hürriyet mesajlarına kulak asmamaktadır. Batı fikirlerini benimseyen ilk Hintli ben oldum ve kardeşlerimden daha az Hintli olduğum için onların rehberliğini üzerime aldım.

Kitaplarımı okumuş ve propagandalarımı takip etmişseniz, kültürümün, politika ve fikir eğitiminin beşte dördünün Avrupa asıllı olduğunu görmüşsünüzdür.

Benim hakiki hocalarım Tolstoy ile Ruskin’dir. Karşı koymak teorim “Cemînî”likten fazla, özünü Hıristiyanlıktan almaktadır. Ben Eflâtun’u tercüme ettim, Mazzini’ye hayranım, Bacon, Cariyle, Böhme üzerine incelemelerim var, Emerson ve Carpenter’den çok yararlandım. İtaatsizlik lüzumu üzerine fikirleri Concord’un münzevi filozofu Thoreau’dan aldım ve makine aleyhine yaptığım propaganda, 1811 ile 1816 arasında Ned Lud ve taraftarlarının İngiltere’de yaptıklarının aynıdır. Nihayet çıkırığın şiirselliği, bana, Goethe’nin Faust’undakî Margeurîte faslını okurken göründü.

Görüyorsunuz ki, teorilerimi Hint’ten değil Avrupa’dan ve bilhassa İngilizce yazan yazarlardan almış bulunuyorum. Tasavvur ediniz, ben “Bihagavad Gita”yı 1890 yılında ilk defa Londra’da okudum, buna da beni bir İngiliz kadını, Mrs. Besant teşvik etti. Şayet bugün Müslüman, Parsı veya Hıristiyan bütün Hintlileri birleşmeye davet ediyorsam, bunu, dinlerin birliğini ilan etmiş olan ve tamamen Avrupalıların ortaya çıkardığı bir akideyi izleyerek yapıyorum. İlaveye lüzum yok, sınıf farklarını kaldırmak fikrini de Büyük Fransız İhtilali’nin eşitlik prensiplerinden alıyorum.

XIX. asır Avrupa tarihi, üzerimde, katı tesirler yaptı. Greklerin, İtalyanların, Polonyalıların, Macarların ve Kuzey Slavlarmın yabancı hâkimiyetinden kurtuluş savaşları gözlerimi açtı. Mazzini benim peygamberim oldu. Ve İrlanda’nın “Home Rule” teorisi burada adına “Hint Svarai” dediğim harekete örnek oldu. Yani ben Hindistan’a, Hint zihniyetine tamamen yabancı bir prensip getirdim. Tevekkül ve metafizik içinde yaşayan Hintliler politikayı daima aşağı bir meziyet saymışlardır. Şayet, derler, bir hükümet lazımsa bunu kurmak isteyenler de varsa yapsınlar, bir angaryadan kurtulmuş oluruz.

İdareyi ellerinde tutanların yerli Racalar veya yabancı imparatorların oluşu ona vız gelir. Asırlarca Mongol ve Müslüman hâkimiyetine tahammül edişimizin sebebi budur.

Sonra Fransızlar, Hollandalılar, Portekizler ve İngilizler geldiler; kıyılara ticaret evleri kurdular, içerilere girdiler; biz aldırış etmedik. Bugün Avrupalıları kovmak arzumuzun tek sorumlusu Avrupalıların kendileridir diyorum size!

Onların fikirleri bizi değiştirdi, bizi Hintlilikten ayırdı ve hocalarımızın talebeleri olunca, artık hocalardan kurtulmak arzusu duyduk. İngiliz fikirleriyle en fazla yoğurulmuş adam, benim! Bunun için İngiliz aleyhi hareketin başına geçmek bana düştü. Mesele, burada, Avrupalı gazetecilerin yazdıkları gibi, Batı ile Doğu savaşı değildir. Tam aksi: Avrupalılaşma hareketi Hindistan’a o kadar yerleşti ki, Avrupa’ya karşı ayaklanmak zorunda kaldık. Eğer Hindistan tamamen Hintli, kaderci ve iç alemine dalmış hakiki Doğu olarak kalmış olsaydı hiçbirimizin aklına İngiliz boyunduruğunu silkmek gelmezdi.

Ben, vatanımın eski ruhuna, geleneklerine ihanet etiğim için Hindistan’ın kurtarıcısı olarak göründüm. Okullarımızda yayılan İngiliz kültürünün de mükemmel bir zemin hazırladığı benim bu yola girişim sayesinde artık Avrupa fikirleri halk tabakaları arasında kökleşmiştir ve derdin devası da kalmamıştır. Halbuki bir Hintli köleliğe tahammül edebilir, İngilizleşmiş bir Hintli ise, İngiltere’de her İngiliz nasıl kendi kendinin hâkimi ise, Hindistan da kendi efendisi olmak ister. Benim 1920 yılına kadar olduğum gibi en müfrit İngilizperest mecburen Britanya aleyhtarıdır.

İşte Gandi hareketi denilen şeyin asıl sırrı budur. Hakiatte buna “Avrupalılığı kabul etmiş Hintlilerin mürted Avrupalılara karşı hareketi” demelidir. Avrupalılıktan kastım şu.

Fransızlar ve Almanlar hüküm sürmek üzere gelip insaniyet adına kendilerini idare iddiasında olurlarsa utançlarından ölecek

İngilizlere karşı. Siz ruhumuzu değiştirdiniz! Artık sizin mevcudiyetinize tahammül edemeyiz. Goethe’nin “Büyücünün çırağı”nı hatırlıyor musunuz? İngilizler içimizdeki politika şeytanını uyandırdılar, şimdi onu zararsız kılmak için ne yapacaklarını bilmiyorlar. Daha beter olsunlar!”

Birkaç dakika vardı ki, içeriye tilmizlerden biri girmiş, Mahatma’ya bir işarette bulunmuştu. Sözlerini bitirir bitirmez kalktım, beklenmedik bu açıklaması için kendisine teşekkür ettim ve otomobille Ahmedâbâd’a döndüm.

Kaynak: *Giovanni Papini

TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI

Mehmet Nuri Sunguroğlu

03.12.2015

SAMSUN’DA O SABAH “GÜNEŞ BATIDAN DOĞACAKTI”

gazi-2001Çanakkale geçilmemişti ama; vatan bölünmüştü. Balkanlardan çıkarılan Türklerin yaşamak şansı olmamalıydı ve Anadolu’dan da gitmeliydiler… Öyle istiyordular İngiliz başbakanı ve diğerleri, yanılacaktılar; imparatorluk yıkılmıştı ama, onu kuranların ruhları hala yaşıyordu.

Savaşlardan yenik çıkmış, bölünmüş, umutsuz ve yorgun, kaderine el konulmuş olan Türk milletinin; kendi bağrından çıkardığı evlatları kolları sıvamıştılar. Çileli bir milleti, yeniden diriltmek, ayağa kaldırmak gerekliydi. Türk milleti ya topyekün ölecekti, yada istiklaline kavuşacaktı.

İşte böyle bir zaman diliminde ülkenin batısından, İstanbul’dan 18 arkadaşıyla yola çıkan bir Osmanlı subayı vardı. 3 günlük yolculuktan sonra; 19 Mayıs 1919 yılının Salı günü sabahın saat 6 sında Samsun limanına gelmiştiler.

Mustafa Kemal’in Samsun’a ve Anadolu’ya ilk ayak bastığı o gün, o saatti. Samsun’a Müfettişlik Karargahının 18 subayı ile birlikte çıkıyorlardı.
Kara bulutların gölgesinde olan Anadolu’ya, “güneş o gün batıdan doğacaktı.”
Bu ülkenin nasıl kurtarıldığının tarihi de o gün başlayarak, yoluna devam edecekti.

Bayramınız kutlu olsun!

Mehmet Nuri sunguroğlu

19 Mayıs 2015

“Nereden geldiğini unutan milletler, nereye gideceğini de bilemezler.”

Richard Von Weizecker. Almanya eski Cumhurbaşkanı.

8 MAYIS 1945 FRANSIZLARIN YÜZ KARASIDIR

CEZAYIR2“Ermeni soykırımının ateşli savunucusu Fransızlar, 8 Mayıs 1945 yılında bir taraftan Hitler Almanya’sının istilasından kurtulurken, aynı gün soykırımı yapmaktan geri kalmamışlardır.”

Avrupa’nın Hitler rejiminden kurtuluşunun 70. yıl dönümü olan bu gün; Fransızların’da kurtulduğu ama; aynı zaman da da yüz karası olduğu gündür.

8 Mayıs 1945 tarihinde tüm Avrupa’da Almanların soykırımı sona ererken, aynı gün Cezayir’de Setif ve Guelma katliamlarında soykırımı yapan Fransa, 8 Mayıs tarihinde 2. dünya savaşının sona ermesi ve Almanların kayıtsız şartsız teslim olması üzerine Cezayir bayrakları ile kutlama yapan tüm Müslüman Cezayirlilerin üzerine, Fransız ordusu ve polisi tarafından makinalı tüfeklerle ateş açılarak 45.000 silahsız sivil Cezayirlileri görüldükleri ve yakalandıkları her yerde katletmişlerdir. Bağımsızlık için gösteri yapan halktan binlerce sivil katledilmiştir. Bununla birlikte Fransa, Cezayir’in bağımsızlığını ilan ettiği 1962 tarihine kadar sivil Cezayirlileri sistematik bir şekilde katletmiştir. Cezayirlilere göre, Fransa’nın 132 yıl süren işgali sırasında 1 milyondan fazla insan öldürülmüştür.

Ermeni soykırımının ateşli savunucusu Fransızlar, 8 Mayıs 1945 yılında bir taraftan Hitler Almanya’sının istilasından kurtulurken, aynı gün soykırımı yapmaktan geri kalmamışlardır.

Mehmet Nuri Sunguroğlu

8 Mayıs 2015