YERLİ APTALLAR VARKEN BİZİM ÇOCUKLAR NEDEN ÖLSÜN Kİ

bushResim: Orta Doğu kaosunun eli kanlı baş mimarı Georg Bush.

Orta Doğu dediğimiz bölge dünyanın en sorunlu bölgesi olduğunu söylemek için kahin olmaya gerek yoktur. Bu sorunlu ama, zengin olan bölgemiz tarihi boyunca Emperyal güçlerin paylaşmak için yarış etiği bölge olmuştur ve olmaya da devam edecektir.

Kendi iç düzeninde barışı sağlamaktan uzak bir insan yapısının yanında, oluşan mezhep kavgaları da bu sorunlu bölgeyi çok daha karmaşık hale getirirken, bırakın birleşmeyi, her gün daha da parçalanarak kan gölüne dönmüş olması, Orta Doğuyu tarihin utanç duvarı haline getirmiştir.

Haçlı seferlerinin devamı olan dışarıdan müdahalenin gerek maddi zararını, gerekse insan harcamasını kendi halklarına anlatmakta zorluk yaşayan günümüzün Haçlıları; 2. Irak savaşından sonra dışarıdan kendi askerleriyle değil, içeriden olan vatan hainlerini kullanmayı tercih ederek, yerli halktan oluşan ordular kurmaya yönlenmiş olup ve bunda da başarılı oldukları kesindir.

İçerideki satılıkların yardımıyla başlattıkları Arap baharı(!) ile Orta Doğuyu ateşe veren bu sözde demokrasi ihracatçıları, sadece iç ayaklanmalarla yetinmeyip, sınır ötesi faaliyet yapabilecek orduların oluşması için gereken ve yeterli kadar aptalı bulması da sorun olmamıştır.

Amerikalıların Irak’tan çekilirken zamanın El-Kaidesine bıraktıkları silahlar, günümüzün İŞİD terörünün alt yapısını oluşturmaktadır.

Orta Doğuda taşların oynaması ile oluşacak olan BOP projesinin ön gördüğü gibi, ülkemizde de başlamış olan kan akımı, ne yazık ki yine yerli aptalların eliyle akıtılmaktadır. İçeriden ve sınır ötesi saldırılarıyla başı çeken PKK terörüne eklenen İŞİD terörü yanında, devletimizin önemli makamlarına kadar gelen FETÖ terörü de üzerine düşen görevi yerine getirmekte geç kalmadığını 15 Temmuz darbe girişiminde göstermiştir. Atlatılan bu tehlike geçmiş midir? Hayır, geçmemiştir!

Sonuç olarak görüyoruz ki; “Batılılar 2. Irak savaşından sonra kendi askerlerinin ölmesini kendi halklarına anlatmakta zorluk yaşadıkları için, yerli halkı kullanmayı tercih etmişler; ve bunda da ne yazık ki başarılı oldular”!

Başta siyasiler olmak üzere bize düşen görev ise; “kayıtsız şartsız birliğimizi koruyarak, bu alçakça planlara karşı ülkemizi korumak ve savunarak dünyaya bir daha göstermektir ki; her ne kadar bu ülkede aptallar olsa da; Türküyle, Kürt’üyle, Laz’ıyla Kerkez’iyle; hulasa Türk milletinden Arap baharı olmaz!

Mehmet Nuri Sunguroğlu

26.08.2016

ORTA DOĞUYA NE ZAMAN BAHAR GELECEK?

 arabien[Yazık oldu Orta Doğuya, yazıklar olsun Avrupalıya! …ki; uymayan kaftanı, uymayan bedene giydirmeyi zorlayarak kol kanat kesmeyi medeniyet getirmek sandılar!]

Bilinen bir gerçek varsa oda şudur ki; Arap Baharına destek veren Avrupalılar kendi tarihlerini unutmuş olmalıdır.

Bir başka acı gerçek ise; Orta Doğu halkları despot rejimlerin idaresinden kurtulmak istediği için, ayaklanmış olsa da, henüz hayal ettikleri demokratik gelişmişlik yeterli olmadığı için istedikleri devrimleri gerçekleştirmekten çok uzaktadırlar. Yıktıkları yönetimleri paylaşmak sevdasına düşen bu adı geçen Arap ülkeleri, iç çatışmalara düşerek bölgeyi kana bulamış olmaları bunun en bariz delilidir.

Avrupanın gelişiminde yapılan devrimlerden biliyoruz ki; yapılan her devrimin arkasından ülkelerde yaşanılan kaosun bedeli hiçte az olmamıştır. Bu durum gerek Fransa devrimi olsun gerekse Almanya, Rusya devrimi olsun, arkasından mutlaka bir kaos yaşanmıştır ve binlerce, belki de milyonlarca insanın hayatına mal olmuştur. Bunu çok iyi bilen Avrupalılar, kendi tecrübelerini sil baştan yaparak Orta Doğunun „doğal yapısını“ değiştirmek yolunu seçmesi, tarihin affetmeyeceği bir hatadır.

Orta Doğuya baktığımızda görüyoruz ki; dış kaynaklı olsa da yapılan yıkımların arkasından bitmeyen iç kavgalar ile tahribat devam etmektedir. Bu durumu Afganistan, Irak ve arkasından Tunus’da başlayan „Arap Baharı“ ile tüm Orta Doğuyu ateşe veren, son durağı Suriye olan ayaklanmanın bıraktığı yıkımlar içler acısı olmuştur. Baştan beri aklı selim olan insanların sürekli olarak söylediğini burada tekrar edecek olursak: „Suriye düşerse, sıra Türkiye’ye gelir“ sözünün ne kadar doğru olduğuna bir daha şahit oluyoruz.

Ülkemize yapılan terör saldırılarının sebepleri çok iyi analiz edilirse, bunda bizim de payımız olduğu ortaya çıkar. İnanç üzerinden bağ kurduğumuz insanları ülkemize aldık. Mülteci politikamızda eksiklik olduğunu kabul etmedik. Hudutlarımızı yeteri kadar sıkı kontrol altına almadık.

Bundan daha kötüsü ise; en azından Avrupalılar kadar, bizde dış politikada yanlış adımlar atarak başka devletlerin iç işlerine karışmayı bir „büyük ağabeylik“ gibi algılayarak, o devrin çoktan tarihe karıştığının farkında olamadık. Sanırım ki; en büyük hatayı da burada yaptık.

Başlıkta sorduğumuz sorunun cevabına gelince.

Bölgemiz olan Orta Doğu, tarihinin en zor çağını yaşıyor. Eski çağlarda yapılan savaşlarda kılıç vardı, günümüzde ise gelişmiş savaş teknolojisi ile yapılan tahribat, öldürülen insan, göçe zorlanan insanların dramı hiç bir zaman bu kadar büyük ve acımasız olmamıştı.

Günümüzdeki Orta Doğu, Romalıların Yahudileri dağıtmasına ölçek olacaktan da daha çok ileri gitmiş olan bir tahribatın ölçüsü olmuştur. Orta Doğuda en azından günümüzde yaşayan kuşak değişmeden Baharı beklemek hayalden başka bir şey değildir. Bu ise en azından 50-100 yıl demektir.

Yazık oldu Orta Doğuya, yazıklar olsun Avrupalıya! …ki; uymayan kaftanı, uymayan bedene giydirmeyi zorlayarak kol kanat kesmeyi medeniyet getirmek sandılar!

Mehmet Nuri Sunguroğlu

14.01.2016

 

BAHANE Mİ VERDİN Kİ, AFFI MAĞFİRET DİLERSİN? SEN YİNE DE UMUDUNU KESME!

vicdanDeğerli dostlarım!
Bu gece Kadir gecesi, bin aya mukabil olan bu gecenin özelliğini bilmeyen yoktur. Dualarımızın, tövbelerimizin kabul olacağı gecedir bu gece! Yalın bir düşünce ile de olsa, bu gecenin önemi binlerce defa anlatılmış, milyonlarca defa dinlenmiştir. Yüce yaradanımız bu gecenin hürmetine bizlere bu geceyi bir “bahane” olarak bildirmiş ki, biz kullar; bu geceyi bir “bahane” olarak görüp, yüce yaradanımız dan affı mağfiret dileyelim!
Bakınız! Bu ne kadar yüceliktir! Ne kadar bağışlayıcıdır yüce yaratan ki, biz kullarına her vesile ile bir bahane vererek, yeniden, sıfırdan başlama imkanını sağlamıştır.

Peki… O kadar yüce olan Rabbimiz, biz kullarına affı mağfiret için, tövbe için, bu fırsatları verirken, biz kullar; kendi affımız için, kendi tövbemizin kabulu için hangi “bahaneyi” ortaya koyabiliyoruz? Oysa ki, ne kadar da çok “bahaneler” vardır ki, her biri bizler için çok kolay, çok ucuz, çokta yakındır ama, bizler onun farkında olamıyoruz!
Bahane, bir selam, bir tebessümdür! Bahane, bir yetimin başını okşamaktır! Bahane, bir yoksulun karnını doyurmaktır! Bahane, evsiz yersiz olan birisine sıcak bir tas çorba içirmektir! Bahane, komşular ile sevgi ve muhabbet içerisinde yaşamaktır! Bahane, bir yaşlıya hürmet etmek, yardımcı olmaktır! Bahane, ekmeği, suyu paylaşabilmektir! Bahane, yaşadığın topluma olan vergi borcunu ödemektir! Bahane, hiç bir şey yapamazsan dahi, ezilenler ile acıyı hissedebilmektir! Demek ki, o kadar çok bahaneler var ki, insan elini nereye atarsa atsın, asla “bahanesiz” kalmak diye bir şey söz konusu değildir!

Ne yazık ki; kendi içerisinde barışık olmayan bir İslam dünyamız var. Bir tarafta yine Müslümanların zulmüyle kan akarken, daha dün kendi sofrasında iftar açabilen yüz binlerce insan, bugün her biri bir tarafa savrulmuş, canını kurtarmanın çaresizliğiyle uğraşmaktadır. Emperyalist düşünenler Irak savaşından sonra gördüler ki, insan yatırımı pahalı oluyor ve bunu kendi halklarına anlatamıyorlar. İşin kolayını bularak, İslam dünyasındaki “uşaklarıyla” iş birliğini seçerek, içeride çıkardıkları fitne ile, Müslümanı, Müslümana kırdırmanın yolunu buldular. Bir taraftan silah satarak, öteki taraftan ellerini doğrudan kana bulamadan işlerini görüyorlar. İslam dünyasının mal makam sevdalıları da bu oyunu beraberce götürerek, ne yazık ki, bu oyuna ortak oluyorlar.
Cenabı Allah o kadar büyük ki; bu kadar acıları, bu kadar ızdırabı masum insanlara reva görenleri dahi af edebilecek umut kapısını kapatmış değil.
Umalım ki; bu gecenin hürmetine, bu zulme ortak olanlar, diz çöker, pişman olurlar da, İslam dünyasındaki bu zulümler sona erer.
Arıkan, Afganistan, Irak, Suriye, Mısır ve daha bir çok İslam ülkelerinde Allah’a açılan ellerin her birisi bir “bahane” olurda, bu zulümler son bulur!

Ben kendimce diz çöküp ellerimi açtım ki; İslam dünyası kendisini yok etmekten vaz geçerek, ahireti unutmadığı kadar, dünyadaki yaşamını da unutmadan, ezilmişler arasından kendisini kurtararak, geleceğini başkalarına teslim etmeden, Emperyal düşünenlerle ortak olmaktan vaz geçer… Benim duam, benim yalvarışımın “bahanesi,” bu gecenin hürmetine bu olsun. Umutlarımızı kaybedemeyiz. Zira; Allah bizlere umudunuzu kesmeyin diyor.
Amin!
Bizler kendi vicdanımızı af edebilirsek, yüce Allah elbetteki bizleri affedecektir. Yeter ki; bizler Allah’a bir “bahane” sunabilelim!
Kadir geceniz, kandiliniz mübarek olsun!… Sevgiyle kalın değerli dostlarım!

Mehmet Nuri Sunguroğlu
13.07.2015

YILIMIZ TAZELENDİ; YA İNSANLIK, ONUN DURUMU NASIL?

>>Bir şey daha ekleyeyim de yazıyı bağlayalım.

2015 yılında Osmanlının arkada bıraktığı ağır bir miras olan Ermeni sorunu; 2015 yılının en sıkıntılı günleri olacağını şimdiden söylemek kehanet olmasa gerek.<<
Yeni yıla girerken geleceğimiz için umutlarımızı tazeledik. Dilekler tuttuk, dostlarımıza başarılar diledik, daha neler istemedik ki…
Bazıları sokaklarda havai fişekler atarak yeni yılı kutlarken, bir başkaları komşu akraba ziyaretlerine gitti, bir ötekiler evde kalmayı tercih ettiler.
Farklı ortamlarda olsalar bile hepsinin ortak bir dileği olmuştur. Bu hangi dilektir bilmesi kolay olmasa bile, tahmin edilebilinir diye düşünüyorum. Ben kendimce her gün biraz daha kaybettiğimiz değerlerimizin bunların arasında olduğunu tahminlerim arasında görüyorum.
Gelişen iletişim teknolojisi dünyayı küçültmeye devam ederken, insanlar reel dünyadan uzaklaşmayı tercih eder hale gelmişler. Sosyal paylaşım sitelerinde sanal bir dünya oluşturarak bu dünyadan her gün biraz daha kopmaya devam ediyorlar.
Bir çokları kişiliklerini de saklayarak  sanal bir isimle dolaşmayı; anonim kalmayı tercih edenler arasında. Bir ötekiler, psikopat beynini ve ruhunu kontrol edemez halde; doktora gidecek yerde, sosyal paylaşım sitelerinde sorunlarına çözüm arıyorlar. Özellikle erkeklerin kadınları rahatsız etmesi bunların başında geliyor.
Havaya ve suya ihtiyacımızın olduğu kadar informatik haberlere de ihtiyacımız olduğu bilinen bir gerçektir. Ne var ki… insan bazen haber dinlemekten de korkuyor. Korkuyor, çünkü haberlerin iyisini sanki bizden “saklıyorlarmış” gibi geliyor insana. Bir başlıyor haberler; tabii bizde haberler bağırarak okunur(!) … insanın üzülmemesi imkansız.
Nerede ve kimler… kaç kişi ölmüştür?  Trafikte kaç kişinin ölümüne sebep olunmuştur? Gizli kameralar yine kimleri gözetlemiş, kimlerin telefonları hukuk dışı dinlenmiş, teröristler  Orta Doğu’da ne kadar İnsan öldürmüş;  ve daha bir çok haber „zenginliği“ evlerimize kadar her gün taşınmakta. Hele bir de magazin haberleri var ki; sanki olmazsa olmaz gibi bizlere sunulmaktadır…(!)
Dış haberlere gelince; onlar daha da düşündürücü.
Sowyetler birliğinin dağılmasıyla bozulan askeri denge dünya politikasına nasıl da damgasını vurduğuna 1990 lı Yıllardan beri hepimiz şahidiz. Sayısını bilemediğimiz insanların hayatını kayıp ettiği Afganistan ve Irak savaşları günümüzde yaşadığımız aktif savaşlar arasında belleğimizde kalacaktır.
Tunus, Mısır, Libya ve Suriye’de ki dışarıdan destekli iç ayaklanmaların aldığı ölü sayısı tahminlerin ötesine gidemeyecektir. Bu tespiti ne yazık ki boşalan silah depolarındaki listelerden elde etmek mümkün olmadığı gibi, onların yerine daha „modern“ daha öldürücü üretilen; kapital sermayenin cebini doldurucu olarak satışa arz edilen silahların sayısından da anlayabilmek mümkün olmayacaktır !
Birde İŞİD olayı var ki, hiç sorma gitsin. Müslüman olduklarını iddia ederek ne kadar Müslüman varsa hepsinin başlarını kesseler kana doymayacak kadar canavar bir ruh haliyle, Orta Doğu’da kan akıtıyorlar.  İslam dünyası da buna karşı tek ve en güçlü savunmayı; yıl başı kutlamalarının „gavur bayramı“ olduğunu iddia ederek halkı „gavur olmaktan“ korumaya uğraşıyorlar.
Ya Afrika…? Somali gibi kaç tane daha aç ülke var Afrika’da? Her gün binlerce çocuk açlıktan ölüyor . Silah fabrikaları bir gün üretimi durdursa dünyada açlıktan ölen çocuk kalmazdı.
Ya ülkemiz?
Yıllardan beri yaşadığımız terör olayları? Dışarıdan ve içeriden destekli PKK….ve süreç?
Ya ekonomi ? Başta kredi kartları olmak üzere vatandaşı yeteri kadar aydınlatmadan sunulan servisler görünürde kalkınma gibi olsa da; aslında bir makyajdan öteye değildir. Çünkü; üretim bizim değil, biz sadece tüketici olarak seçilmiş bir toplum olmuşuz.
Sorular bitmiyor ki; Pandoranın kutusu gibi açılınca arkası gelmiyor; insan bir an „insanlığın tedavülden“ çıktığını düşünüyor.
Medyamız ise kendi başına bir çelişki içerisinde. Eğitici programları mercek ile arar hale geldik. Bizleri…özellikle genç dimağları nasıl da etkilediklerini görmek insanın gelecekteki umutlarını karamsarlığa döndürüyor.
Ya seyircimiz; onlar ne yapıyor? Hiiiç…sofrada ne varsa yenilir misali sunulanı seyrediyor. Biraz kaba olacak ama… bazıları “tekrar” olarak verilenin üzerine yazılan “Özet” kelimesinin yanlış yerde kullanıldığının farkında bile değiller; üzücü ama…maalesef gerçek. Dünyanın hiç bir ülkesinde kendi diline bu kadar acımasız davranan başka bir millet düşünemezsiniz.
Ya geleneklerimiz…bizleri bağlayan, sosyal düzenimizi oluşturan „yazılmamış“ kanunlara ne oldu?
Hepsi birer birer, yine yazılmayan kanunlarla tedavülden kaldırılıyor. Yerlerine konulan yazılmış kanunlar ise hangi ölçüye dayanılarak biçilmiş olduklarını da anlamakta zorluk çekiyoruz. Bir çoklarını AB hevesimizden ötürü yürürlüğe koyarken sormayı unutuyoruz; „bu kanun bizim aile yapımıza uygun mudur“ diye ?
Eskilerde Otobüste trende, bir büyüğümüze yerimizi vermeyi bir onur olarak addeder dik; ya şimdi? …bırakın yer vermeyi, ayaklarını dahi toparlamak ihtiyacını hissetmeyen bir gençlik yetiştiriyoruz. Bir an düşündüğümüzde; insanlığın kendi kendini nasıl da bitirdiğini düşünmekten kendimizi alamıyoruz.
Bu bozulan sosyal düzenin çeşitli sebeplerinin başında şükür etmesini unuttuğumuz, batının unuttuğuna biz yeni olarak özendiğimiz, hatta bazı konularda kraldan daha kralcı olmamız geliyor.
Bütün bunları ve daha bir çok şeyleri anlamakta zorluk çekiyoruz.
Çekiyoruz… çünkü biliyoruz ki; tazelenmiş yeni Yıl da eskisinin devamı olacaktır. Yine cellatlar olduğu kadar kurbanlar da olacak ve insanlığın bunu engellemesi şöyle dursun; aksine, yangına ateşle koşar gibi davranacaktır ve masalarda ki haritalar üzerinde hesaplar yapılacaktır; nerede ve ne kadar petrol, ham madde vardır diye.
Bazen şükrediyorum ki…bizim ülkemizde göze çarpacak petrol kuyularımız yok diye.
Ve bunların yanında doğa felaketleri, mevsimlerin alışılagelmişin dışında oluşmaları; bunda da insanlığın payı az değil. Çevreye püskürttüğümüz kirletici maddeleri sadece gözümüzden uzaklaştırıyoruz, atmosferi bozarak geriye dönmelerinin hesabını yapmaktan aciziz.
Sanayimizde sanki kontrolsüzmüş gibi bir durum var; derelerimizde kirlilikten balık görmeye hasret kaldık. Oturum alanlarında arıtma tesislerinin sayısı yeterli olmadığı için ülkemizde haklı olarak bir “Fosseptik” çukuru kanunu vardır; gel gör ki uygulanmasında zorluk görülür. Kontrolsüz lağımlar derelerimize akar, akar gider…! Neyse ki… doğa felaketlerine katlanmanın en azından bir tesellisi var. Yukarıdan geldi ne yapalım diyoruz. Ya insanların insanlara yaptıklarına nasıl bir sebep bulabileceğiz. Ne koyalım bu insanlık dışı yapılanların adını?
Ya sevmek, sevebilmek, sevilebilmek?
Nezaket kurallarımızı, karşımızdakine davranmamızı unutanlar hiçte az değil.
Sevinebilmeyi unutmuşuz; sanki doymuşuz her şeye. Midemizin doyumu, giydiğimiz kıyafet, aldığımız oyuncakların doyumu esas açlığımızı gideremediğini bilmiyoruz.
Esas ihtiyacımız olan eğitimi dilden bırakmayız; teknik öğrenimlerimizi eğitim olarak kabulleniriz. Öğrenimin bir teknik bilgi edinmek olduğu gözümüzden kaçtığı için, onu “eğitim ve aile” terbiyesi ile karıştırırız…maalesef !
Eskilerimiz hatırlarlar; yolda giderken tanımadıklarımıza da selam verirdik. Şimdi selam verirken yanımızda şahit arıyoruz; olur ya adam „küfretme“ diye çıkışa-bilir korkusu var içimizde. Çünkü yazılı kanunlarda selam vermek mecburiyeti yoktur!
Sokakta yolun ortasından yürüyeni korna çalarak ikaz etmekten korkar hale geldik; adamın nasıl reaksiyon göstereceğinden korkuyoruz…ya „küfrederse“… o zaman ne olacak sorusu beynimizi kurcalamaktadır.
Her gün açık verdiğimiz harcamalara nasıl cevap bulabiliriz? 5 kuruş kazanıp 10 kuruş harcamakla nereye gittiğimizin hesabını nasıl vereceğiz?
Binlerce şükür olsun yüce Tanrı’ya, ülkemizde iyi şeylerde oluyor.  Oluyor da, kötü yapılanların ağırlığı fazla geldiği için iyileri düşünmeye zamanımız kalmıyor.
Allah’tan neyi ne zaman ve nasıl isteyeceğimizi bir öğrenebilsek belki yardımcımız olurdu.
Sorumsuz medyanın sayesinde; Noel babadan neyin nasıl isteneceğini çocuklarımız nasıl olsa “bedava“ öğreniyorlar
Başka ne kaldı ?
Bir şey daha ekleyeyim de yazıyı bağlayalım.
2015 yılında Osmanlının arkada bıraktığı ağır bir miras olan Ermeni sorunu; 2015 yılının en sıkıntılı günleri olacağını şimdiden söylemek kehanet olmasa gerek.
Umutlar bizlere en son veda edenlerdir !…diyerek yazıyı kapatalım.
Yeni yılınız kutlu olsun, sevgiyle kalın!
Mehmet Nuri Sunguroğlu
02 Ocak 2015

 

NİYETİMDE DUA YAPACAKTIM AMA, OLMADI

Günaydın değerli insanlar, hayırlı bir bayram sabahı sizlerle olsun! Yüreğinizden sevgi eksik olmasın!
Sabah namazının arkasından bayram sevinciyle diz çöküp dua yapacaktım ama, ne yazık ki olmadı; sonunda istemediğim bir dua oldu.

Karanlık bir zihniyetin esaretinden kurtulamayan Orta Doğu halkları; bayram sevincini kursağımızda bırakıyor.

Cennete gitmek için dünyayı cehenneme çeviren, bayramları tüm İslam alemine zehir zemberek edenlerin yaşadığı dünyamızda bir çok acı olayların da şahidi oluyoruz.
Savaşlar acımasızca devam ediyor. İslam dünyası iç içe girmiş vaziyette. Kavgalarını sürdürmeyi, birbirlerini yerce-sine kıyım yapmayı duadan sayıyorlar. Hemde din ve Allah adına yapıyorlar bu zulmü. Birbirlerini boğazlarken indirdikleri kılıcı „Allahuekber“ diyerek indiriyorlar. Öldürdükleri İnsanların ciğerini söküp yerken gülerek dans ediyorlar. Ölüler ile dalga geçercesine, cesetlerine yemek yediriyorlar. Birde; utanmadan bunları kayıtlara alarak tüm dünyaya yayımlıyorlar.
İşte böyle bir dünyaya bakarken, diz çöküp dilek tutmaktan başka elimizden bir şey gelmiyor.
İnsanlığın doğduğu, yayıldığı yer olan Orta Doğu, dünyanın en eski kültür ve medeniyetlerini bağrından çıkarmış olması… Günümüzde ise insanlığı, dini imanı yok sayacak nesillerin yetiştiği bir bölge olması da ayrı bir acı veriyor.

Cennette en baş tarafta yerlerini almak için dünyada ilk baştan kılıcıyla konuşan bir zihniyet doğdu Orta Doğu’da.
Cennetin huri kızlarına sahip olmak için bu dünyada ki kızları, kadınları pazarlayarak orta çağı da geride bırakmış bir yeni „cennet yolcuları“ kervanı oluştu Orta Doğu’da.
Yüce İslam dinine karşı en büyük rezilliği sergileyerek aklın durduğu hafızanın alamayacağı gaddarlığı sergileyen bir canavarlar ordusu oluşuyor Orta Doğu’da.
Her türlü sevgiden, saygıdan, merhametten uzak, acımasız ruhların doğduğu, eğitildiği, insanlığın üzerine salıverilmiş alçak ruhlarıyla tüm insanlığı, yok etseler de doymayacak olan bir toplum yetişiyor Orta Doğuda.
Bitmez… Yazmakla bitmez!
Acıların eşliğinde şimdi kalkıyor ve caminin yolunu tutuyorum. Allah biliyor ya… Artık yapılan dualara da „şüphe“ ile bakıyorum. Belli ki bizlerden önce birileri, bizim dualarımız kabul olmasın diye dualar yapmış olmalı… Bunun başka ifadesi kalmadı gibi görülüyor.

Ey ruhu doymamış insan! Gırtlaklarınızdan altın aksın o doymayan midenize, cehennem ateşi olsun da rahat edin! Rahat edin de belki insanlık kurtulur sizlerden.
İçimdeki buruk acı ile bayram namazına giderken, cennet için dünyayı cehenneme çevirmeyin diyorum!
Allah sizleri ıslah etsin!
Islah olmazsanız kahretsin diyorum!

Amin!

Mehmet Nuri Sunguroğlu
04 Ekim 2014 Cumartesi 2014 kurban bayramı.

13 . YILINDA 11 EYLÜL: ARTIK HİÇ BİR ŞEY ESKİSİ GİBİ DEĞİL VE OLMAYACAK

11eylül>> Büyük Orta Doğu projesi uygulamaya konuldu. Bazı eş başkanlık makamları dağıtıldı. Eş başkanlar göğüslerini gererek „askerde onbaşı olanlar“ gibi şahlanarak bu unvanla toplumun önüne çıktılar. Ve acemi birliğinde yemin merasiminden sonra komutanı alkışlayanlar gibi de alkış topladılar.<<

„Evet…11 Eylül 2001 bir milattır. Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak!“

Amerika Birleşik devletleri 11 Eylül 2001 sabahı kendinin bile farkında olmadığı yeni bir geleceğe uyandı. Artık ne ABD. nede dünya, hiç bir zaman eskisi gibi olmayacaktı.

Birinci Körfez savaşında Suudi Arabistan’a yerleşen Amerikan askerleri, El Kaide örgütünün başı olan Bin Ladin tarafından kabul edilemez olarak görülüyordu.

Afganistan’da Sowyetler istilasına karşı Amerika tarafından destek verilerek kurulan El Kaide örgütü, şimdi de Amerikan askerlerinin Suudi Arabistan’dan çekilmelerini ısrarla istiyordu. Olayların detayı çok geniş ve çok da farklı olarak 13 Yıldan beri tartışılmaktadır. Tartışılması gereksiz olan bir şey varsa, o da; artık hiç bir şeyin 11 Eylül 2001 öncesi gibi olmayacağıdır. New York Dünya Ticaret merkezine yapılan saldırı, dünyadaki tüm dengeleri, yaşam ve düşünce düzenini bozacaktı.

Önce; El Kaide’nin eğitim alanları olan Afganistan saldırıya uğradı…detayları herkesçe malum. Sonra Irak’a yapılan birinci Körfez savaşının yarım kalan bölümü oğul Bush tarafından tamamlandı…detayları malum.

Karşı taraf da durmuyordu. Madrid’de Tren havaya uçuruldu. Londra’da, İstanbul’da ve daha bir çok yerlerde saldırılar düzenlendi.

Günlük yaşamda her şey kontrol altına alındı. Hava alanlarında yoklamalar hayal edilemeyecek kadar zorlaştırıldı.

Hüviyetler değiştirildi.

Artık herkes; özellikle İslam dünyasının vatandaşları tüm dünyada şüpheli bir duruma geldi. Artık o gülen, dans eden toplumlar gülüp oynamaktan çekinmeye başladılar.

Dünya ekonomisi değişti. Büyük Orta Doğu projesi uygulamaya konuldu. Bazı eş başkanlık makamları dağıtıldı. Eş başkanlar göğüslerini gererek „askerde onbaşı olanlar“ gibi şahlanarak bu unvanla toplumun önüne çıktılar. Ve acemi birliğinde yemin merasiminden sonra komutanı alkışlayanlar gibi de alkış topladılr.

BOP projesinin ön gördüğü gibi Arap dünyası yeniden dizayn edilmeliydi. Ancak; Afganistan ve Irak’ta olduğu gibi dışarıdan asker göndererek değil; çünkü bu hem pahalıydı, hemde insanı yatırım gerekliydi. İslam dünyası kendi kendini sözde demokrasi ve özgürlükler adına karıştırılmalıydı. Ne yazık ki; cehaletin esaretinden kurtulamayan Orta Doğu insanı bu tuzağa düşerek batının bu oyununu göremedi ve kendi içlerinde çıkardıkları isyanlarla kan dökmeyi uygun buldular.

Ne yazık ki bu proje günümüze kadar başarıyla uygulanmaktadır ve sonu belli olmayan; ama her haliyle Batının istediği gibi sonlanacağını söylemek kehanet olmasa gerek.

Ve daha buraya sığmayacak kadar toplum değişikliğine uğradığımız dünyada, herkes korkuyla yatıp kalkarken: Adına “ARAP BAHARI” dedikleri sözde demokratikleşme isyanları başladı. Demokrasiyi getirmek isteyenler ise…paradoks olarak; diktatörlerle, Sultanlarla beraber çalışmayı utanç olarak algılamadılar.

Arap baharına direnen Suriye başkanı Beşar Esad bir zamanlar dostumuz iken, birden düşmanımız oldu. Beşar Esad’ın direnmesi; IŞID denen terör örgütünün ortaya çıkmasının zeminini hazırladı. Batının bu örgüte karşı yarı istekle karşı çıktığını izlemek ise, üstteki düşüncelerimi daha da onaylamakta olduğunu esefle takıp ediyorum.

Beşar Esad bir diktatördür değildir, bu ayrı bir tartışmadır. Saddam Hüseyin’de bir diktatördü ama ülkesinin bütünlüğünün garantörü idi. Günümüzde Irak parçalanmış ve tüm enerji kaynakları uğruna savaşlar devam etmektedir. Tekrar Suriye’ye dönersek;

Suriye düştüğü an, sırada Türkiye vardır. En azından bunu görmek zorundayız.

Biz yine 11 Eylül olayına dönelim.

New York ticaret merkezine yapılan saldırı bir trajik kriminal olaydı. Kabul edilemez bir saldırıydı. Binlerce suçsuz İnsanın ölümüne sebep olmuş bir terör saldırısıydı ve öyle muamele görmeliydi.

Ne var ki; zamanın ABD. başkanı oğul Bush ve çalışma takımı için bu durum öyle görülmedi ve İslam dünyasına savaşlar başlatıldı. Aranan sebep bulunmuştu, değerlendirilmeliydi.

Çünkü: Sowyetler birliğinin dağılması, dünya dengelerinin de bozulması demek ti. Yeni bir “düşman bulunmalıydı”. Bu da; ne yazık ki İslam dünyasının yardımlarıyla gerçek oldu.

Yani…dünya lideri ABD Bush başkanlığında. düşman bulmakta hiçte zorluk çekmedi. Ezeli planlar devreye girerek Orta Doğu ve Orta Asya ABD hegemonyasının altına alınmalıydı. Bu proje tüm kan akımıyla devam etmektedir.

Evet…11 Eylül 2001 bir milattır. Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak!

Sevgiyle kalın.

Mehmet Nuri Sunguroğlu

11.09.2014

GAZZE’DE ÖLENLERİN SORUMLULARI KİMLERDİR?

hamas raketenweideDeğerli okurlarım,

Yaklaşık 70 yıldır süregelen Filistin’deki insanlık dramı, yeniden kan akımıyla devam ediyor.

Bu nasıl bir meseledir? Bu dünyanın düzeni yok mudur? Herkes haklı mıdır? Herkes haksız mıdır?

Yazıyı uzunca yazmaya gerek olmadığı gibi, geniş bir analiz için de bu sayfalar yeterli değildir.
1) Mısır’daki Müslüman kardeşlerin güç kaybı, Hamas’ında güç kaybına sebep olmuştur. Bu kaybolan gücünü kurtarmak için; Hamas kendi halkını esir alarak İsrail’e karşı kalkan olarak kullanmakta olması, Hamas’ın Filistin halkı için yapacağı en kötü bir durumdur.
2) Hamas, kendileri tarafından bölünmesine sebep oldukları Filistin halkının birliğini yeniden düzelterek, yapmış oldukları tarihi hatayı ortadan kaldırıp, Filistin halkının beraberliğinin yeniden sağlanmasını oluşturmalıdır. Tüzüğünde ret ettiği uluslar arası barış girişimlerini desteklemelidir. Silah zoruyla kazanamayacağını bildiği macera yolunu bırakarak, diplomatik girişimlere ağırlık vermelidir.
3) Hamas; kendine güç saydığı raketlerin İsrail’e boyun eğdiremeyeceğinin bilincinde olarak; en uzun mesafesi 160 km olan bu raketlerle; üstelikte İsrail’in güçlü füze savunması karşısında İsrail’i tahrik ederek savaş sebebi oluşturmamalıdır.
4) Gelelim İsrail’e. İsrail hükümeti kullanmış olduğu askeri güç ile hedefin çok ötesine geçerek sebep oldukları ölümlerin insanlık suçu olduğunu bilmelidirler. Filistin halkının hakkı olan özgür devlet olmak şansının önünde durmamalıdır. İstila ettiği Arap topraklarını boşaltarak, 1967 sınırlarına razı olmalıdır. Birleşmiş Milletlerin 1948 yılındaki iki devlet statüsünü kabul ederek, Filistin halkının hakkını gasp etmekten vaz geçmelidir. Anayasasındaki: “Kudüs İsrail’in bölünmez başkentidir.”maddesini düzeltmelidir. Bunları yapmadığı süre, bu dava için ölenlerin, gerek Filistin, gerekse İsrail tarafından olsun; asıl sorumlusu olduğunu bilmelidir.
5) Başta Amerika olmak üzere, Avrupa birliği ve dünya Yahudi lobisi, İsrail’e verdiği desteği durdurmadığı süre, Gazze’deki ölümlerden sorumludurlar.
6) Arap birliği (eğer varsa) Filistin halkına geniş kapsamlı olarak maddi destek vererek, Filistin halkının gelişiminde destek olmadıkları süre, Gazze’deki ölümlerden aynen sorumludurlar. Gerekirse, rizikoya girmekten kaçınmayarak, 1973 yılında yaptıkları gibi; petrol ambargosunu düşünmelidirler.
7) Rusya ve diğer Kafkas ülkeleri gibi, Orta Asya ülkeleri de, diplomatik yolları zorlamadığı süre, Gazze’de yaşanan ve sonu belli olmayan bu felaketlerden sorumluluk paylarının olduğunu bilmelidirler.
8) Osmanlı’nın mirasına el koyan İngiltere, Filistin halkı için daha fazla sorumluluk üstlenmediği süre, Gazze’deki insan kıyımından sorumludurlar.
9) Türkiye Cumhuriyeti, İsrail Filistin arasındaki bu insanlık dramında içe dönük sloganlar yerine, daha aktif olarak uluslar arası platformlarda boy göstermelidir. İsrail ile ilişkilerini dondurmayı dahi göze almalıdır. İsrail’in Orta Doğuda daha fazla güç sahibi olmasının Türkiye için de yarınların tehlikesi olduğunun bilincinden hareket ederek, Orta doğu politikasını yeniden masaya yatırmalıdır. Kurulacak olan Kürt devletinin İsrail için en büyük kazanç ve Türkiye için en büyük kayıp olacağının bilincinde olarak, boğduğu kendi askeri gücüne yeniden nefes almak şansının zeminini hazırlayarak, yaptığı hatayı düzelterek, Orta Doğuda gerçek bir denge gücü olduğunu ortaya koymalıdır. Tüm bunları göz ardı ederek, iç siyasette bazen çok lüzumsuz olan çekişmelerde sarf edilen enerjiyi yeniden kazanabilmek için, her konudan bir vazife çıkarmayacak kadar soğukkanlı olmalıdır.
10) Sonuç: Gazze’deki bu savaşın sonunda fazla bir şey değişmez. Ölenler ölür. Hamas attığı raketleri yeniden alır. İsrail yaptığı savaş harcamalarını birilerine fatura eder. Ve Dünya kendi utanması gerektiği bu insanlık dramından pay çıkarmadan yoluna devam eder. Bizlerde kabul olmayacak dua ve beddualarımızla, bazen gözyaşı, bazen de hırsla olayları kısa zamanda unuturuz… Her zaman olduğu gibi!
Mehmet Nuri Sunguroğlu
13.07.2014

SURİYE ÇIKMAZINDA KİM KİMİ ZORLUYOR? HÜKUMET; KENDİ CESARETİNİN ESARETİNDEN KURTULABİLECEK Mİ?

Bu yazı, hiç bir siyasi düşünceye hizmet etmek için kaleme alınmamıştır. Çünkü; benim siyasi düşüncemin odak noktası; sadece Türkiye Cumhuriyetidir.

Değerli okurlarım!

18 aydan beri devam eden Suriye krizi, doruk noktasına doğru yanaşmaktadır. Daha öncede yazdığım gibi: “Suriye’de ateşle oynanıyor, biz bu oyuna neden karıştık?”…diye.

Bu güne kadar yapılan gözlemler; Suriye iç isyanının arkasında batının olduğu düşüncesinin ağırlıklı olduğunu biliyoruz. Acıkça söylemem gerek ki, uzun yıllar Avrupa’da yaşayan birisi olarak, bende bu düşüncenin ortağıyım.

Bu düşüncemizin asıl sebebi, ABD ve onun arkasında ki güçlerin; başta İsrail olmak üzere Orta doğuda ki BOP projesidir. Ve bu projenin eşliğinde ülkemizin parçalanma korkusu yatmaktadır. Bu durum madalyonun bir tarafı.

Ya öteki tarafı? Orada ne yazabilir?

“Arap baharı”, Tunus’ta başlayıp Mısır üzerinden yoluna devam ederken, batının da askeri yardımıyla, Libya’da Kaddafi’nin ölümüyle hız kesti. Az da olsa umutlanmıştık;… umutlanmıştık ki; dünya barışı yeni bir şans yakaladı diye. Ancak bu umutlarımız ne yazık ki uzun sürmedi, gerisi malum.

Peki…aradan geçen 18 ay gibi bir zaman içerisinde, tüm askeri imkanlara sahip olan batı, neden müdahale etmedi;…etmiyor?

Başta Rusya ve Çin olmak üzere, İran’ında desteğini yanında bilen Suriye başkanı Beşer el Esad  bir nevi meydan okurcasına ve çaresizce, iktidarını korumak için direndi ve direnmeye devam ediyor. Karşılığında ise; Suriye isyancıları da silahı bırakmayı düşünmüyorlar. Bu isyancılar ise en büyük desteği Türkiye’den almaktadırlar. Ancak; Tunus Mısır ve Libya da olduğu gibi olmadı Suriye ayaklanmasında; Beşer el Esad rejimi dayanıklılığını hala devam ettiriyor ve isyancıların “kurtarılmış yerler” olarak ilan ettiği yerleri yeniden geriye alıyor.

Böyle bir durum mevcut iken Beşer el Esad rejimi neden Türkiye ile bir savaş içerisine girsin? Akçakale’ye düşen bombayı kimin attığı tam açıklık kazanmadığı halde; Suriye bunun için özür diledi. Peki; özür dileyen bir hükumet  neden bomba atmaya devam eylesin? Bunda  bir faydası olur mu? Yoksa; Türkiyeyi Beşer el Esad rejimine karşı savaşa sokmak isteyenler isyancılar mı?

Gönül isterdi ki, durum buraya kadar gelmese idi! Hükumet olarak yabancı bir ülkenin iç işlerine karışmamış olsaydık. Ne yazık ki bunu yaptık. Batıyı yanımızda gördük ve yanıldığımızı geç anladık.

Suriye’deki ayaklanmalara destek veren hükumetimiz tüm uğraşılarına rağmen batının tam desteğini almış değildir. Batı medyasını izleyebilenler bunu anlamakta zorluk çekmezler. Hatta bir çok batılı yazarlar: Erdoğan Hükumetinin batıyı zorladığına inanmaktadırlar ve Batının Türkiyeyi frenlemek zorunda olduğunu yazmaktadırlar. NATO’nun Suriye’ye yapacağı müdahalenin, NATO’yu bölebileceğini iddia edenler de bunların arasındadır.

Türkiye’nin istediği tampon bölge oluşturulmasını bir türlü kabul etmeyen batı, olayın yükünü tamamen Türkiye’nin üzerine bırakmıştır. Bu durumu göçmen koordinesinde de görmek mümkündür. İlk başta yardım gibi görünen mültecileri misafir etmemiz bir insani görev olarak addedilse de; artan göçmen sayısı ve bu göçmenlerin hepsi gerçekten göçmen statüsüne uygunmudur diye bilmediklerimizin de aralarında olduğu kesindir. Bu durum ise, “misafirperverliğimizin” yanlış olduğunu göstermektedir. Sadece ekonomik değil, aynı zamanda siyasi bir yük taşımakta olduğumuzu görmekte geç kalınmıştır.

Burada sormak lazım!

Hükumetin dış politikasında uyguladığı tutum ne kadar doğrudur? Orta doğu batağına neden girdik? Suriye politikasında yalnız kalacağımızın hesabını neden yapamadık? Rusya ve Çin gibi iki güçlü; ve her an terörü bize karşı destekleyebilecek olan İran’ı neden hiç hesaba katmadık?

Biz Türkler olarak İslama en büyük hizmeti veren bir milletiz. Ancak; kurtuluş savaşında görmüşüz ki; Arap dünyası bizi yolda bırakmıştır. Peki…nedir bu Arap dünyasına olan hayranlığımızın altında yatan sebep? Neden şımartılmışlar gibi davranıyoruz? Ne oldum çılgınlığına düşmemiz için bir sebep görünürlerde yok! Sultan ve Krallık zamanı arkada kalmadı mı?

Ekonomide bir refah var sa, bu bizim üreticilik başarımız değil. Bir tüketici toplum olarak dışa açmış olduğumuz iç pazarımızın ve güçlü bir tüketici kitlesi olmamızın getirdiği rahatlamadır.

Uzaktan yakından bacası tüten bir fabrika görünmüyor. Ne yazık ki, biz bunu görmekte zorluk çekiyoruz…

Mehmet Sungur

07.10.2012