CEM ÖZDEMİR’E AÇIK MEKTUP

ERIVAN

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[Evet Sn. Özdemir. Sizi tebrik ediyorum…yok hayır. Sizi kutluyorum ki; Alman parlamentosunu ve Alman gazetelerini gülünç duruma düşürmeyi başardınız!

CEM ÖZDEMİR’E AÇIK MEKTUP

Sn. Özdemir, Sizi yürekten tebrik ediyorum ki; iki yıllık Amerika tecrübelerinizin dönüşünde yapmış olduğunuz çalışmalarla Ermeni Soykırımına; “Şansölye Angela Merkel’in ve dış işleri bakanı Walter Steinmeier’in katılmadığı oylamada Alman Parlamentosundan evet oyu aldınız.” Ve Sizi tekrardan tebrik ediyorum ki; kendinizi ve Alman Parlamentosunu, hatta tüm Alman medyasını dünya kamu oyu önünde gülünç bir duruma düşürmeyi başardınız. Neden mi Sn. Özdemir! Uzun yazmayacağım, kısa olacak!

Sn. Cem efendi!

Parlamentoda tüm konuşanları takip etmiştim. Bu sabah da Alman medyasını gözledim. Hatta Size teşekkür eden Türk gazetecisinin de olduğunu gördüm. Parlamento konuşmalarını dinlerken içimden gülmek gelmemişti ama; bu sabah Alman gazetelerini okurken kendimi tutamadım. Tutamadım dersem, güldüğümü sanmayın, bir acı tebessümdü hepsi.

Biliyormusunuz Sn. Özdemir. Olaylar bu kadar acı olmasa, insanın gülesi gelirdi.

Bakınız Sn. Özdemir! Size göre 1915 de neler olmuş, neler olmamış.

1915 olaylarında tek bir Türk ölmemiş. Tek bir kadının ırzına geçilmemiş. Tek bir çocuğumuz havaya atılıp altına süngü tutulmamış. Türkler evlere doldurulup yakılmamış. Ermeniler Osmanlıya karşı hiç bir isyan yapmamışlar. Ruslar ile beraber çalışmamışlar. Ama biz Türkler her şeyi yapmışız. Yani durup dururken, keyfimiz öyle istediği için katliamlar yapmışız, sürgünler düzenlemişiz, insanları öldürmüşüz, asmışız, açlığa terk etmişiz ve daha neler ki neler yapmışız.

Yani; onurla temsil ettiğin, vatandaşlığına sahip olduğun Almanların yaptığı gibi, insanları hiç bir günahı yokken, sadece başka bir ırktan olduğu için toplayarak mezbahana ya, gaz odalarına, fırınlara göndermişiz.

Şimdi Size soruyorum! 1915 olayları böyle mi olmuş Sn. Özdemir?

Bırakalım benim büyük halamı. Bırakalım Türklerin ne dediklerini. Peki; bir çok yabancı bilim adamlarının bu konu hakkında tamamen aksini yazdıklarını nereye koyacağız sn. Özdemir?

Nereye koyacağız adıyla, köyüyle, mekanıyla tespit edilmiş, arşivlenmiş 518 bin hunharca öldürülen Türk insanını? Nereye koyacağız tespit edilemeyenlerin listesini? Nereye koyacağız dere boylarında, kuytularda ırzına namusuna tecavüz edilenlerin listesini? Nereye koyacağız bunları ‘güzel çocuk’? 1970 yıllarında okula gittiğini düşünüyorum. Git öğretmenine sor bakalım ki; sizlere tarih dersi verdiler mi? Vermediler. Çünkü Almanlar tarih dersinden korktukları için, dersini de okullarda okutmaktan korkuyorlardı!

Evet Sn. Özdemir. Sizi tebrik ediyorum…yok hayır. Sizi kutluyorum ki; Alman parlamentosunu ve Alman gazetelerini gülünç duruma düşürmeyi başardınız!

Mehmet Nuri Sunguroğlu

04.06.2016

BU BÖYLE DEVAM EDEMEZ

imperyalismus[Pazar sohbeti]

BU BÖYLE DEVAM EDEMEZ

Her yıl olduğu gibi, bu yılda “soykırım” suçlamalarıyla yoğun baskı altına alınan Türkiye Cumhuriyeti; bu yoğun baskıya karşı sadece “biz yapmadık” ile cevap vererek meseleyi kapatamaz. Türkiye Cumhuriyeti, reaksiyon yerine aksiyon politikasını uygulamaya koymak zorundadır. Meseleyi gündem olarak görüp geçiştirmek büyük bir milletin şanına yakışmaz olduğunun bilincinden yola çıkarak; suçumuz varsa, kabul etmek, yoksa bunu dünyaya anlatmak zorundayız. Böyle bir sorumluluğu bizim için başkalarına bırakmak, meselenin ağırlığının farkında olmamaktır. 100 yıldan beri bu çok önemli konuya yeteri kadar önem vermediğimiz büyük bir talihsizlik olmuştur. Bu konu üzerinde yeteri kadar çalışmadığımız içindir ki, dünya literatürüne “soykırım” kavramı girebilmiştir.

Soykırım” kavramı vurmak, öldürmek sürgün etmek ile mukayese edilemez. “Soykırım” kavramı, bir milletin başka bir milleti planlı olarak yer yüzünden yok etmesi demektir. Topluca işlenmiş olan en ağır ve en adi suç olan bu etiketi, nesillerimizin alnına yapıştırarak, onları sonsuzluğa kadar mahkum etmek hakkına asla izin verilmemelidir. Bunun tek yolu ise, kendimizi aklamaktan geçer. Bu aklama; “biz yapmadık, onlar yaptılar” diyerek havanda su dövmek ile olmaz. Eğer onlar yaptılarsa, çıkar belgelerini koy dünyanın gözünün önüne ve sustur bu propaganda makinesini. Yok eğer biz yaptıysak, o zaman suçumuzu kabul ederek gereken ne varsa yapalım.

Siyasi kararlarla üzerimize yıkılmak istenilen “soykırım” suçlamasının henüz mahkemece verilmiş bir hukuki kararı olmasa da, bunun karşısında susmak, yarınların ne getireceğini de peşinen kabul etmektir.

Emperyalist düşünceyi üretenlerin dünya tarihinde soykırım yapanları bellidir. İspanyollar Güney Amerika’da, bu günkü Amerikalılar Kuzey Amerika’da, Belçikalılar Kongo’da, Almanlar Afrika’da Nabibiya halkına, Fransa Cezayir’de Ruslar kendi ülkesinde, İngilizler Avustralya’da ve yine Almanlar Avrupa’nın tümünde yaptığı Yahudi soykırımı tarihin karanlıklarında saklıdır. Bunlardan sadece Almanlar resmi olarak Yahudi soykırımını kabul etmiş; Avustralya yerlilerden özür dilemiştir. Ya ötekiler? Sadece Belçikalılar Belçika Kongo’sunda 10 milyon yerlileri acımasızca yok etmiştir. Günümüzde dahi İsrail Filistin çatışmasında, uzun vadeli olarak bir soykırım politikası izlenmektedir. Ne var ki; tüm bunlar bizi ev ödevimizi yapmaktan alıkoyamaz ve bunun böyle devam edeceğini kabul etmek, dünya siyasetine saf ve naif bir düşünce ile yanaşmak demektir.

Sonuç olarak:

Türkiye Cumhuriyeti bu mesele için hiç bir masraftan kaçınmadan tarafsız bir Enstitü oluşturarak meselenin özünü açığa çıkarmalıdır. Bu çalışmanın özünde olması gereken arşivler ki, bunlar bellidir. Başta Osmanlı arşivleri ve Rusya, Amerika, Fransa, Almanya Ermenistan arşivleri bu Enstitü için arşivlerini açmalıdırlar. Bu enstitüde yüksek donanımlı bilim adamlarına çalışmak imkanını tanıyacak gerekli bütçe; 2010 yılında İstanbul kültür şehri için ayrılan paranın yarısını bile oluşturmaz. İstanbul’a harcanan o paradan günümüze ne kaldı diye düşünürsek, bir kaç milyonerden başka bir şey yok diyebiliriz. Ama; tarihin bize bıraktığı ağır miras için harcanacak paradan geriye ve gelecek nesillerimize çok şey kalacaktır.

Hayırlı Pazarlar…Sevgiyle kalın.

Mehmet Nuri Sunguroğlu

26 Nisan 2015

AĞIR MİRAS 1915 / 9

2015-04-22 13_01_21-Aram Hamparian (@ANCA_DC) _ TwitterSELAHATTİN DEMİRTAŞ: “TEREDDÜT ETMEDEN ERMENİ SOYKIRIMINI KABUL EDİYORUZ”

Bende size hiç tereddüt etmeden sadece 4 soru soruyorum !

Sn. Selahattin bey,

Tereddüt etmeden Ermeni “soykırımını” kabul ettiğinizi söylüyorsunuz. Size fazla şey anlatmayacağım; sadece 4 sorum var.

1) Amerika Ermeni Ulusal Komitesi başkanı Aram Hamparian’ın twitter hesabından iftiharla sunduğu bu haberin karşılığında size ne vaat edildi ?

2) Osmanlı arşivlerinde yapılan araştırmalarda 1914-15 yılları arasında tam 518 bin Türk ve Müslüman Anadolu insanının çocuk, kadın, yaşlı demeden vahşice katledildiğini, kadınlarımızın kızlarımızın iffetine tecavüz edildiğini, ana rahminden çıkarılan çocukların süngülere takıldığını, belgeleriyle nüfus sayımlarıyla kanıtlandığını biliyor musunuz?

3) 1915 yılının 11 Nisan günü Van’da Aram Manukyan liderliğindeki Taşnaksutyun komitacıları tarafından isyan başlatıldığını ve 17 Mayıs günü kenti Ruslara teslim ettiklerini, Amerika’da yayımlanan Goçnak isimli Ermeni gazetesinin, adeta etekleri zil çalarak, Van’da yalnızca 1500 Türk’ün sağ kaldığını yazdığını biliyor musunuz?

4) Ermeni tarihçi Lalayan’ın, 30 aylık “bağımsız Taşnaksutyun iktidarı” esnasında bugünkü Ermenistan topraklarında yaşayan yüz binlerce insanın katledildiğini, bu kanlı süreç sonunda Ermenistan’daki Türk nüfusun yüzde 77, Kürt nüfusun yüzde 98, Yezidilerin ise yüzde 40 oranında azaldığını olanca çıplaklığıyla yazdığını biliyor musunuz?

Evet Selahattin bey, buyurun, sıra sizde !

Mehmet Nuri Sunguroğlu

22.04.2015

Not: “With no hesitation, I admit that 1915 was genocide”

Türkçesi: “Tereddütsüz olarak 1915 Ermeni soykırımının gerçekliğini kabul ediyorum”

Paylaşın ki halimizin ne olduğunu bilelim…

AĞIR MİRAS 1915 / 6 / -TALAT PAŞA RAPORU

Mehmed_Talat_to_the_Presidency_of_the_Martial_Law_CourtBaşta Fransa olmak üzere, batılıların Türk milletine karşı Ermeni soykırımı olarak tanımladığı 1870-1918 Ermeni olayları, acaba onların içerisinde kendi devletlerine karşı olsa idi nasıl davranırlar dı ? Türklerin Malazgirt’ten Anadolu’ya girdiğinden beri, Bizans boyunduruğundan kurtulan Ermeniler, Osmanlı devletinin “milleti sadik-asi” iken, ne oldu da isyana başladılar ?
Rus, Fransız, İngiliz; ayrıca Amerikan misyonerlerinin Anadolu’yu parçalamak, Osmanlıyı yıkarak tüm mirasına el koymak için kendilerini maşa olarak kullanıldığını anlayamadan, devlete karşı isyana başlamaları, Ermeniler için tarihlerinin en büyük talihsizliğidir. Yıllarca beraber yaşadıkları millete karşı, isyan ettiklerinin belgesini kendileri de biliyorlar. Günümüzde ise, yine aynı batılıların bendine su dökerek, Türklere karşı inanılmaz lobi çalışmalarıyla, tarihteki hatalarına hak vermenin çabasında olmaları, tarihten ders almadıklarının da belgesidir.

Talat Paşanın Ermeni faaliyetleri ile ilgili olarak sıkıyönetim mahkemesine gönderdiği “çok gizli” ibareli ve 24 Mayıs 1915 tarihli yazı.
Osmanlı Hükumeti / İçişleri Bakanlığı / Emniyet Genel Müdürlüğü

Yazı no: 4297

Sıkıyönetim Mahkemesi Başkanlığına // “Çok gizlidir”

18 Mayıs 1915 tarih ve 831 numaralı tezkerenizin cevabıdır. Ermeni Hınçak Komitesi “1878” yılında kurulmuş bir ihtilal cemiyetidir. Program itibarıyla sosyal demokrattır. Meşrutiyet’ten sonra asıl takip ettikleri amaç (hükumetin özellikle yenilik yapmadığı ve diğer milletleri Türkleştirmek için uğraştığı) iddiasıyla, Avrupa’nın denetimi altında Ermenistan’da bir özerk idare kurmak ve sonra bağımsızlıklarını kazanmaktır. Son zamanlarda komite başkanlarının ve özellikle Akno’nun gayretiyle komiteler, hükumetin ve memleketin aleyhine olacak her türlü girişimde ortak hareket etmek için anlaşmışlardı. Bunun üzerine, o zamandan beri, gerek doğu illerinde, gerek Osmanlı ülkesinin diğer bölgelerinde ortaya çıkan bütün olaylar, bu komitelerin tertipleriyle, oluşturdukları şubelerin talimatıyla ve başkanlarının yardımlarıyla meydana gelmiştir.

Doğu illerinde ortaya çıkan olaylara gelince: Bitlis, Hizan ve Muş civarında, genellikle komite reislerinin kendi idareleri altında bulunan Ermeniler, birçok ihtilal olayı meydana getirmişlerdir. Diğer yönden yine bu komitenin en önemli isyan merkezlerinden biri olan Zeytun bölgesinde, büyük ölçüde isyan girişiminde bulunulmuş ise de silahlı kuvvetler ile bir kısmı sindirilebilmiş tir. Van’ın Çatak ve Gevaş taraflarında başlayan isyan ise,sonradan Van’da daha müthiş bir biçimde alevlenmiş ve hemen hemen bir iki aydan beri devam eden ihtilal sırasında, yerli asiler ile Rusya’dan gelen Hınçak ve Taşnak komite reislerinin idaresi altında bulunan asiler, bombalarla, dinamitlerle, reji, düyunu umumiye, banka, postane gibi bazı binaları tahrip ederek asker, milis ve halktan yüzlerce kişiyi şehit etmişlerdir. Diğer illerde, özellikle Kayseri, Diyarbakır, Elazığ, Samsun, Ankara, Sivas, Halep, Adana, Maraş ve İzmir’de yapılan araştırmalarda da önemli bir kısmı Hınçakist olan Ermenilerden külliyetli patlayıcı madde ve yasaklanmış silahlar ele geçirilmiştir. Kayseri ve Diyarbakır’a ait iki fotoğraf geri gönderilmek üzere Ek’tedir.

Hemen hepsi Osmanlı memleketi halkından olup, komitelerin teşvikiyle Amerika’dan, Bulgaristan’dan ve Romanya’dan Rus ordusuna gönüllü olarak giden Ermenilerden, Hınçak ve Taşnak çetelerinin, Erzurum Milletvekili Pastırmacıyan, Balkan Harbi sırasında Edirne ve civarında Müslümanlara yaptıkları mezalim ve vahşetlerle ünlenen Antranik ve arkadaşları yönetiminde Bayazit ile sınırlarda rastladıkları köyleri tahrip ederek Müslümanları tamamen katletmişlerdir.

Aslında, merkezleri Rusya ve diğer dış ülkelerde bulunan ve bugün unvanlarında bile ihtilalci sıfatını koruyan Ermeni komiteleri, özellikle Hınçak Komitesi, içerideki ihtilal teşkilatının yayınlarıyla memleketin bugününe ve yarınına etki edecek hain hareketlerden hiçbir zaman geri kalmamıştır. Devletin harbe girdiği sırada, komiteler ordunun zayıflamasını bekleyerek zamanı geldiğinde bütün kuvvetleriyle ve her yerde ihtilal için birlikte karar vermişlerdi. Doğu illeri ile Sivas mıntıkasında Osmanlı ordusunu arkadan tehdit için büyük ölçülerde aldıkları tertipler ve askerden firar eden Ermenilerin silahlandırılmalarıyla, çete halinde devlete karşı kullanılmaları ve birçok yerin silah ve patlayıcı madde muhafaza merkezi haline getirilmesi, söz konusu kararın ispatıdır.

Bu duruma göre bütün bu ihtilâl hareketlerinin, sırf bağımsızlık amacını güden Hınçak ve Taşnak Komitesinin tertibiyle, kendilerine bağlı şubelerin aracılığı ile idare edildiğini ve bunların üyeleri olup, gerek yabancı ülkelerde ve gerek memlekette bulunan şahısların aynı amaç için, Osmanlı hakimiyetinin mahvına ve Müslümanların yok edilmesine ve bağımsız bir Ermenistan teşkiline çalıştıklarını ispat eden belgelerdir.

24 Mayıs 1915
İçişleri Bakanı
Talat
Kategori: Ermeni soykırımı iddiaları

AĞIR MİRAS 1915 ( 5 // 3 ) TARİHİN EN BÜYÜK YALANI; ERMENİ SOYKIRIMI

ProfJustinMcCarthyAĞIR MİRAS 1915 ( 5 // 3 ) TARİHİN EN BÜYÜK YALANI; ERMENİ SOYKIRIMI
>>Amerikali Prof. Dr.Justin McCarthy’nin 2002 yılında Londra’da vermiş olduğu “First Shot” (İlk kurşun)adlı konferans dan 3. bölüm.<<

Gizli toplantıları sürdüren, sadece ideolojik dostlarıyla konuşan Türk veya Ermenilere tek bir sorum var. Her türlü bilimsel tartışmayı reddeden Türk veya Ermenilere bir sorum var. Niçin korkuyor­sunuz?

Dürüst bir tartışma için davetimi tekrarlıyorum. Davalarına inananlar savunmalarını da sözleriyle yapmak mecburiyetindedirler; tartışmak için istekli olma­lı ve sadece kendileriyle aynı fikri paylaşanlarla konuşmamalıdırlar.
Parlamenter ve tarihçilere bir önerim daha var: Siyaseti bir tarafa bırakın ve tarihle ilgili sorular sorun. Ermeni ve Türk tarih çalışması şu asli soru sorulma­dıkça incelenemez: Türklerin yaptıkları, soykırım veya müdafaa, nasıl ifade edilirse edilsin Türkler bunu niçin yapmış olabilir?
ERMENİ SOYKIRIM YALANI
Ermeni milliyetçilerinin beyanlarındaki en önemli meselelerinden biri Türklerin Ermenilere neden saldırdığı sorusudur. Türkler ve öteki Müslümanlar, Müslüman bir imparatorlukta çoğunluktaydılar. Asırlarca Ermenilerle beraber ya­şamışlar ve Ermenilerin dinlerini ve geleneklerini sürdürmelerine izin vermişlerdir. Fakat, Ermeni milliyetçilerine göre, Türkler aniden Ermenilere saldırmaya karar vermişler. Bundan da kötüsü, Türkler planlı bir soykırımla tüm Ermenileri yok etmeye karar vermişler. Ermeni milliyetçileri Türkler için atfettikleri bir sürü hayali planla birçok neden üretmişlerdir.

Türkler Ermenilerin mallarını çalmayı düşünüyorlarmış. Anadolu Türklerini Orta Asya’ya birleştireceklermiş fakat Ermeniler yollarının üzerinde bulunuyormuş. Osmanlıların Balkan savaşlarından gelen mülte­cileri yerleştirmek için Ermenilerin yaşadığı topraklara ihtiyacı varmış. Daha duy­gusal nedenler de uydurulmuş: Türkler Ermenileri kıskançlık sebebiyle öldürmek istiyorlarmış, çünkü Ermenilerin üstün olduğuna inanıyorlarmış. Yoksa Türklerin din düşmanlığından kaynaklanan sebepleri mi var?
Türkler Ermenilerin mallarını gasp etmek istemişler midir? Şayet öyle ol­muşsa, İstanbul, Edirne ve İzmir’deki zengin Ermenilerin mallarına dokunmayıp, Doğu Anadolu’daki yoksul Ermenilere karşı savaş açmaları bir hayli tuhaf.
Türkle­rin Ermenilerin mallarına imrendiklerini hiçbir zaman ispat edemeyiz. Fakat malla­rını kimin çaldığını sorabiliriz. Hırsız kimdi? Mağdur kimdi? Birinci Dünya Savaşı başladığı zaman Ermeniler Erivan, Karabağ ve Kars’ta Türklerden ele geçirdikleri topraklarda yaşıyorlardı. Türkler Ermenilerin topraklarını değil, Ermeniler Türkle­rin topraklarını çalmışlardı.
1. Dünya Savaşı esnasında, Ruslar Doğu Anadolu’yu işgal ettiklerinde bir kez daha Türklerin ve Kürtlerin mallarını talan eden Ermenilerdi. Anadolu Müslümanları evlerini ve çiftliklerini kaybettikten 100 yıl sonra intikamlarını alır ve Ermeni topraklarını ele geçirirler.
Orta Asya Türkleriyle birleşme arzusu başta Enver Paşa olmak üzere bazı Osmanlı liderlerinin ilginç ülkülerinden biriydi. Bu, Azerbaycan hariç hiçbir zaman ciddi bir şekilde düşünülmemiştir. Ermeniler böyle bir plan için nasıl engel olabilir­ler ki? Orta Asya’ya giden yol Ermenistan’dan değil İran’dan geçiyordu. Ermenistan üzerinden geçmeyi düşünmeleri için çılgın olmaları gerekir. Bunu ispatlamak için haritaya bakmak kafidir.
Orta Asya’ya varmak için kuzeye ilerleyen Türk Ordusu Kafkas dağlarının zirvesinden, çöl ve step alanından geçmek zorunda kalacak, so­nunda Aral Denizi’nden güneye ulaşacak. Bunu Enver Paşa bile deneyemezdi. Cengiz Han bile kıyı şeridinden gitmişti.

Osmanlı Anadolu’sunda yaşayan öteki Ermeniler Osmanlıların doğu çıkartması esnasında yollarını keser miydi? İlerleme­yi engellemek için orduları harekete geçirseler mesele oluştururlardı. Gerçekten de Osmanlılara karşı silahlandılar, fakat Ermeni ayaklanmasının Orta Asya ile hiçbir alakası yoktu.
Osmanlıların Balkan savaşı mültecilerine yer bulmak maksadıyla Ermeni topraklarına göz diktiği iddiası tamamen yanlıştır. Mültecilerin tamamı 1. Dünya Savaşından önce yerleştirilmişti. Hepsinin yerleştirildikleri yerler Trakya ve Batı Anadolu idi, Doğu Anadolu değil.
Türkler kendilerinden üstün olduklarını düşündükleri için mi Ermenilerden nefret edip, onları öldürmeye kalkıştılar? Hiçbir Osmanlı arşivinde veya beyanında böyle bir kanıt yoktur, fakat benim tercih ettiğim kanıt Türklerle yaşamış olan herkesin kanıtıdır. Son 35 yıl içinde birçok Türk’le tanıştım. Bu Türklerin çoğu
insanların eşit olduğunu düşünüyorlardı. Türklerin hiçbirisi Türklerin herhangi birinden aşağı olduklarını düşünmüyordu. Osmanlı Türklerinin de farklı düşündüklerini sanmıyorum.
“Dini nefretle” alakalı iddialara gelince, tarih bunun gülünecek bir yalan ol­duğuna işaret ediyor. Müslümanların, Ermenileri 700 yıl boyunca kabul ettikten sonra, İslam’ın hükümlerini bir kenara bırakarak Hiristiyanların haklarını reddede­ceklerine kim inanır? Osmanlı tarihinin hoşgörü konusunda örnek olduğu ve Hiris­tiyan devletlerden çok daha iyi bir geçmişe sahip olduğunu kim unutabilir? Hayır, Doğudaki Müslümanlar Ermenilerden nefret etmeye ve korkmaya başlamışlardı, fakat bu, Ermenilerin ve Rusların yaptıklarından dolayıydı.
Ermeni milliyetçilerinin tartışmaları son tahlilde tek bir iddiaya dayanır: Türkler delidirler. 700 yıl boyunca birlikte yaşadıktan sonra Türkler bir anda Ermenilerden nefret etmeye başlamış ve onları öldürmeye karar vermişlerdir. Bundan başka hiçbir açıklama Ermeni milliyetçilerinin Türkleri suçlama isteğini tatmin edemez.

Sözde soykırım için yapılan tüm açıklamalar Türklerin tamamen akıl dışı hareket ettikleri iddiası üzerine kurulmuştur.

Derleyen:
Mehmet Nuri Sunguroğlu
26.03.2015

Yazı devam ediyor, takip eyleyin!

AĞIR MİRAS 1915 ( 3 // 1 ) ERMENİ SOYKIRIM YALANI

ERMENI-3AĞIR MİRAS 1915 ( 3 // 1 )
ERMENİ SOYKIRIM YALANI // Prof. Dr. Justin Mc CARTHY

Prof Justin McCarthy, Austuralya / Melbourne Sempozyumu. 7 Aralık 2013: “1915 -1919 Döneminde Ne Oldu?”

GİRİŞ
Ermenilerin basın saldırılarına boyun eğmeyen, yazdığı eserler ve verdiği mücadele ile Türk milletine bir çok Türklerden daha çok destek olan Justin A. McCarthy kimdir?
19 Ekim 1945 yılında dünyaya gelen Justin A. McCarthy, Louisville Üniversitesinde ABD’li tarih profesörüdür. Uzmanlık alanları arasında Osmanlı İmparatorluğu, Balkanlar ve Orta Doğu tarihi bulunmaktadır.

McCarthy, felsefe okuyarak başladığı meslek hayatında zamanla tarihe yönelmiş 1967-1969 yılları arasında Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve Ankara Üniversitesinde de görev yapmıştır. Doktorasını 1978 yılında Kaliforniya Üniversitesi’nde (The University of California, Los Angeles) tamamlamış ve daha sonra Boğaziçi Üniversitesi tarafından da fahri doktora ünvanına layık görülmüştür. Ayrıca McCarthy Türkiye Çalışmaları Enstitüsü’nün (Institute of Turkish Studies) yönetim kurulundadır.

Yazdığı kitaplarda, yüz binlerce Ermeni’nin ve en az bir o kadar Müslüman Türk’ün öldüğünü kabul etmekle beraber Ermeni soykırımı iddialarını reddeder. ABD’deki en büyük Ermeni kuruluşu olan Amerika Ermeni Komitesi ANCA ise McCarthy’nin Türk Hükumeti tarafından desteklendiği konusunda iddiaları vardır. Bu iddialar, McCarthy’i üzmüş ve “Bana göre bunların en kötüsü ise en nefret ettiğim şey olan politize olmuş milliyetçi bir bilim adamı olmakla suçlanmak olmuştur. Neden bunları söylediğime dair doğru olmayan sebepler uyduruldu. Annemin Türk olduğu, karımın Türk olduğu, Türk Devleti tarafından büyük paralar aldığım gibi. Bunların hiçbirisi doğru değildir, ancak doğru olsalardı bile yazılarımı bir parça etkilemeyecekleri; bir bilim adamının çalışmasına meydan okumanın yolu onun yazdıklarını okumak ve bilimsel bir çalışmayla karşılık vermektir, o bilim adamının kişiliğine saldırmak değildir.” diyerek yanıt vermiştir.

Meseleleri kimin başlattığı sorusu önemlidir. Hem ahlaki, hem tarihi yönden önemlidir… diyor Justin A. McCarthy.
Yüzyılı aşan bir savaş hali süresince Türkler ve Ermeniler birbirlerini öldürmüşlerdir. Öldürme eyleminin kimin başlattığı sorusu iyi anlaşılmalıdır, çünkü saldırganlık nadir olarak, fakat savunma hakkı her zaman haklı gösterilebilir. Kendilerini savunanların eylemleri zaman zaman savunma sınırlarını aşabilir ve tam bir intikama dönüşebilir. Bu, savaşta çok sık karşılaşılan bir durumdur ve eleştirilmemelidir. Fakat suçlanması gerekenler, savaşı başlatanlar, ilk vahşeti yapanlar ve kan dökülmesine sebep olanlardır. Meseleleri başlatan her zaman Ermeni milliyetçileri olmuştur. Ermeni isyancıları olmuştur. Suç daima onların üzerinde kalacaktır.
Prof. Dr. Justin Mc CARTHY

Tarihçiler gerçeği sevmelidir, gerçekleri saptırmadan vermelidirler diyor Justin A. McCarthy ve ekliyor.
Bir tarihçi sadece gerçeği yazmakla yükümlüdür. Tarihçiler yazmadan önce tüm ilgili kaynaklara bakmak zorundadırlar. Kendi ön yargılarını gözden geçirmeli ve bunların gerçeği etkilememesi için ellerinden geleni yapmalıdırlar. Ancak bundan sonra tarih yazmalıdırlar. Tarihçilerin temel ilkesi şudur: “Bir konuyu bütün yönleriyle ele al; ön yargılarını bir kenara bırak. İşte o zaman gerçeği bulmayı ümit edebilirsin.”
Tarihçiler her zaman bu ilkeyi izlerler mi? Hayır, fakat iyi tarihçiler gayret gösterirler.
Bir tarihçinin görevinin gereğini yerine getirip getirmediğini anlamanın yolları vardır. Tüm önemli ilgili kaynakları incelemelidir. Amerikan tarihi ile ilgili bir kitap sadece Fransızca kaynaklara dayanıyor, Amerikan kaynaklarından faydalanmıyor sa gerçek tarih olamaz. Önemli olayların hepsi dikkate alınmalıdır. Alman ve Yahudi tarihi ile ilgili bir kitap Holocaustta öldürülen Yahudilerden bahsetmiyorsa gerçek kabul edilemez. İnsana rahatsızlık veren olaylar, yanlış düşünce ve ön yargılarla uyuşmayan olaylar bir tarafa bırakılmak ve göz ardı edilmek yerine ele alınmalıdır.
Türk ve Ermeni tarihi ile ilgili yazılmış bir kitap Ermeniler tarafından öldürülen Türklerin tarihini ihtiva etmezse gerçek sayılamaz.
Bu gayet açık. O kadar açık ki zikretmek bile gereksiz. Fakat biz bunun zikredilmesinin gerekli olduğuna inanıyoruz, çünkü bir çok tarihçi doğru tarih yazmanın ilkelerini unutmuş.

Derleyen: Mehmet Nuri Sunguroğlu
17.03.2015
Yazı devam ediyor, takip eyleyin !

AĞIR MİRAS 1915

AĞIR MİRAS 1915 (2)
24 NİSAN SÖZDE ERMENİ SOY KIRIMINA DOĞRU YANAŞIRKEN

erich
Değerli okurlar,

Tam yüz yıldan beri, ama özellikle 1970 yıllarından beri Ermeni diasporasının Türkiye Cumhuriyetine karşı uyguladığı psikolojik soğuk savaşın 100. yıl dönümüne 2 ay kaldı. Kesinlikle inanıyorum ki; bu yıl geçmiş yıllardan çok daha zor olacaktır. Dışarıda yaşayan Ermeni lobisi ve onları destekleyen; başta Fransa ve Amerika olmak üzere daha başka ülkelerden de ülkemize baskı uygulanacaktır. Bu defa Ermeni lobisi başlamadan biz başlayalım diye düşünüyorum.
Mesele bir iç savaş değilmiydi? Rusya ve İngiltere’nin desteğiyle içte isyan çıkaran Ermenilere karşı ülkenin bütünlüğünü korumak ve güvenliği için alınan tedbirler sonunda tehcir de düşünülmüştür ve uygulanmıştır. Bu uygulamada; ama uygulama öncesi ve sonrası ölümler olmuştur. Bu bir isyandı, bu bir iç savaştı; elbetteki her iki taraftan binlerce insan ölmüştür.
ASALA terör örgütünün Türk diplomatlarına karşı uyguladığı katliamlar üzerine meseleye eğilen Avusturyalı tarihçi ve yazar; ödüllü Prof. Erich Feigl, bu konuda kitaplar yazarak tüm bu abartılı „soykırımı“ iddialarını çürütmüştür. 2005 yılında ülkemizde bir konferansta konuşan ve Ermeni diasporasının soykırım iddialarını çürüten Avusturyalı tarihçi ve yazar Prof. Erich Feigl, Ermeni terör örgütü ASALA ile Ermeni diasporasının soykırım iddialarının, Ermeni yazar Aram Andonian’ın ortaya attığı gerçek dışı bazı belge ve fotoğraflardan kaynaklandığını kanıtlamış ve elde ettiği bilgi ve belgeleri “Bir Terör Efsanesi” adlı kitabında toplamıştı.

Nisan 2005 tarihinde İTÜ’de konferans veren Avusturyalı yazar ve belgesel film yapımcısı Erich Feigl, konuşmasını söyle bitirmişti:

>>Türkiye, Ermenilerin yürüttüğü psikolojik savaşa ne yazık ki karşı koyamıyor. Oysa Ermenilerin ileri sürdüğü rakamlar gerçek değil. 1.5 milyon Ermeni’nin öldürüldüğü iddiası saçma…Çünkü bütün Osmanlı topraklarında 1.7 milyon Ermeni yaşıyordu ve bunların sadece 700 bini tehcire tabi tutulmuştu.

Ermenilerin sürgündeki başkanı Bogos Nubar; „Biz savaşın bir tarafıydık. Savaşın içindeydik“ şeklindeki itirafını içeren bir belgeyi ilk kez ben açıkladım. Bu belgeyi bulmam gerçekten büyük bir şanstır. Çünkü Ermeniler kendilerini zor durumda bırakacak bütün belgeleri maharetle ortadan kaldırmayı başardılar.

Soykırım konusunda tartışma olmaz. Bu kabul edilemez. Ermenilerin iddialarını bir kez tanıdınız mı arkasından tazminat ve toprak talepleri gelir. Bunu kesinlikle yapmayın. Soykırımı sakın tartışmayın.

Rica ediyorum, Avrupa Birliği’ne teslim olmayın. Son gelişimden sonra şunu gördüm ki gelişmeniz gerçekten muhteşem. İnanın Avusturya’da bizim böyle bir üniversitemiz yok.“<< (Prof. Feigl, panelin yapıldığı İstanbul Teknik Üniversitesini kast etmişti.)

Nisan 2005 yılında İTÜ’de konferans veren Avusturyalı yazar ve belgesel film yapımcısı Erich Feigl, konuşmasını söyle bitirmişti:

•“Bu topraklar size ait. Sizler Anadolu’ya Malazgirt zaferiyle yerleşmediniz. Çatalhöyük’teki arkeolojik bulgular, sizlerin 10.000 yıldan uzun süredir burada bulunduğunuzu kanıtlamaktadır.”

Orijinal metin:
•“This land is yours. You didn’t settle in Anatolia after the Battle of Malazgirt. Archeological findings at Catalhoyuk prove that you have been here for more than 10,000 years.”

Derleyen:
Mehmet Nuri Sunguroğlu
2/25/2015

YILIMIZ TAZELENDİ; YA İNSANLIK, ONUN DURUMU NASIL?

>>Bir şey daha ekleyeyim de yazıyı bağlayalım.

2015 yılında Osmanlının arkada bıraktığı ağır bir miras olan Ermeni sorunu; 2015 yılının en sıkıntılı günleri olacağını şimdiden söylemek kehanet olmasa gerek.<<
Yeni yıla girerken geleceğimiz için umutlarımızı tazeledik. Dilekler tuttuk, dostlarımıza başarılar diledik, daha neler istemedik ki…
Bazıları sokaklarda havai fişekler atarak yeni yılı kutlarken, bir başkaları komşu akraba ziyaretlerine gitti, bir ötekiler evde kalmayı tercih ettiler.
Farklı ortamlarda olsalar bile hepsinin ortak bir dileği olmuştur. Bu hangi dilektir bilmesi kolay olmasa bile, tahmin edilebilinir diye düşünüyorum. Ben kendimce her gün biraz daha kaybettiğimiz değerlerimizin bunların arasında olduğunu tahminlerim arasında görüyorum.
Gelişen iletişim teknolojisi dünyayı küçültmeye devam ederken, insanlar reel dünyadan uzaklaşmayı tercih eder hale gelmişler. Sosyal paylaşım sitelerinde sanal bir dünya oluşturarak bu dünyadan her gün biraz daha kopmaya devam ediyorlar.
Bir çokları kişiliklerini de saklayarak  sanal bir isimle dolaşmayı; anonim kalmayı tercih edenler arasında. Bir ötekiler, psikopat beynini ve ruhunu kontrol edemez halde; doktora gidecek yerde, sosyal paylaşım sitelerinde sorunlarına çözüm arıyorlar. Özellikle erkeklerin kadınları rahatsız etmesi bunların başında geliyor.
Havaya ve suya ihtiyacımızın olduğu kadar informatik haberlere de ihtiyacımız olduğu bilinen bir gerçektir. Ne var ki… insan bazen haber dinlemekten de korkuyor. Korkuyor, çünkü haberlerin iyisini sanki bizden “saklıyorlarmış” gibi geliyor insana. Bir başlıyor haberler; tabii bizde haberler bağırarak okunur(!) … insanın üzülmemesi imkansız.
Nerede ve kimler… kaç kişi ölmüştür?  Trafikte kaç kişinin ölümüne sebep olunmuştur? Gizli kameralar yine kimleri gözetlemiş, kimlerin telefonları hukuk dışı dinlenmiş, teröristler  Orta Doğu’da ne kadar İnsan öldürmüş;  ve daha bir çok haber „zenginliği“ evlerimize kadar her gün taşınmakta. Hele bir de magazin haberleri var ki; sanki olmazsa olmaz gibi bizlere sunulmaktadır…(!)
Dış haberlere gelince; onlar daha da düşündürücü.
Sowyetler birliğinin dağılmasıyla bozulan askeri denge dünya politikasına nasıl da damgasını vurduğuna 1990 lı Yıllardan beri hepimiz şahidiz. Sayısını bilemediğimiz insanların hayatını kayıp ettiği Afganistan ve Irak savaşları günümüzde yaşadığımız aktif savaşlar arasında belleğimizde kalacaktır.
Tunus, Mısır, Libya ve Suriye’de ki dışarıdan destekli iç ayaklanmaların aldığı ölü sayısı tahminlerin ötesine gidemeyecektir. Bu tespiti ne yazık ki boşalan silah depolarındaki listelerden elde etmek mümkün olmadığı gibi, onların yerine daha „modern“ daha öldürücü üretilen; kapital sermayenin cebini doldurucu olarak satışa arz edilen silahların sayısından da anlayabilmek mümkün olmayacaktır !
Birde İŞİD olayı var ki, hiç sorma gitsin. Müslüman olduklarını iddia ederek ne kadar Müslüman varsa hepsinin başlarını kesseler kana doymayacak kadar canavar bir ruh haliyle, Orta Doğu’da kan akıtıyorlar.  İslam dünyası da buna karşı tek ve en güçlü savunmayı; yıl başı kutlamalarının „gavur bayramı“ olduğunu iddia ederek halkı „gavur olmaktan“ korumaya uğraşıyorlar.
Ya Afrika…? Somali gibi kaç tane daha aç ülke var Afrika’da? Her gün binlerce çocuk açlıktan ölüyor . Silah fabrikaları bir gün üretimi durdursa dünyada açlıktan ölen çocuk kalmazdı.
Ya ülkemiz?
Yıllardan beri yaşadığımız terör olayları? Dışarıdan ve içeriden destekli PKK….ve süreç?
Ya ekonomi ? Başta kredi kartları olmak üzere vatandaşı yeteri kadar aydınlatmadan sunulan servisler görünürde kalkınma gibi olsa da; aslında bir makyajdan öteye değildir. Çünkü; üretim bizim değil, biz sadece tüketici olarak seçilmiş bir toplum olmuşuz.
Sorular bitmiyor ki; Pandoranın kutusu gibi açılınca arkası gelmiyor; insan bir an „insanlığın tedavülden“ çıktığını düşünüyor.
Medyamız ise kendi başına bir çelişki içerisinde. Eğitici programları mercek ile arar hale geldik. Bizleri…özellikle genç dimağları nasıl da etkilediklerini görmek insanın gelecekteki umutlarını karamsarlığa döndürüyor.
Ya seyircimiz; onlar ne yapıyor? Hiiiç…sofrada ne varsa yenilir misali sunulanı seyrediyor. Biraz kaba olacak ama… bazıları “tekrar” olarak verilenin üzerine yazılan “Özet” kelimesinin yanlış yerde kullanıldığının farkında bile değiller; üzücü ama…maalesef gerçek. Dünyanın hiç bir ülkesinde kendi diline bu kadar acımasız davranan başka bir millet düşünemezsiniz.
Ya geleneklerimiz…bizleri bağlayan, sosyal düzenimizi oluşturan „yazılmamış“ kanunlara ne oldu?
Hepsi birer birer, yine yazılmayan kanunlarla tedavülden kaldırılıyor. Yerlerine konulan yazılmış kanunlar ise hangi ölçüye dayanılarak biçilmiş olduklarını da anlamakta zorluk çekiyoruz. Bir çoklarını AB hevesimizden ötürü yürürlüğe koyarken sormayı unutuyoruz; „bu kanun bizim aile yapımıza uygun mudur“ diye ?
Eskilerde Otobüste trende, bir büyüğümüze yerimizi vermeyi bir onur olarak addeder dik; ya şimdi? …bırakın yer vermeyi, ayaklarını dahi toparlamak ihtiyacını hissetmeyen bir gençlik yetiştiriyoruz. Bir an düşündüğümüzde; insanlığın kendi kendini nasıl da bitirdiğini düşünmekten kendimizi alamıyoruz.
Bu bozulan sosyal düzenin çeşitli sebeplerinin başında şükür etmesini unuttuğumuz, batının unuttuğuna biz yeni olarak özendiğimiz, hatta bazı konularda kraldan daha kralcı olmamız geliyor.
Bütün bunları ve daha bir çok şeyleri anlamakta zorluk çekiyoruz.
Çekiyoruz… çünkü biliyoruz ki; tazelenmiş yeni Yıl da eskisinin devamı olacaktır. Yine cellatlar olduğu kadar kurbanlar da olacak ve insanlığın bunu engellemesi şöyle dursun; aksine, yangına ateşle koşar gibi davranacaktır ve masalarda ki haritalar üzerinde hesaplar yapılacaktır; nerede ve ne kadar petrol, ham madde vardır diye.
Bazen şükrediyorum ki…bizim ülkemizde göze çarpacak petrol kuyularımız yok diye.
Ve bunların yanında doğa felaketleri, mevsimlerin alışılagelmişin dışında oluşmaları; bunda da insanlığın payı az değil. Çevreye püskürttüğümüz kirletici maddeleri sadece gözümüzden uzaklaştırıyoruz, atmosferi bozarak geriye dönmelerinin hesabını yapmaktan aciziz.
Sanayimizde sanki kontrolsüzmüş gibi bir durum var; derelerimizde kirlilikten balık görmeye hasret kaldık. Oturum alanlarında arıtma tesislerinin sayısı yeterli olmadığı için ülkemizde haklı olarak bir “Fosseptik” çukuru kanunu vardır; gel gör ki uygulanmasında zorluk görülür. Kontrolsüz lağımlar derelerimize akar, akar gider…! Neyse ki… doğa felaketlerine katlanmanın en azından bir tesellisi var. Yukarıdan geldi ne yapalım diyoruz. Ya insanların insanlara yaptıklarına nasıl bir sebep bulabileceğiz. Ne koyalım bu insanlık dışı yapılanların adını?
Ya sevmek, sevebilmek, sevilebilmek?
Nezaket kurallarımızı, karşımızdakine davranmamızı unutanlar hiçte az değil.
Sevinebilmeyi unutmuşuz; sanki doymuşuz her şeye. Midemizin doyumu, giydiğimiz kıyafet, aldığımız oyuncakların doyumu esas açlığımızı gideremediğini bilmiyoruz.
Esas ihtiyacımız olan eğitimi dilden bırakmayız; teknik öğrenimlerimizi eğitim olarak kabulleniriz. Öğrenimin bir teknik bilgi edinmek olduğu gözümüzden kaçtığı için, onu “eğitim ve aile” terbiyesi ile karıştırırız…maalesef !
Eskilerimiz hatırlarlar; yolda giderken tanımadıklarımıza da selam verirdik. Şimdi selam verirken yanımızda şahit arıyoruz; olur ya adam „küfretme“ diye çıkışa-bilir korkusu var içimizde. Çünkü yazılı kanunlarda selam vermek mecburiyeti yoktur!
Sokakta yolun ortasından yürüyeni korna çalarak ikaz etmekten korkar hale geldik; adamın nasıl reaksiyon göstereceğinden korkuyoruz…ya „küfrederse“… o zaman ne olacak sorusu beynimizi kurcalamaktadır.
Her gün açık verdiğimiz harcamalara nasıl cevap bulabiliriz? 5 kuruş kazanıp 10 kuruş harcamakla nereye gittiğimizin hesabını nasıl vereceğiz?
Binlerce şükür olsun yüce Tanrı’ya, ülkemizde iyi şeylerde oluyor.  Oluyor da, kötü yapılanların ağırlığı fazla geldiği için iyileri düşünmeye zamanımız kalmıyor.
Allah’tan neyi ne zaman ve nasıl isteyeceğimizi bir öğrenebilsek belki yardımcımız olurdu.
Sorumsuz medyanın sayesinde; Noel babadan neyin nasıl isteneceğini çocuklarımız nasıl olsa “bedava“ öğreniyorlar
Başka ne kaldı ?
Bir şey daha ekleyeyim de yazıyı bağlayalım.
2015 yılında Osmanlının arkada bıraktığı ağır bir miras olan Ermeni sorunu; 2015 yılının en sıkıntılı günleri olacağını şimdiden söylemek kehanet olmasa gerek.
Umutlar bizlere en son veda edenlerdir !…diyerek yazıyı kapatalım.
Yeni yılınız kutlu olsun, sevgiyle kalın!
Mehmet Nuri Sunguroğlu
02 Ocak 2015

 

EĞER SUÇUMUZ VARSA, HEPİMİZ DİZ ÇÖKELİM!

kniefall-11915 Yılı Ermeni olayları nedeniyle taziye bildirisi yayınlayan sn. Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan; taziyesinin en önemli paragrafında şöyle diyor.
>> “20. yüzyılın başındaki koşullarda (1915 yılında ki tehcir olayları) hayatlarını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi (başsağlığı dileklerimizi) iletiyoruz.<<

Sn. Başbakanım, tarihçilerin araştırmaları doğrultusunda, ben bu taziyenin dışındayım. Her ne kadar kendimi zorlasam da, bu taziye dilekleri bana göre değil.
Geçmişte ve günümüzde; bizler ile aynı vatanı paylaşan Ermeni vatandaşlarına karşı içimde hiç bir husumet olamasa da; 1915 olaylarına karışan, Osmanlı devletine karşı isyanı başlatan; Rus, İngiliz, Fransız desteğini arkasına alarak; yüzlerce Yıl Osmanlı devleti içerisinde yaşamış ve en üst makamlara kadar görev almış olan, Osmanlıyı zayıf zamanında yakalayan… milletimize karşı isyanı başlatan Ermenilerin ölülerine rahmet okumak şansım yoktur.
Hamile kadınımın böğrünü yaran, çocuğunu havaya atarak altına süngü tutan, kadınımızın, çocuğumuzun ırzına geçen, dedemi vurduktan sonra fındık ağacına yaslayıp ağzına dalga geçercesine sigara tutturan, o günün Ermenilerinin mezarı başında dua etmem imkansızdır ve onlar için taziye dileklerine katılabilmem her türlü ihtimalin dışındadır.

Başladıkları isyanı Doğu illerimizde zulme döndüren o günün Ermenileri; tehcirin de zeminini hazırlamışlardır. Ne gariptir ki; Batı illerimizden sürgün edilen Ermeni yoktur. Soykırımı yapacak olan bir devlet; Batı ile Doğu ayırımı yaparmıydı?
1970 Yılında Polonya’nın başkenti Varşova’da ki soykırımına uğrayanların anıtı önünde diz çöken Federal Almanya Şansölyesi Willy Brand’ın dedeleri suç işlemişlerdi, soykırımı yapmışlardı. Benim dedelerim ise; tarihinin hiç bir zamanında böyle bir suç işlememişlerdir. Mertçe savaşmışlar ve mertçe ölmüş, öldürmüşlerdir.

Bunun aksini; İstanbul’un istila Yıllarında Malta sürgünlerini yargılamak isteyen ABD destekli İngilizler dahi ispat edememişlerdir.

Biz; Türkiye Cumhuriyeti olarak istiklalimizi yeniden kazandıktan sonra: >Yurtta sulh cihanda sulh< derken; Ermenistan Cumhuriyeti kin ve nefreti anayasasına yazmıştır.

Ermenistan Cumhuriyeti anayasasının özünü oluşturan 3. Maddeyi Ermeni anayasasından çıkarmadıkça…biz Türkler hangi adımı atarsak atalım, boşa çıkacaktır.
>Ermenistan anayasası Madde 3
1. Ermenistan Cumhuriyeti, Ermeni sorununun adil bir çözümü için uluslararası forumlarda ve hükumetler arası ilişkilerine devam eder.
2. Ermenistan Cumhuriyeti, devlet ve insanlığa karşı işlenmiş olan bu ciddi suçun yetkili uluslararası kuruluşlar, uluslararası toplum tarafından resmen tanınması ve kınanmasına ulaşmak için, Ermeni soykırımını kınayan sonuçlara ulaşmaya kararlıdır.<

Ayrıca Ermeni konseylerinin/komitelerinin tüzükleri de, anayasadan farklı olmadığı gibi, daha da ağır ve suçlayıcıdır.
1985 Sevr Ermeni üçüncü dünya kongresinde konseyin anayasası kabul edilen bildirinin c. ve d. bentleri de Ermeni anayasasının aynı olduğu görülmektedir.

>c. Türk işgali altındaki Ermeni topraklarını kurtarmak için tüm siyasi ve diplomatik yolları kullanmak.

d. Ermenilerin vatanlarına dönüşlerini örgütlemek ve bunun için hazırlıklar yapmak.<

Ermeni lobisi çalışmalarıyla bizi baskı altında bulundurmak isteyen batılı “dostlarımız” >Tarihinizle yüzleşin< diyorlar.  Fransa başkan Hollande diyor ki; bu taziye yeterli değildir, soykırımı kabul edilmelidir.

Fransa başkanı M. Hollande’ye sesleniyorum!

Gidin İsveç’de soykırımdan kurtulan 3-5 Laponla yüzleşin, sonra Amerika’da, Kızılderililerle yüzleşin, Fransa’da Cezayirlilerle yüzleşin, Afrika’da tüm soyları kırılanlarla yüzleşin… Kıbrıs’da, Kerkük’de, Filistin’de, Doğu Türkistan’da, Karabah’da, Balkanlar’daki toplu mezarların önünde naralar atanlarla yüzleşin!
…tabi ki… eğer yüzünüz varsa mösyö!

Mehmet Nuri Sunguroğlu
26/04/2014

 

KİMDİR BU BARZANİ’LER?

Yazan: Mehmet Nuri Sungur

Kuzey Irak Kürtlerinin yakın tarihine damgasını vuran Barzani ailesi kimdir? Tarihin derinliklerine inen araştırmacılar; Barzani ailesinin Yahudi olduğunda hemfikirler.

Kendisi de bir Kürt Yahudisi olan UCLA (Los Angeles) öğretim üyesi Prof. Yona Sabar, yazdığı kitapta bu iddiaları doğruladı. Tarihçi Ahmet Uçar da, Osmanlı arşivlerinde, Sallum Barzani adlı bir hahamın önce Selanik’e, arkasından da Kudüs’e sürgün edildiğine dair bir belge yayımladı. Bilindiği gibi, Molla Mustafa Barzani ile oğlu Mesut Barzani, İsrail’le kurduğu iyi ilişkilerle tanınıyor ve İsrail öteden beri Irak Kürtleri’nin bağımsızlığını destekliyor.

1982 yılında Yale Üniversitesi tarafından yayımlanan ‘‘The Folk Literature of the Kurdistani Jews: An Anthology (Kürdistan Yahudilerinin Halk Edebiyatı: Antoloji) başlıklı kitap, başlangıçta sıradan bir antropolojik çalışma muamelesi gördü. Kendisi de bir Kürt Yahudisi olan ve Los Angeles’teki Californiya Üniversitesi’nde (UCLA) görev yapan Prof. Yona Sabar tarafından kaleme alınan kitap, büyük çoğunluğu Kuzey Irak’ta yaşayan Kürt Yahudileri’nin hayatına ışık tutuyordu.

Barzanilerin Yahudi olduğuna dair bilgileri Tarihçi Ahmet Uçar, Osmanlı arşivindeki Osmanlı belgelerine dayanarak Sallum Barzani isimli bir hahamın Musul’dan Selanik’e oradan da hahambaşının ricası ile Kudüs’e sürgün edildiğini söylemektedir. (Tarih ve Düşünce Dergisi, “Hahamların Torunları Barzaniler” Aralık 2002, s. 16-24)  Hürriyet Gazetesi’nde aynı haberdeki demecinde de dahil olmak üzere Kuzey Irak’ta Yahudi kökenli tek bir Barzani ailesi olduğuna dair Osmanlı arşivlerinde kanıtlar olduğunu ve günümüz Barzani ailesinin atalarının Yahudi olduğundan şüphe edilemeyeceğini ifade etmektedir. (18 Şubat 2003 / Hürriyet /Barzani Ailesi’nin Yahudi olduğu ortaya çıktı.)

Barzani’lerin Yahudi asıllı olduklarına dair daha bir çok buraya sığmayacak kadar mevcut belgeler ve bulgular var. Bunların detayına girmek buraya sığmayacak kadar fazla olduğundan ben asıl söylemek istediğime geçmek istiyorum.

Bilindiği gibi; yeni dünya düzenlemesinde BOP olarak bilinen Büyük Orta Doğu projesi mevcuttur. Bu projenin öncüsü olan ABD; ağırlıklı olarak Orta doğuda yeni düzenlemeler için uğraşı vermektedir. Bu uğraşıların içerisinde; Afganistan  Irak savaşları ve Sovyetler birliğinden boşalan otorite boşluklarını doldurmak ve petrol reservelerini garanti altına almaktır. Ab ve ABD beraberliğinde yürütülen bu plan; ayrıca Arap baharı maskesi altında batı Afrika ve Orta doğuda sözde özgürlük adına halk ayaklanmalarını desteklemektedir. Bu ayaklanmaların arkasındaki düşünce, yeni olmayan ama hiç te eskimeyen: „Böl parçala yönet“ dogmasıdır. Ön planda görünen ABD her ne kadar olayların öncüsü olarak görünse de, asıl ipleri çeken İsrail hükumetidir.

İsrail hükümetinin amacı ise; Orta doğuda “büyük İsrail” rüyasıdır. Bu ilk etapta bir rüya olarak algılansa da; aslında bir rüya değildir. Yahudilerin inancı doğrultusunda Tanrı’nın bir emrivakisidir. Tevrat’ta Yahudilere verilen bir söz olarak bilinen bu emrivaki bir gün gerçek olmalıdır. Bu gerçeğin sınırları ise: Nil ve Dicle – Firat arasındaki coğrafyadır.

Bu büyük rüyanın gerçekleşmesinde hiç bir şeyden kaçınmayacak olan İsrail hükümeti için, Kuzey Irak’taki krıpto Yahudiler (gizli) en mükemmel müttefiktir. 1948 de kurulduğundan beri Barzani ailesi nezninde kuzey Irak Kürtlerinin özgürlüğünü destekleyen İsrail, hedefine yavaş ama, emin adımlarla yanaşmaktadır. 1969 yılında İsrail’i ziyaret eden baba Molla Barzani; zamanın İsrail genel kurmay başkanına sadece bir Yahudi kılıncı getirmekle kalmamıştır. Irak petrol kaynaklarının da planlarını teslim etmiştir. Bunu üzerine Irak petrollerinin bombalanarak işletilemez hale gelmesinde en büyük rolü oynamıştır.

Bu plan ve projenin bir parçası olan Mesud Barzani, Türkiye’nin en büyük partisinin büyük kongresine onur misafiri olarak davet edilirken; ve onunla gurur duyduklarını dile getirenlere sormak lazım! Osmanlıya karşı sürekli ayaklanan Kürtlerin başını çeken; Osmanlıya karşı isyan eden Ermenilere destek veren Barzani ailesinin ve Kuzey Irak Kürtlerinin bu günkü lideri Mesud Barzani’den ne umuyor ve ne bekliyorsunuz?

 

Sevgiyle kalın!…

Mehmet Nuri Sungur