CUMHURİYET AYINDA, CUMHURİYET BAYRAMINA DOĞRU

[Bizim Cumhuriyetimiz başkalarının Cumhuriyetine benzemez!]
Bizim Cumhuriyetimiz; esaret altına alınmak istenilen bir milletin; zincire vurulmak istenilen ruhunun şahlanışından doğmuştur!

Bizim Cumhuriyetimiz; başkalarının cumhuriyetlerine hiç benzemez. Ne var ki; biz onun asıl ruhunu anlatamamışız, anlayamamışız.
Bizim Cumhuriyetimizi sadece bir idare sistemi olduğunu düşünenler olsa da; bizim Cumhuriyetimiz “sadece bir idare sistemi değildir, biraz daha fazladır!”
Bizim Cumhuriyetimizin ruhundaki değerler batı düşüncesine benzemez, istilacı değildir. Orta doğu, Orta Asya, Kafkaslar, Uzak Doğu, Afrika, Güney Amerika düşüncesiyle bağlılığı yoktur; esareti kabul edemeyen bir milletin eseridir!
Bizim Cumhuriyetimiz iç savaşın sonunda parçalanarak kurulmamıştır. Parçalamak isteyenlere karşı verilen mücadelenin sonunda bileğinin hakkıyla kazanılmıştır.
Bizim Cumhuriyetimiz; biat ve kapı kulu sistemine son vererek, özgür düşünebilen, eşit hak ve hukukun yolunu açan bir Cumhuriyettir.
Bizim Cumhuriyetimiz; Almanlar gibi, dünyayı istila etmeye kalkan bir milletin kafasına vurularak: ”Al sana yeni bir idare sistemi, ülkeni bu sistemle idare et“ diye; batı Almanya’ya verilen emperyalist bir Cumhuriyet değildir.
Bizim Cumhuriyetimiz; Sovyetler birliğinin doğu Almanya’ya sunduğu komünist bir sistem paketi olarak önümüze konulmamıştır.
Bizim Cumhuriyetimiz; esaret altına alınmak istenilen bir milletin; zincire vurulmak istenilen ruhunun şahlanışından doğmuştur.
Bizim Cumhuriyetimiz; „Hürriyet benim karakterimdir“ diyen; bir yüz Yılın liderliğini hala elinde tutan; bin yılın adamı olarak seçilen; ölümünde arkasından sadece dostlarının değil, düşmanlarının da ağladığı bir dehanın önderliğinde ve onun dehasal fikirlerine uyan arkadaşları ve Türk milleti tarafından kurulmuştur.
Bizim Cumhuriyetimiz; cephelerde binlerce şehit vererek namusuna el dokundurmayan bir milletin mirasıdır.
Bizim Cumhuriyetimiz; çocuğunun üzerinden örtüyü alarak; cepheye taşıdığı mermiyi örten kadınlarımızın kurduğu Cumhuriyettir.
Bizim Cumhuriyetimiz, bizim Cumhuriyetimizdir, üzerinde onunla yaşayanların dışında hiç bir başkalarının emeği yoktur, hakkı da yoktur; ve hiç bir zamanda olmayacaktır; çünkü; biz onun bekçisiyiz!

Mehmet Nuri Sunguroğlu
22.10.2017

 

BİZİM CUMHURİYETİMİZ FARKLIDIR, BAŞKALARININKİNE BENZEMEZ

milletin-ve-cumhuriyetCUMHURİYET BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN!

Bizim Cumhuriyetimiz; esaret altına alınmak istenilen bir milletin; zincire vurulmak istenilen ruhunun şahlanışından doğmuştur.

Bizim Cumhuriyetimiz; çocuğunun üzerinden örtüyü alarak; cepheye taşıdığı mermiyi örten kadınlarımızın kurduğu Cumhuriyettir.

Bizim Cumhuriyetimizin değerlerinin bir başka önemi de, onun farklı kazanımıdır.

Bizim Cumhuriyetimiz; başkalarının cumhuriyetlerine hiç benzemez. Ne var ki; biz onun asıl ruhunu anlatamamışız, anlayamamışız.

Bizim Cumhuriyetimizi sadece bir idare sistemi olduğunu düşünenler olsa da; bizim Cumhuriyetimiz “sadece bir idare sistemi değildir, biraz adah fazladır!”

Bizim Cumhuriyetimizin ruhundaki değerler batı düşüncesine benzemez, istilacı değildir. Orta doğu, Orta Asya, Kafkaslar, Uzak Doğu, Afrika, Güney Amerika düşüncesiyle bağlılığı yoktur; esareti kabul edemeyen bir milletin eseridir!

Bizim Cumhuriyetimiz iç savaşın sonunda parçalanarak kurulmamıştır. Parçalamak isteyenlere karşı verilen mücadelenin sonunda bileğinin hakkıyla kazanılmıştır.

Bizim Cumhuriyetimiz; biat ve kapı kulu sistemine son vererek, özgür düşünebilen, eşit hak ve hukukun yolunu açan bir Cumhuriyettir.

Bizim Cumhuriyetimiz; Almanlar gibi, dünyayı istila etmeye kalkan bir milletin kafasına vurularak: ”Al sana yeni bir idare sistemi, ülkeni bu sistemle idare et“ diye; batı Almanya’ya verilen emperyalist bir Cumhuriyet değildir.

Bizim Cumhuriyetimiz; Sovyetler birliğinin doğu Almanya’ya sunduğu komünist bir sistem paketi olarak önümüze konulmamıştır.

Bizim Cumhuriyetimiz; esaret altına alınmak istenilen bir milletin; zincire vurulmak istenilen ruhunun şahlanışından doğmuştur.

Bizim Cumhuriyetimiz; „Hürriyet benim karakterimdir“ diyen; bir yüz Yılın liderliğini hala elinde tutan; bin yılın adamı olarak seçilen; ölümünde arkasından sadece dostlarının değil, düşmanlarının da ağladığı bir dehanın önderliğinde ve onun dehasal fikirlerine uyan arkadaşları ve Türk milleti tarafından kurulmuştur.

Bizim Cumhuriyetimiz; cephelerde binlerce şehit vererek namusuna el dokundurmayan bir milletin mirasıdır.

Bizim Cumhuriyetimiz; çocuğunun üzerinden örtüyü alarak; cepheye taşıdığı mermiyi örten kadınlarımızın kurduğu Cumhuriyettir.

Bizim Cumhuriyetimiz, bizim Cumhuriyetimizdir, üzerinde onunla yaşayanların dışında hiç bir başkalarının emeği yoktur, hakkı da yoktur; ve hiç bir zamanda olmayacaktır; çünkü; biz onun bekçisiyiz!

Mehmet Nuri Sunguroğlu

21.10.2016

 

GERÇEKLEŞEN BİR HAYALİN SONU; TÜRK UÇAK SANAYİ 1925-1959

Birinci dünya savaşı sonunda yenik düşen Almanların imzaladığı Versay anlaşması gereği Almanlar ağır savaş sanayini de durdurmuşlardı. Zamanın uçak üreticisi Junkers varlığını sürdürmek için dış devletlere lisans üzeri yatırımlar yapmaktaydı. Bu devletlerden birisi de genç Türkiye Cumhuriyetiydi. Gazi Paşanın: “İstikbal göklerdedir” doğrultusunda Junkers ile ortaklaşa Kayseri uçak sanayi kuruldu. (TOMTAŞ = Tayyare Otomobil Motor Türk Anonim Şirketi)Daha sonra iflas eden Junkers’in hakları Türk Tayyare Cemiyetine aktarıldıysa da, Kayseri uçak fabrikası alamadığı sipariş nedeniyle kapanarak bakım servisi olarak devam etti.
1937 yılında Gazi Paşanın direktifi ile, 1940 yılında kurulan THK Etimesgut Uçak fabrikası, 1944 yılında üretime geçmek üzere planlandı. 1943 yılında 5.840 metre karelik bir alana sahip olan fabrika, sonraki yıllarda 13.790 metre karelik bir alan üzerine yayılmıştır.. Kuruluşta fabrikada 300 kişi çalışırken, 1945 yılında; 129 mühendis, 143 memur ve 606 işçi olmak üzere toplam 878 kişinin çalıştığı dev bir yatırım haline gelmiştir.
Yapılan planlamada hiçbir aksaklık yaşanmamış ve planlandığı gibi, 1944 yılında 30 adet magister okul ve eğitim uçağı üretilerek THK’na teslim edilmiştir. Söz konusu uçaklardan 30 adeti de 1945 yılında üretilmiş ve THK’na teslim edilmiştir. Gazi Orman Çiftliği’nde kurulu bulunan Gazi Uçak Motoru Fabrikası da, Üretilen uçakların motor aksamından sorumluydu. Motor fabrikasında 1949 yılında, tek sıra üzerine dizilmiş, hava ile soğuyan 4 silindirli ve 145 beygir gücünde 30 adet Gipsi/Majör motor üretilmiştir.
Etimesgut Uçak Fabrikası Türk tipi yeni uçaklar yaratmak için; 6 yüksek mühendis, 4 mühendis ve 11 teknik ressam olmak üzere toplam 21 kişiden oluşan bir etüd bürosu kurarak çalışmaları bilimsel bir temele oturttu ve bu gün Ar-Ge olarak tanımlanan bu birim, THK1 den THK15 kadar, 15 ayrı planör ve uçağın özgün projesini yapmıştır. Yapılan bu projelerin hemen hemen tamamı üretilmiş, THK ve Türk Hava Kuvvetleri tarafından kullanılmıştır. Çift Gipsy/Majör motorlu hasta taşıma ambulansları, yada 6 kişilik yolcu uçağı olarak dizayn edilen THK5 uçağının bir tanesi Danimarka tarafından satın alınmıştır.
1947 yılında Ankara’da, Beşevler semtinde inşaatına başlanan ve 1949 yılında donanımının montajına başlanarak 1950 yılında tamamlanan Rüzgar Tüneli; model, kanat, profil ve pervaneler üzerinde aerodinamik araştırmalar ve deneylerle, hesaplamalar yapmak üzere tasarlanmış, Avrupa’nın en büyük rüzgar tüneliydi.
1950 yılındaki iktidar değişikliğinden sonra, fabrikaya olan ilgi birden bire azalmış, NATO ve ABD Marshall yardımları gerekçe gösterilerek, önce uçak fabrikası etüd bürosu, sonra da 1952 yılında Etimesgut Uçak Fabrikası, 1954 yılında da Gazi Uçak Motoru Fabrikası kapatılmıştır. THK Etimesgut Uçak Fabrikası Etüd Bürosu’nun üzerinde çalıştığı son proje Mehmetcik isimli bir jet uçağıydı. Fabrika kapatılmamış olsaydı, Türkiye’nin ilk savaş jeti, 50’li yılların sonunda Türkiye göklerinde uçuyor olacaktı.

GERÇEKLEŞEN BİR HAYALİN SONU; TÜRK UÇAK SANAYİ
Özetin özetiyle:
1952 yılında uçak fabrikası, 1954 yılında da uçak motoru fabrikası Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumuna (MKEK) devredilir. MKEK bir süre eski tasarımları geliştirerek uçak üretimine devam eder. Motor fabrikası 1955’te traktör imalatına geçerek bugünkü Türk Traktör Fabrikası haline getirilir. Uçak fabrikasında ise 1959’da üretim durdurulur, 1963’den sonra traktör üretimine başlanır.1968 yılında fabrika MKEK Tekstil Makineleri Fabrikası’na dönüştürülür, daha sonra ise kapatılır.
Son olarak: Kayseri uçak fabrikasında üretilen 72 uçak toprağa gömüldü ve fabrika kapatıldı masalı kocaman bir yalandan başka bir şey değildir. Zira 1957 yılına kadar lisans yada montaj olsa da, ülkemizde uçak üretiliyordu

Mehmet Nuri Sunguroğlu
17.10.2016

Not: Yerli ve yabancı kaynaklardan yaptığım üç günlük araştırma sonunda bir çok araştırmacı yazarların birikimlerinden faydalandım, hepsine ayrı ayrı teşekkür ediyorum.
Geniş bir sahaya yayılmış olan tarihi bilgilerden en sağlam ve en kısa özet olarak bu yazıyı yazdım.

AZİZ SANCAR OLAYI

sancar“BİR VUKUAT İŞLEDİK, AFFOLA…”!

Türk dil kurumuna göre Sancar: „Kısa kama, saplayan, batıran, yenen“ anlamıyla izah edilmektedir. Sn. Aziz Sancar hocamızın adına yakışacak düzeyde başarılara imza atmış olması ismi ile ne kadar bağlıdır bilinmez ama; yeteneklerinin en azından isminin izahı kadar güçlü olduğuna şahit olduk.

Aziz Sancar hocamız geldi, gördü, ödülünü aldı ve aldığı ödülü Atatürk adına Genelkurmay başkanlığına armağan etti. Beğenirsiniz, beğenmezsiniz, hocamızın kararına saygı duymak lazım. Aziz Sancar hocamızın bu jesti, oyunun son sahnesiydi. Asıl oyun Nobel ödülünü alacağının duyulmasında oynanmıştı; ben oraya değinmek istiyorum.

Başta BBC olmak üzere hocamızı kırk parçaya böldüler. Arap dediler, Kürt dediler, Türk dediler. Hatta bazı partilerin hocaya sahip çıkmak istediklerine de şahit olduk. Aziz Sancar hocamız ise; tüm bunlara „aidiyetinin Türk olmasıyla ve bununla gurur duyduğunu, başarılarını Atatür ve onun kurduğu Cumhuriyete borçlu olduğunu söyleyerek cevap verdi. Bu düşüncesinin altını da çizmek için aldığı Nobel ödülünü Anıt kabre armağan etti. Şimdi gelelim asıl söylemek istediğime.

Biz millet olarak böyle başarılara imza atmadığımız için, böyle başarıların nasıl hazım edileceğini bilemediğmiz için ne yapacağımızı da şaşırdık.

1) Sn. Sancar hocamızın nasıl da „parçalara bölünerek“ sahiplenildiğine üzülerek şahit olduk.

2) Henüz ne kadar arka sıralarda oturduğumuzun, dersi duyamayacak kadar sesli bir sınıfta olduğumuzun farkında olduk.

3) Davranışımızla bir vukuat işledik.

4) Ne kadar bilmesek, inkar etsek de, bu bir „vukuattır“…geri kalmışlığımızın vukuatı dır!

5) Akıl ile zekanın, egomuzun karşısında aciz kalarak homojen olarak çalışmadığının, uyumsuzluğunun vukuatı dır!

6) Dünyanın evrenselliğinden yoksun kalmanın vukuatı dır!

7) Bilimin önemini anlamadığımızın vukuatı dır!

8) Etnik köken saplantımızın affedilmeyecek olan vukuatı dır!

9) Siyasal düşüncelerimizin bizi insanca düşünmekten mahrum ettiğinin vukuatı dır!

10) Utanacak yerde, avını paylaşamayanlar gibi davranmanın vukuatı dır!

11) İnancımıza, değerlerimize, ilime ve bilime ne kadar uzak kaldığımızın vukuatı dır!

Keşkem bu ve buna benzer olaylara olan susuzluğumuzu giderecek daha çok başarılara imza atan bilim adamlarımız olur da, gelecek ödüllerde nasıl davranacağımızı öğrenir ve bu gibi insanlarımızı parçalamakta acele etmekten uzak kalırız.
Mehmet Nuri Sunguroğlu

21.12.2015

 

TOPLUM OLARAK BAŞKANLIK SİSTEMİNE HAZIRMIYIZ?

BASKAN[Eğer diyorsak ki başkanlık sistemine geçelim, hepimiz; ama gerçekten hepimiz; önce demokrasi anlayışımızı, kanunlara karşı olan saygımızı ve mahkeme kararlarına karşı olan davranışımızı gözden geçirmeliyiz.]
TOPLUM OLARAK BAŞKANLIK SİSTEMİNE HAZIRMIYIZ?

Ne zaman ki ülkemizde siyasi kilitlenmeler olmuştur, konu başkanlık sisteminin tartışmasını başlatmıştır. Bu durum Turgut Özal ile başlamış olsa da, daha önceleri de dile getirilmiş olduğunu biliyoruz. Şimdiki Cumhurbaşkanımızın başbakanlığında çok daha istekli olarak tartışılan başkanlık sistemi, önümüzdeki günlerde gündemin ortasında olacağını söylemek için kahin olmaya gerek yoktur. Peki… Başkanlık sistemi denilince konu hakkında ne düşünüyoruz? Konu hakkında ne kadar bilgimiz var?
Başkanlık sistemi tüm yönetimlerde mümkün olan bir hükumet sistemidir. Günümüzde örnek olarak Komünist olan Kuzey Kore’de olduğu gibi, Amerika Birleşik Devletleri de başkanlık sistemiyle yönetilmektedir. Aralarındaki fark başkanlık da değil, idare sistemini oluşturan demokrasi, hukuk ve yasalara uyulması, yada uyulmamasında saklıdır.
ERKLER
Yasama, yürütme ve yargıdan oluşan bu üç erk; halk adına yetki kullanan organlardır. Yani; Parlamento, hükumet ve mahkemeler halkın adına yetki kullanmak salahiyetine sahiptir. Günümüzdeki parlamenter sistemde Cumhurbaşkanı yürütme yetkisine sahip değildir. Başkanlık sistemine geçilirse, Cumhurbaşkanı yürütme yetkisinin başındadır tüm atamalardan sorumlu olduğu gibi, azil etme yetkisi de başkanın elindedir.
Güney Amerika’da ve Afrika ülkelerinde olmak üzere, dünyada 42 ülkede başkanlık sistemi uygulanmaktadır. Günümüze kadar tek başarılı olarak bilinen, sadece Amerika’da uygulanan başkanlık sistemidir.
Amerika Birleşik Devletleri Anayasasına göre başkan, içe ve dışa karşı yüksek yetkilerle donatılmış olup, aynı zamanda başbakan ve silahlı kuvvetlerinde başkomutanıdır.

Anayasanın bu kadar yetki ile donattığı başkanlık sisteminin dengesini de unutmayan Amerikan anayasası, olası bir duruma karşı aldığı tedbir ile; Senato ve temsilciler meclisinin yanında, yüksek mahkemeye de kontrol yetkisini vermeyi unutmamış. Karşılıklı kontrol oluşumunun özü olan “check and balance” denilen “denge ve fren” sistemin özünü oluşturmaktadır.
Yürütmenin başı olan başkan, Kongre ve Senato tarafından frenlenebilir olması, Amerika başkanlığının başarılı olmasının ana unsuru olmuştur.
Görüyoruz ki; yönetimlerde mesele başkanlık yada parlamenter sistem değil; tüm mesele nasıl uygulandığıdır. Gerek parlamenter, gerekse başkanlık sistemi olsun; öncelikle demokrasi anlayışının, yasalara saygı, kanunların tümüne uyulmasının önemidir sistemi başarıya getiren.

Mahkeme kararlarının hiçe sayılmasının mümkün olmadığı Amerika’da, başkanlık sistemi sayesinde hiç bir kesintiye uğramadan 200 yıldan beri yaşayan Amerikan demokrasisi, Amerikan başkanlık sisteminin başarı öyküsüdür. Buna rağmen Başkanlık sistemi tartışılmaya devam ettiği de bir gerçektir.
Eğer diyorsak ki bizim ülkemizde de başkanlık sistemine geçelim, önce kendimizi sorgulamak zorundayız ki; yukarıda adı geçenler bizde de geçerli midir?

Mehmet Nuri Sunguroğlu
05.11.2015

BEN CUMHURİYET İLE YAŞLANDIM

BAYRAK001BEN CUMHURİYET İLE YAŞLANDIM

Giydim bu sabah yine bayramlıklarımı
Elimde bayrağım dilimde hep o türkü
Göğsüm kabarıktır alnım sa açık
Cumhuriyet bizim bizimdir Paşam

Bir türkümüz vardı hep dilimizde
Bir sevda ki vardı yüreğimizde
Edirne’den Van’a kadar hep dilimizde
Ege’de Marmara’da Karadeniz’de

Biz her sabah andımızı okurduk
Çağırırdık Türküm doğruyum diye
Göndere çekilen bayrak altında
Söylerdik türkümüzü tüm Türkiye’ye

Dağların başını dumanlar almış
Kurtlar dolaşıyor ormanlarında
Gümüş dereler de çağlamaz olmuş
Güneşi görünmüyor ufuklarında

Siperde bekliyor düşmanlarımız
Misaki millidir hudutlarımız
Ne Kürdümüz vardır nede Lazımız
Tek vatan tek millet tek bayrağımız

Bizler Cumhuriyet çocuklarıyız
İnkarımız olmaz tarihimizi
Yıkılan da bizim Cumhuriyette
Bir İmparatorluğun mirasıyız biz

Mehmet Nuri Sunguroğlu
29 Ekim 2015

CUMHURİYET BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN!

ATACUMCUMHURİYET BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN!
Mutlaka ki herkesin yüreğinde bir duası vardır. Benim yüreğimdeki dua ise; her sabah ve akşam şükrederek varlığından mutlu olduğum ülkemizin bir Cumhuriyet devleti olmasıdır. Benim olmam yada olmamam hiçte önemli değildir. Önemli olan bu devletin Cumhuriyet olarak kalmasıdır ki; gelecek kuşaklarımız dünya milletlerinin önünde eğik baş ile durmasınlar. Bizim Cumhuriyetimiz, başkalarınınkine benzemez, onu biz tırnaklarımızla kurduk. Başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere, Cumhuriyetimizi kuranların ruhu şad olsun!

SN. CUMHURBAŞKANIM, ETRAFINIZDA ÖLÇÜYÜ KAÇIRAN PROVOKATÖRLER VAR!

TEXAS>>Sizler “Yiğit”ler değilsiniz, rüzgarın estiği yöne kayan “Bulut”larsınız. Yazıklar olsun sizlere ki, devletin size verdiği makamın ne olduğunu dahi anlamayacak kadar okumuş cahillersiniz!<<

Sn. Cumhurbaşkanım, Sizinle aynı fikirleri paylaşmasam da, Cumhurun başısınız. Bu devletin gücü, Sizi koruyacak kadar vardır. Bu görevi kişisel olarak üstlenmek isteyenler, ne Size, nede bu millete hayır dua okumayacak kadar bencil, şovmen ve okumuş cahillerdir…sakının bunlardan!

Sn. Cumhurbaşkanımızın danışmanı Yiğit Bulut, iki tabancası ve yüzlerce mermisiyle Cumhurbaşkanımızın önüne siper olmuş. Türkiye Cumhuriyetinin Reisicumhurunun koruması kovboy militanlar gibi korunuyorsa, devlet bitmiş, aşiretlik başlamış demektir (!)

Değerli okurlarım, sevgili dostlarım.

Sn. Cumhurbaşkanımızın danışmanı olan Yiğit Bulut, nerede ve hangi makamda danışman olduğunu bilmeyecek kadar okumuş cahillerimiz den birisi olmalı ki; iki tabancasıyla Cumhurbaşkanımızın önüne yatarak onun korumalığını üstlenmekte büyük laflar ediyor. Katıldığı bir tv. Programında aynen şunları söyleyen Yiğit Bulut efendi, kendisini demokratik bir ülkede değil de, 200 yıl önceki batı kovboylarının ülkesinde sanıyor olmalı ki, bu kadar cüretkar olarak toplumu kışkırtmakta sakınca görmüyor.

Haberin özü:

Yiğit Bulut: “Varsa cesareti meydana gelen, varsa denemek isteyen hodri meydan!” sözleriyle TRT ekranlarından ‘meydan okudu’. TRT Haber kanalında işlek olarak yayınlanan Derin Çözümleme adlı programda, iki ruhsatlı tabancası onlarca de kurşunu olduğundan dem vuran Bulut, “Ben can vermeden, beni vurmadan, ben asılmadan bu ülkenin seçilmiş Cumhurbaşkanına kimse elini süremez”. ‘Milyonlar şehit olmadan Cumhurbaşkanı şehit olmaz’!

Ey gidi Yiğit Bulut efendi, size iki lafım olsun, fazlasına gerek yok zaten. Siz ve sizler gibi, daha dün Recep Tayyip Erdoğan’ın karşısında olanlar ve bugün çifte tabancayla onun önüne yatmaya soyunanlardır bu ülkenin asıl sorunu. Sizler “Yiğit”ler değilsiniz, rüzgarın estiği yöne tapan “Bulut”larsınız. Yazıklar olsun sizlere ki, devletin size verdiği makamın ne olduğunu dahi anlamayacak kadar okumuş cahillersiniz!

Sizler ki… Sorumsuzca laflar ederek milleti kışkırtmaktan umut bekleyen sorumsuz, okumuş cahillersiniz… Sizin konuştuğunuz yabancı dilde, ağzınıza batsın!

Özetlersek:

Sn. Cumhurbaşkanım… Sizin bu okumuş cahillere ihtiyacınız olmamalıdır, kovun bu okumuş cahilleri, bu şarlatan ruhlu insanları etrafınızdan. Makamın kadrini bilmeyen bu cahiller, sizi de, bu ülkeyi de heba edecek kadar sorumsuzca laflar ediyorlar. Toplumu kışkırtmaktan başka laf bilmeyen bu ilkesi belli olmayanlar, daha düne kadar sizin karşınızda idiler.

Rüzgarın estiği yöne dönen bu “Bulut” lardan ne Size, nede bu ülkeye hayır gelir…kovun gitsin bunları, bir kaybınız olmaz!

Mehmet Nuri Sunguroğlu

22.05.2015

AĞIR MİRAS 1915 ( 3 // 1 ) ERMENİ SOYKIRIM YALANI

ERMENI-3AĞIR MİRAS 1915 ( 3 // 1 )
ERMENİ SOYKIRIM YALANI // Prof. Dr. Justin Mc CARTHY

Prof Justin McCarthy, Austuralya / Melbourne Sempozyumu. 7 Aralık 2013: “1915 -1919 Döneminde Ne Oldu?”

GİRİŞ
Ermenilerin basın saldırılarına boyun eğmeyen, yazdığı eserler ve verdiği mücadele ile Türk milletine bir çok Türklerden daha çok destek olan Justin A. McCarthy kimdir?
19 Ekim 1945 yılında dünyaya gelen Justin A. McCarthy, Louisville Üniversitesinde ABD’li tarih profesörüdür. Uzmanlık alanları arasında Osmanlı İmparatorluğu, Balkanlar ve Orta Doğu tarihi bulunmaktadır.

McCarthy, felsefe okuyarak başladığı meslek hayatında zamanla tarihe yönelmiş 1967-1969 yılları arasında Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve Ankara Üniversitesinde de görev yapmıştır. Doktorasını 1978 yılında Kaliforniya Üniversitesi’nde (The University of California, Los Angeles) tamamlamış ve daha sonra Boğaziçi Üniversitesi tarafından da fahri doktora ünvanına layık görülmüştür. Ayrıca McCarthy Türkiye Çalışmaları Enstitüsü’nün (Institute of Turkish Studies) yönetim kurulundadır.

Yazdığı kitaplarda, yüz binlerce Ermeni’nin ve en az bir o kadar Müslüman Türk’ün öldüğünü kabul etmekle beraber Ermeni soykırımı iddialarını reddeder. ABD’deki en büyük Ermeni kuruluşu olan Amerika Ermeni Komitesi ANCA ise McCarthy’nin Türk Hükumeti tarafından desteklendiği konusunda iddiaları vardır. Bu iddialar, McCarthy’i üzmüş ve “Bana göre bunların en kötüsü ise en nefret ettiğim şey olan politize olmuş milliyetçi bir bilim adamı olmakla suçlanmak olmuştur. Neden bunları söylediğime dair doğru olmayan sebepler uyduruldu. Annemin Türk olduğu, karımın Türk olduğu, Türk Devleti tarafından büyük paralar aldığım gibi. Bunların hiçbirisi doğru değildir, ancak doğru olsalardı bile yazılarımı bir parça etkilemeyecekleri; bir bilim adamının çalışmasına meydan okumanın yolu onun yazdıklarını okumak ve bilimsel bir çalışmayla karşılık vermektir, o bilim adamının kişiliğine saldırmak değildir.” diyerek yanıt vermiştir.

Meseleleri kimin başlattığı sorusu önemlidir. Hem ahlaki, hem tarihi yönden önemlidir… diyor Justin A. McCarthy.
Yüzyılı aşan bir savaş hali süresince Türkler ve Ermeniler birbirlerini öldürmüşlerdir. Öldürme eyleminin kimin başlattığı sorusu iyi anlaşılmalıdır, çünkü saldırganlık nadir olarak, fakat savunma hakkı her zaman haklı gösterilebilir. Kendilerini savunanların eylemleri zaman zaman savunma sınırlarını aşabilir ve tam bir intikama dönüşebilir. Bu, savaşta çok sık karşılaşılan bir durumdur ve eleştirilmemelidir. Fakat suçlanması gerekenler, savaşı başlatanlar, ilk vahşeti yapanlar ve kan dökülmesine sebep olanlardır. Meseleleri başlatan her zaman Ermeni milliyetçileri olmuştur. Ermeni isyancıları olmuştur. Suç daima onların üzerinde kalacaktır.
Prof. Dr. Justin Mc CARTHY

Tarihçiler gerçeği sevmelidir, gerçekleri saptırmadan vermelidirler diyor Justin A. McCarthy ve ekliyor.
Bir tarihçi sadece gerçeği yazmakla yükümlüdür. Tarihçiler yazmadan önce tüm ilgili kaynaklara bakmak zorundadırlar. Kendi ön yargılarını gözden geçirmeli ve bunların gerçeği etkilememesi için ellerinden geleni yapmalıdırlar. Ancak bundan sonra tarih yazmalıdırlar. Tarihçilerin temel ilkesi şudur: “Bir konuyu bütün yönleriyle ele al; ön yargılarını bir kenara bırak. İşte o zaman gerçeği bulmayı ümit edebilirsin.”
Tarihçiler her zaman bu ilkeyi izlerler mi? Hayır, fakat iyi tarihçiler gayret gösterirler.
Bir tarihçinin görevinin gereğini yerine getirip getirmediğini anlamanın yolları vardır. Tüm önemli ilgili kaynakları incelemelidir. Amerikan tarihi ile ilgili bir kitap sadece Fransızca kaynaklara dayanıyor, Amerikan kaynaklarından faydalanmıyor sa gerçek tarih olamaz. Önemli olayların hepsi dikkate alınmalıdır. Alman ve Yahudi tarihi ile ilgili bir kitap Holocaustta öldürülen Yahudilerden bahsetmiyorsa gerçek kabul edilemez. İnsana rahatsızlık veren olaylar, yanlış düşünce ve ön yargılarla uyuşmayan olaylar bir tarafa bırakılmak ve göz ardı edilmek yerine ele alınmalıdır.
Türk ve Ermeni tarihi ile ilgili yazılmış bir kitap Ermeniler tarafından öldürülen Türklerin tarihini ihtiva etmezse gerçek sayılamaz.
Bu gayet açık. O kadar açık ki zikretmek bile gereksiz. Fakat biz bunun zikredilmesinin gerekli olduğuna inanıyoruz, çünkü bir çok tarihçi doğru tarih yazmanın ilkelerini unutmuş.

Derleyen: Mehmet Nuri Sunguroğlu
17.03.2015
Yazı devam ediyor, takip eyleyin !

TARİH, SİYASET VE TÜRK KİMLİĞİ

OSMAN001>>Osmanlıda Türk kimliği ise; 19. asrın ikinci yarısından sonra kendisini göstermeye başlayarak, Sırp, Bulgar ve Yunan milliyetçiliğine karşı oluşan Türk milliyetçiliğidir. Çökmeye başlayan İmparatorluğun, milliyetçi akımlara karşı kalkan olarak Türklüğe sahip çıkmasıdır.<<

Kendi tarihiyle övünecek kadar tarih yaratamayan milletler, her zaman tarihlerinin güzel sayfalarını yazmışlardır. Tarihine objektif olarak bakan ve onu gelecek kuşaklara acısıyla tatlısıyla bırakacak tarihçiler olsa da; yine de kendi düşünce ve görüşlerini yazıtlarında cümle aralarına işlemekten kaçınmamıştır. Bu durum ise, kişinin görüş ve düşüncelerinin yazdığı tarih hakkında olan fikirlerinin satır aralarına sızması olarak düşünülürse; normal olarak görülür ve okuyucu bunu anladığı için, yazar hakkında fazla fikir üretmeden tarihi okuyarak kendi düşüncelerine yer verir.
Ancak… Eğer tarihçiler, yazdıkları tarihi; siyasi ideolojileri için kaleme alırlar sa; durum hiçte tarihçiye yakışmayacak boyuta gelir ve tarih olmaktan daha çok siyasi bir kitap olur. Tarihi bölmek ve onu karşılıklı silah olarak kullanmak ise; hiç bir tarihçiye yakışmaz. Sadece tarihçilere değil; siyasetçilerin de tarihi kullanarak ve bölerek düello yapmaları, milletin zihnini karıştırmak ve ondan çıkar sağlamak da siyasetçinin işi olmamalıdır.

Biz Türkler; köklü ve geniş bir tarihe sahip olmamıza rağmen, tarih anlayışından yoksun bir milletiz. Bu yoksunluğun sebebi ise; tarihimizi merak etmediğimizdendir.
Milletlerin tarihlerinde dönüm noktaları vardır. Bu dönüm noktaları çoğunlukla bir yıkılmanın arkasından yeniden başlayışla vücut bulmuştur. Bunun örneklerini Başta Rusya olmak üzere; Alman’ya, İtalya, yada meşhur Fransız ihtilalinde görebilmek mümkündür.
Her dönüm noktasından yıkılıp yeniden yapılanmaya başlayan milletler; bu dönüşüm noktasını bir şans olarak görmüşler ve dönüşümün oluşumuna sebep olan çöküşün arkasından koşmaktan vaz geçmişlerdir. Değişim görmeyen milletler, kendisine sadık kalarak yollarına devam etmektedirler. Bununda örneğini İngiltere ile verebiliriz.

Biz Türkler ise; tarihi geniş olduğu kadar da dönüşüm noktasına sahip bir milletiz. Son dönüşüm noktamız olan 1923 ise; bizler için bir milat başlangıcı olarak görülse de, bunu kabul edemeyenlerin olduğu ve başka milletlerde olmayan; „geriye dönüşüm özlemi“ ile eskiye dönmeyi arzu edenlerin çokluğu hiçte şaşırtıcı değildir. Değildir çünkü; tarih bilincimizde eksiklik vardır. Bu tarih eksikliğidir ki; Osmanlı tarihiyle Cumhuriyet tarihini iki cephe haline getirerek, üzerinden siyaset yapılmaktadır. Osmanlı tarihini İslam tarihi olarak göstermeye çalışanlar; Cumhuriyet tarihimizi Laiklik kavramının içerisine sıkıştırarak; „İslam karşıtı“ olarak göstermektedirler. Bu yanlış anlayış içerisinden çıkış yaparak siyaset yapanlar ise; son yenilgiden sonra dönüşüm noktamız olan 1923 yılından geriye doğru dönmeyi, bir „vefa borcuymuş“ gibi göstererek, saltanat havasına bürünmüşlerdir.

Batılıların Osmanlıya Türkler dediği kadar, Osmanlının kendisine Türk diyemediğini bilmediğimiz içindir ki; günümüzde ağır basan Osmanlı özleminin de sebebini anlamakta zorluk yaşamaktayız. Çünkü; batılılar Türk ile İslam kavramını eş tutarak bu kavramı oluşturmuşlardır. Balkanlarda Arnavutlar, Makedonyalılar da genelde Türk olarak söylenmiş olması da bu Türk-İslam sentezinin oluşundandır.

Avrupa haritalarında Osmanlı; Türk İmparatorluğu olarak gösteriliyordu. Padişaha da Türk sultanı diyorlardı. Osmanlı’ya gelen seyyahlar “Türkiye’ye geldik” deyimini kullanıyorlardı. 1603 yılında Richard Knolles’in yazdığı eserde “Türklerin Genel Tarihi” kitabının ilk cümlesi ise “Türklerin muhteşem imparatorluğu çağımızın dehşeti” olarak başlıyordu. Avrupalılar Müslüman olan birisine “Türk oldu” diyorlardı. Uzun süre Osmanlı’da kalan ve kültüründen etkilenen seyyahlar “Türkleştikleri” suçlamasıyla hapse bile atılabiliyordu

Osmanlıda Türk kimliği ise; 19. asrın ikinci yarısından sonra kendisini göstermeye başlamıştır. Bu başlayışın sebebi ise; Sırp, Bulgar ve Yunan milliyetçiliğine karşı oluşan bir Türk milliyetçiliğidir. Bu durum ise; Osmanlının ancak; çökmeye başlamasında milliyetçi akımlara karşı kalkan olarak Türklüğe sahip çıkmasının zorunluğudur.

Bunu anlamak için tarihçi İlber Ortaylı hocanın şu cümleleri yeterlidir.
İlber Ortaylı diyor ki:
„Türklük, İmparatorluk var oldukça doğumu zaruret nedeniyle ve ihtiyatla geciktirilmiş bir kimlikti. Yıkım anında ise derhal patladı. Kozmopolit bir ”Osmanlı” eliti vardı, yeni dünyanın şartlarında derhal ”Türk” oldular. Müslümanlığıyla yetinen bir halk vardı, 1293 Harbi (1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı) ve Balkan Harbinin faciaları ve Birinci Büyük Savaşın ateşinde onlar da zamanla ”Türk” kimliğinin gerekli olduğunu anladı.“…diyor hocamız İlber Ortaylı. Katılmamak mümkün mü.

Ülkemizde ne yazık ki; Türk kimliğinin gerekli olduğunu anlamayanlar hala var. 1923 öncesine dönerek yeniden İmparatorluk olacağımızı düşünenler var. Osmanlı olursak „Müslüman“ oluruz da cennete gideriz diye umut edenler var. „Osmanlıdan“ bir parça toprak koparalım diye derebeylik/özerklik isteyenler var. Vahdettin ile Mustafa Kemal üzerinden siyaset yaparak prim yapmak isteyenler var. Her ikisini de farklı olarak anlatmaya çalışanlar var.
Osmanlının çöküşünün sebeplerini, bu çöküşten kalan son umut üzerine son Osmanlı paşalarının; Mustafa Kemal Paşa liderliğinde yeni bir Türkiye kurduklarını ve günümüzde bu yıkılışı sanki o Paşalar yapmış gibi göstermeye çalışanlar var.

Ama bunlardan daha çok; tarihini bilmeyenler ve onun akımından bihaber olarak yaşayanlar var! Osmanlı-İslam sentezinin, aslında bir Türk-İslam sentezi olduğunu bilmeyen; yada bilerek inkar edenler var. Var işte…hazıra konmuş paşalar da var(!)

En zor olanı ise; her iki tarih de bizim tarihimizdir diyemeyenler var!

Mehmet Nuri Sunguroğlu
17.01.2015