ORTA DOĞUYA NE ZAMAN BAHAR GELECEK?

 arabien[Yazık oldu Orta Doğuya, yazıklar olsun Avrupalıya! …ki; uymayan kaftanı, uymayan bedene giydirmeyi zorlayarak kol kanat kesmeyi medeniyet getirmek sandılar!]

Bilinen bir gerçek varsa oda şudur ki; Arap Baharına destek veren Avrupalılar kendi tarihlerini unutmuş olmalıdır.

Bir başka acı gerçek ise; Orta Doğu halkları despot rejimlerin idaresinden kurtulmak istediği için, ayaklanmış olsa da, henüz hayal ettikleri demokratik gelişmişlik yeterli olmadığı için istedikleri devrimleri gerçekleştirmekten çok uzaktadırlar. Yıktıkları yönetimleri paylaşmak sevdasına düşen bu adı geçen Arap ülkeleri, iç çatışmalara düşerek bölgeyi kana bulamış olmaları bunun en bariz delilidir.

Avrupanın gelişiminde yapılan devrimlerden biliyoruz ki; yapılan her devrimin arkasından ülkelerde yaşanılan kaosun bedeli hiçte az olmamıştır. Bu durum gerek Fransa devrimi olsun gerekse Almanya, Rusya devrimi olsun, arkasından mutlaka bir kaos yaşanmıştır ve binlerce, belki de milyonlarca insanın hayatına mal olmuştur. Bunu çok iyi bilen Avrupalılar, kendi tecrübelerini sil baştan yaparak Orta Doğunun „doğal yapısını“ değiştirmek yolunu seçmesi, tarihin affetmeyeceği bir hatadır.

Orta Doğuya baktığımızda görüyoruz ki; dış kaynaklı olsa da yapılan yıkımların arkasından bitmeyen iç kavgalar ile tahribat devam etmektedir. Bu durumu Afganistan, Irak ve arkasından Tunus’da başlayan „Arap Baharı“ ile tüm Orta Doğuyu ateşe veren, son durağı Suriye olan ayaklanmanın bıraktığı yıkımlar içler acısı olmuştur. Baştan beri aklı selim olan insanların sürekli olarak söylediğini burada tekrar edecek olursak: „Suriye düşerse, sıra Türkiye’ye gelir“ sözünün ne kadar doğru olduğuna bir daha şahit oluyoruz.

Ülkemize yapılan terör saldırılarının sebepleri çok iyi analiz edilirse, bunda bizim de payımız olduğu ortaya çıkar. İnanç üzerinden bağ kurduğumuz insanları ülkemize aldık. Mülteci politikamızda eksiklik olduğunu kabul etmedik. Hudutlarımızı yeteri kadar sıkı kontrol altına almadık.

Bundan daha kötüsü ise; en azından Avrupalılar kadar, bizde dış politikada yanlış adımlar atarak başka devletlerin iç işlerine karışmayı bir „büyük ağabeylik“ gibi algılayarak, o devrin çoktan tarihe karıştığının farkında olamadık. Sanırım ki; en büyük hatayı da burada yaptık.

Başlıkta sorduğumuz sorunun cevabına gelince.

Bölgemiz olan Orta Doğu, tarihinin en zor çağını yaşıyor. Eski çağlarda yapılan savaşlarda kılıç vardı, günümüzde ise gelişmiş savaş teknolojisi ile yapılan tahribat, öldürülen insan, göçe zorlanan insanların dramı hiç bir zaman bu kadar büyük ve acımasız olmamıştı.

Günümüzdeki Orta Doğu, Romalıların Yahudileri dağıtmasına ölçek olacaktan da daha çok ileri gitmiş olan bir tahribatın ölçüsü olmuştur. Orta Doğuda en azından günümüzde yaşayan kuşak değişmeden Baharı beklemek hayalden başka bir şey değildir. Bu ise en azından 50-100 yıl demektir.

Yazık oldu Orta Doğuya, yazıklar olsun Avrupalıya! …ki; uymayan kaftanı, uymayan bedene giydirmeyi zorlayarak kol kanat kesmeyi medeniyet getirmek sandılar!

Mehmet Nuri Sunguroğlu

14.01.2016

 

YILIMIZ TAZELENDİ; YA İNSANLIK, ONUN DURUMU NASIL?

>>Bir şey daha ekleyeyim de yazıyı bağlayalım.

2015 yılında Osmanlının arkada bıraktığı ağır bir miras olan Ermeni sorunu; 2015 yılının en sıkıntılı günleri olacağını şimdiden söylemek kehanet olmasa gerek.<<
Yeni yıla girerken geleceğimiz için umutlarımızı tazeledik. Dilekler tuttuk, dostlarımıza başarılar diledik, daha neler istemedik ki…
Bazıları sokaklarda havai fişekler atarak yeni yılı kutlarken, bir başkaları komşu akraba ziyaretlerine gitti, bir ötekiler evde kalmayı tercih ettiler.
Farklı ortamlarda olsalar bile hepsinin ortak bir dileği olmuştur. Bu hangi dilektir bilmesi kolay olmasa bile, tahmin edilebilinir diye düşünüyorum. Ben kendimce her gün biraz daha kaybettiğimiz değerlerimizin bunların arasında olduğunu tahminlerim arasında görüyorum.
Gelişen iletişim teknolojisi dünyayı küçültmeye devam ederken, insanlar reel dünyadan uzaklaşmayı tercih eder hale gelmişler. Sosyal paylaşım sitelerinde sanal bir dünya oluşturarak bu dünyadan her gün biraz daha kopmaya devam ediyorlar.
Bir çokları kişiliklerini de saklayarak  sanal bir isimle dolaşmayı; anonim kalmayı tercih edenler arasında. Bir ötekiler, psikopat beynini ve ruhunu kontrol edemez halde; doktora gidecek yerde, sosyal paylaşım sitelerinde sorunlarına çözüm arıyorlar. Özellikle erkeklerin kadınları rahatsız etmesi bunların başında geliyor.
Havaya ve suya ihtiyacımızın olduğu kadar informatik haberlere de ihtiyacımız olduğu bilinen bir gerçektir. Ne var ki… insan bazen haber dinlemekten de korkuyor. Korkuyor, çünkü haberlerin iyisini sanki bizden “saklıyorlarmış” gibi geliyor insana. Bir başlıyor haberler; tabii bizde haberler bağırarak okunur(!) … insanın üzülmemesi imkansız.
Nerede ve kimler… kaç kişi ölmüştür?  Trafikte kaç kişinin ölümüne sebep olunmuştur? Gizli kameralar yine kimleri gözetlemiş, kimlerin telefonları hukuk dışı dinlenmiş, teröristler  Orta Doğu’da ne kadar İnsan öldürmüş;  ve daha bir çok haber „zenginliği“ evlerimize kadar her gün taşınmakta. Hele bir de magazin haberleri var ki; sanki olmazsa olmaz gibi bizlere sunulmaktadır…(!)
Dış haberlere gelince; onlar daha da düşündürücü.
Sowyetler birliğinin dağılmasıyla bozulan askeri denge dünya politikasına nasıl da damgasını vurduğuna 1990 lı Yıllardan beri hepimiz şahidiz. Sayısını bilemediğimiz insanların hayatını kayıp ettiği Afganistan ve Irak savaşları günümüzde yaşadığımız aktif savaşlar arasında belleğimizde kalacaktır.
Tunus, Mısır, Libya ve Suriye’de ki dışarıdan destekli iç ayaklanmaların aldığı ölü sayısı tahminlerin ötesine gidemeyecektir. Bu tespiti ne yazık ki boşalan silah depolarındaki listelerden elde etmek mümkün olmadığı gibi, onların yerine daha „modern“ daha öldürücü üretilen; kapital sermayenin cebini doldurucu olarak satışa arz edilen silahların sayısından da anlayabilmek mümkün olmayacaktır !
Birde İŞİD olayı var ki, hiç sorma gitsin. Müslüman olduklarını iddia ederek ne kadar Müslüman varsa hepsinin başlarını kesseler kana doymayacak kadar canavar bir ruh haliyle, Orta Doğu’da kan akıtıyorlar.  İslam dünyası da buna karşı tek ve en güçlü savunmayı; yıl başı kutlamalarının „gavur bayramı“ olduğunu iddia ederek halkı „gavur olmaktan“ korumaya uğraşıyorlar.
Ya Afrika…? Somali gibi kaç tane daha aç ülke var Afrika’da? Her gün binlerce çocuk açlıktan ölüyor . Silah fabrikaları bir gün üretimi durdursa dünyada açlıktan ölen çocuk kalmazdı.
Ya ülkemiz?
Yıllardan beri yaşadığımız terör olayları? Dışarıdan ve içeriden destekli PKK….ve süreç?
Ya ekonomi ? Başta kredi kartları olmak üzere vatandaşı yeteri kadar aydınlatmadan sunulan servisler görünürde kalkınma gibi olsa da; aslında bir makyajdan öteye değildir. Çünkü; üretim bizim değil, biz sadece tüketici olarak seçilmiş bir toplum olmuşuz.
Sorular bitmiyor ki; Pandoranın kutusu gibi açılınca arkası gelmiyor; insan bir an „insanlığın tedavülden“ çıktığını düşünüyor.
Medyamız ise kendi başına bir çelişki içerisinde. Eğitici programları mercek ile arar hale geldik. Bizleri…özellikle genç dimağları nasıl da etkilediklerini görmek insanın gelecekteki umutlarını karamsarlığa döndürüyor.
Ya seyircimiz; onlar ne yapıyor? Hiiiç…sofrada ne varsa yenilir misali sunulanı seyrediyor. Biraz kaba olacak ama… bazıları “tekrar” olarak verilenin üzerine yazılan “Özet” kelimesinin yanlış yerde kullanıldığının farkında bile değiller; üzücü ama…maalesef gerçek. Dünyanın hiç bir ülkesinde kendi diline bu kadar acımasız davranan başka bir millet düşünemezsiniz.
Ya geleneklerimiz…bizleri bağlayan, sosyal düzenimizi oluşturan „yazılmamış“ kanunlara ne oldu?
Hepsi birer birer, yine yazılmayan kanunlarla tedavülden kaldırılıyor. Yerlerine konulan yazılmış kanunlar ise hangi ölçüye dayanılarak biçilmiş olduklarını da anlamakta zorluk çekiyoruz. Bir çoklarını AB hevesimizden ötürü yürürlüğe koyarken sormayı unutuyoruz; „bu kanun bizim aile yapımıza uygun mudur“ diye ?
Eskilerde Otobüste trende, bir büyüğümüze yerimizi vermeyi bir onur olarak addeder dik; ya şimdi? …bırakın yer vermeyi, ayaklarını dahi toparlamak ihtiyacını hissetmeyen bir gençlik yetiştiriyoruz. Bir an düşündüğümüzde; insanlığın kendi kendini nasıl da bitirdiğini düşünmekten kendimizi alamıyoruz.
Bu bozulan sosyal düzenin çeşitli sebeplerinin başında şükür etmesini unuttuğumuz, batının unuttuğuna biz yeni olarak özendiğimiz, hatta bazı konularda kraldan daha kralcı olmamız geliyor.
Bütün bunları ve daha bir çok şeyleri anlamakta zorluk çekiyoruz.
Çekiyoruz… çünkü biliyoruz ki; tazelenmiş yeni Yıl da eskisinin devamı olacaktır. Yine cellatlar olduğu kadar kurbanlar da olacak ve insanlığın bunu engellemesi şöyle dursun; aksine, yangına ateşle koşar gibi davranacaktır ve masalarda ki haritalar üzerinde hesaplar yapılacaktır; nerede ve ne kadar petrol, ham madde vardır diye.
Bazen şükrediyorum ki…bizim ülkemizde göze çarpacak petrol kuyularımız yok diye.
Ve bunların yanında doğa felaketleri, mevsimlerin alışılagelmişin dışında oluşmaları; bunda da insanlığın payı az değil. Çevreye püskürttüğümüz kirletici maddeleri sadece gözümüzden uzaklaştırıyoruz, atmosferi bozarak geriye dönmelerinin hesabını yapmaktan aciziz.
Sanayimizde sanki kontrolsüzmüş gibi bir durum var; derelerimizde kirlilikten balık görmeye hasret kaldık. Oturum alanlarında arıtma tesislerinin sayısı yeterli olmadığı için ülkemizde haklı olarak bir “Fosseptik” çukuru kanunu vardır; gel gör ki uygulanmasında zorluk görülür. Kontrolsüz lağımlar derelerimize akar, akar gider…! Neyse ki… doğa felaketlerine katlanmanın en azından bir tesellisi var. Yukarıdan geldi ne yapalım diyoruz. Ya insanların insanlara yaptıklarına nasıl bir sebep bulabileceğiz. Ne koyalım bu insanlık dışı yapılanların adını?
Ya sevmek, sevebilmek, sevilebilmek?
Nezaket kurallarımızı, karşımızdakine davranmamızı unutanlar hiçte az değil.
Sevinebilmeyi unutmuşuz; sanki doymuşuz her şeye. Midemizin doyumu, giydiğimiz kıyafet, aldığımız oyuncakların doyumu esas açlığımızı gideremediğini bilmiyoruz.
Esas ihtiyacımız olan eğitimi dilden bırakmayız; teknik öğrenimlerimizi eğitim olarak kabulleniriz. Öğrenimin bir teknik bilgi edinmek olduğu gözümüzden kaçtığı için, onu “eğitim ve aile” terbiyesi ile karıştırırız…maalesef !
Eskilerimiz hatırlarlar; yolda giderken tanımadıklarımıza da selam verirdik. Şimdi selam verirken yanımızda şahit arıyoruz; olur ya adam „küfretme“ diye çıkışa-bilir korkusu var içimizde. Çünkü yazılı kanunlarda selam vermek mecburiyeti yoktur!
Sokakta yolun ortasından yürüyeni korna çalarak ikaz etmekten korkar hale geldik; adamın nasıl reaksiyon göstereceğinden korkuyoruz…ya „küfrederse“… o zaman ne olacak sorusu beynimizi kurcalamaktadır.
Her gün açık verdiğimiz harcamalara nasıl cevap bulabiliriz? 5 kuruş kazanıp 10 kuruş harcamakla nereye gittiğimizin hesabını nasıl vereceğiz?
Binlerce şükür olsun yüce Tanrı’ya, ülkemizde iyi şeylerde oluyor.  Oluyor da, kötü yapılanların ağırlığı fazla geldiği için iyileri düşünmeye zamanımız kalmıyor.
Allah’tan neyi ne zaman ve nasıl isteyeceğimizi bir öğrenebilsek belki yardımcımız olurdu.
Sorumsuz medyanın sayesinde; Noel babadan neyin nasıl isteneceğini çocuklarımız nasıl olsa “bedava“ öğreniyorlar
Başka ne kaldı ?
Bir şey daha ekleyeyim de yazıyı bağlayalım.
2015 yılında Osmanlının arkada bıraktığı ağır bir miras olan Ermeni sorunu; 2015 yılının en sıkıntılı günleri olacağını şimdiden söylemek kehanet olmasa gerek.
Umutlar bizlere en son veda edenlerdir !…diyerek yazıyı kapatalım.
Yeni yılınız kutlu olsun, sevgiyle kalın!
Mehmet Nuri Sunguroğlu
02 Ocak 2015

 

NİYETİMDE DUA YAPACAKTIM AMA, OLMADI

Günaydın değerli insanlar, hayırlı bir bayram sabahı sizlerle olsun! Yüreğinizden sevgi eksik olmasın!
Sabah namazının arkasından bayram sevinciyle diz çöküp dua yapacaktım ama, ne yazık ki olmadı; sonunda istemediğim bir dua oldu.

Karanlık bir zihniyetin esaretinden kurtulamayan Orta Doğu halkları; bayram sevincini kursağımızda bırakıyor.

Cennete gitmek için dünyayı cehenneme çeviren, bayramları tüm İslam alemine zehir zemberek edenlerin yaşadığı dünyamızda bir çok acı olayların da şahidi oluyoruz.
Savaşlar acımasızca devam ediyor. İslam dünyası iç içe girmiş vaziyette. Kavgalarını sürdürmeyi, birbirlerini yerce-sine kıyım yapmayı duadan sayıyorlar. Hemde din ve Allah adına yapıyorlar bu zulmü. Birbirlerini boğazlarken indirdikleri kılıcı „Allahuekber“ diyerek indiriyorlar. Öldürdükleri İnsanların ciğerini söküp yerken gülerek dans ediyorlar. Ölüler ile dalga geçercesine, cesetlerine yemek yediriyorlar. Birde; utanmadan bunları kayıtlara alarak tüm dünyaya yayımlıyorlar.
İşte böyle bir dünyaya bakarken, diz çöküp dilek tutmaktan başka elimizden bir şey gelmiyor.
İnsanlığın doğduğu, yayıldığı yer olan Orta Doğu, dünyanın en eski kültür ve medeniyetlerini bağrından çıkarmış olması… Günümüzde ise insanlığı, dini imanı yok sayacak nesillerin yetiştiği bir bölge olması da ayrı bir acı veriyor.

Cennette en baş tarafta yerlerini almak için dünyada ilk baştan kılıcıyla konuşan bir zihniyet doğdu Orta Doğu’da.
Cennetin huri kızlarına sahip olmak için bu dünyada ki kızları, kadınları pazarlayarak orta çağı da geride bırakmış bir yeni „cennet yolcuları“ kervanı oluştu Orta Doğu’da.
Yüce İslam dinine karşı en büyük rezilliği sergileyerek aklın durduğu hafızanın alamayacağı gaddarlığı sergileyen bir canavarlar ordusu oluşuyor Orta Doğu’da.
Her türlü sevgiden, saygıdan, merhametten uzak, acımasız ruhların doğduğu, eğitildiği, insanlığın üzerine salıverilmiş alçak ruhlarıyla tüm insanlığı, yok etseler de doymayacak olan bir toplum yetişiyor Orta Doğuda.
Bitmez… Yazmakla bitmez!
Acıların eşliğinde şimdi kalkıyor ve caminin yolunu tutuyorum. Allah biliyor ya… Artık yapılan dualara da „şüphe“ ile bakıyorum. Belli ki bizlerden önce birileri, bizim dualarımız kabul olmasın diye dualar yapmış olmalı… Bunun başka ifadesi kalmadı gibi görülüyor.

Ey ruhu doymamış insan! Gırtlaklarınızdan altın aksın o doymayan midenize, cehennem ateşi olsun da rahat edin! Rahat edin de belki insanlık kurtulur sizlerden.
İçimdeki buruk acı ile bayram namazına giderken, cennet için dünyayı cehenneme çevirmeyin diyorum!
Allah sizleri ıslah etsin!
Islah olmazsanız kahretsin diyorum!

Amin!

Mehmet Nuri Sunguroğlu
04 Ekim 2014 Cumartesi 2014 kurban bayramı.

13 . YILINDA 11 EYLÜL: ARTIK HİÇ BİR ŞEY ESKİSİ GİBİ DEĞİL VE OLMAYACAK

11eylül>> Büyük Orta Doğu projesi uygulamaya konuldu. Bazı eş başkanlık makamları dağıtıldı. Eş başkanlar göğüslerini gererek „askerde onbaşı olanlar“ gibi şahlanarak bu unvanla toplumun önüne çıktılar. Ve acemi birliğinde yemin merasiminden sonra komutanı alkışlayanlar gibi de alkış topladılar.<<

„Evet…11 Eylül 2001 bir milattır. Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak!“

Amerika Birleşik devletleri 11 Eylül 2001 sabahı kendinin bile farkında olmadığı yeni bir geleceğe uyandı. Artık ne ABD. nede dünya, hiç bir zaman eskisi gibi olmayacaktı.

Birinci Körfez savaşında Suudi Arabistan’a yerleşen Amerikan askerleri, El Kaide örgütünün başı olan Bin Ladin tarafından kabul edilemez olarak görülüyordu.

Afganistan’da Sowyetler istilasına karşı Amerika tarafından destek verilerek kurulan El Kaide örgütü, şimdi de Amerikan askerlerinin Suudi Arabistan’dan çekilmelerini ısrarla istiyordu. Olayların detayı çok geniş ve çok da farklı olarak 13 Yıldan beri tartışılmaktadır. Tartışılması gereksiz olan bir şey varsa, o da; artık hiç bir şeyin 11 Eylül 2001 öncesi gibi olmayacağıdır. New York Dünya Ticaret merkezine yapılan saldırı, dünyadaki tüm dengeleri, yaşam ve düşünce düzenini bozacaktı.

Önce; El Kaide’nin eğitim alanları olan Afganistan saldırıya uğradı…detayları herkesçe malum. Sonra Irak’a yapılan birinci Körfez savaşının yarım kalan bölümü oğul Bush tarafından tamamlandı…detayları malum.

Karşı taraf da durmuyordu. Madrid’de Tren havaya uçuruldu. Londra’da, İstanbul’da ve daha bir çok yerlerde saldırılar düzenlendi.

Günlük yaşamda her şey kontrol altına alındı. Hava alanlarında yoklamalar hayal edilemeyecek kadar zorlaştırıldı.

Hüviyetler değiştirildi.

Artık herkes; özellikle İslam dünyasının vatandaşları tüm dünyada şüpheli bir duruma geldi. Artık o gülen, dans eden toplumlar gülüp oynamaktan çekinmeye başladılar.

Dünya ekonomisi değişti. Büyük Orta Doğu projesi uygulamaya konuldu. Bazı eş başkanlık makamları dağıtıldı. Eş başkanlar göğüslerini gererek „askerde onbaşı olanlar“ gibi şahlanarak bu unvanla toplumun önüne çıktılar. Ve acemi birliğinde yemin merasiminden sonra komutanı alkışlayanlar gibi de alkış topladılr.

BOP projesinin ön gördüğü gibi Arap dünyası yeniden dizayn edilmeliydi. Ancak; Afganistan ve Irak’ta olduğu gibi dışarıdan asker göndererek değil; çünkü bu hem pahalıydı, hemde insanı yatırım gerekliydi. İslam dünyası kendi kendini sözde demokrasi ve özgürlükler adına karıştırılmalıydı. Ne yazık ki; cehaletin esaretinden kurtulamayan Orta Doğu insanı bu tuzağa düşerek batının bu oyununu göremedi ve kendi içlerinde çıkardıkları isyanlarla kan dökmeyi uygun buldular.

Ne yazık ki bu proje günümüze kadar başarıyla uygulanmaktadır ve sonu belli olmayan; ama her haliyle Batının istediği gibi sonlanacağını söylemek kehanet olmasa gerek.

Ve daha buraya sığmayacak kadar toplum değişikliğine uğradığımız dünyada, herkes korkuyla yatıp kalkarken: Adına “ARAP BAHARI” dedikleri sözde demokratikleşme isyanları başladı. Demokrasiyi getirmek isteyenler ise…paradoks olarak; diktatörlerle, Sultanlarla beraber çalışmayı utanç olarak algılamadılar.

Arap baharına direnen Suriye başkanı Beşar Esad bir zamanlar dostumuz iken, birden düşmanımız oldu. Beşar Esad’ın direnmesi; IŞID denen terör örgütünün ortaya çıkmasının zeminini hazırladı. Batının bu örgüte karşı yarı istekle karşı çıktığını izlemek ise, üstteki düşüncelerimi daha da onaylamakta olduğunu esefle takıp ediyorum.

Beşar Esad bir diktatördür değildir, bu ayrı bir tartışmadır. Saddam Hüseyin’de bir diktatördü ama ülkesinin bütünlüğünün garantörü idi. Günümüzde Irak parçalanmış ve tüm enerji kaynakları uğruna savaşlar devam etmektedir. Tekrar Suriye’ye dönersek;

Suriye düştüğü an, sırada Türkiye vardır. En azından bunu görmek zorundayız.

Biz yine 11 Eylül olayına dönelim.

New York ticaret merkezine yapılan saldırı bir trajik kriminal olaydı. Kabul edilemez bir saldırıydı. Binlerce suçsuz İnsanın ölümüne sebep olmuş bir terör saldırısıydı ve öyle muamele görmeliydi.

Ne var ki; zamanın ABD. başkanı oğul Bush ve çalışma takımı için bu durum öyle görülmedi ve İslam dünyasına savaşlar başlatıldı. Aranan sebep bulunmuştu, değerlendirilmeliydi.

Çünkü: Sowyetler birliğinin dağılması, dünya dengelerinin de bozulması demek ti. Yeni bir “düşman bulunmalıydı”. Bu da; ne yazık ki İslam dünyasının yardımlarıyla gerçek oldu.

Yani…dünya lideri ABD Bush başkanlığında. düşman bulmakta hiçte zorluk çekmedi. Ezeli planlar devreye girerek Orta Doğu ve Orta Asya ABD hegemonyasının altına alınmalıydı. Bu proje tüm kan akımıyla devam etmektedir.

Evet…11 Eylül 2001 bir milattır. Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak!

Sevgiyle kalın.

Mehmet Nuri Sunguroğlu

11.09.2014

KİMSE KİMSENİN YANINDA OLMASIN, DOĞRUYU SÖYLESİN YETER!

Streit_480pxHepimiz biliyoruz ki, İsrail ile Filistin arasında yıllardır süren acımasız bir insanlık dramı yaşanmaktadır. Ve hepimiz biliyoruz ki, bu yaşanan insanlık dramında iki tarafında suçu vardır; bir tarafın az, bir tarafın daha çok.

Ve biz Türkler, inanç kültürümüzün doğrultusunda her zaman ezik olanın yanında olmayı kutsal saydığımız için ve üstelik Filistin halkının çoğunun Müslüman olması nedeniyle de her zaman onların yanında olmak istedik. Bu durum çok doğal bir refleks olsa da; doğruluğu tartışılmalıdır.

Elbette ki Filistin halkına haksızlık yapılmaktadır. Bu haksızlık yeni de değildir. İsrail devleti kurulacak olduğu zaman, 1948 yılında, Filistin’de iki devlet statüsü ön görülmüştü. Birleşmiş Milletlerin bu planı önce Araplar tarafından ret edilmiştir. Buna rağmen Birleşmiş Milletler bu kararı gerçekleştirmek için hala yükümlüdürler. Ancak Hamas gibi tüzüğünde Yahudi devletine yaşama hakkı tanımayan bir manifesto ile Filistin halkı kendilerini dinleyecek hiçbir kurum bulamazlar!

Kimse kimsenin yanında olmasın, doğruyu söylesin yeter!

 

1)            İsrail soykırımına doğru gidiyor. Bu plan uzun vadelidir. Amaçları; Tevrat’ta sözde vaat edilen coğrafyaya hâkim olmaktır. Bu plan Büyük Orta Doğu (BOP) planıdır. Bu plan için Orta Doğu yansa da, onlar için hiçbir şey hedeflerini şaşırtmayacaktır!

2)            Avrupa ise; tarihinden utanarak İsrail taraftarı olsa da, uyumlu Filistin halkına yardım etmeye hazırdır. Merhum Yaser Arafat’ı ve devamı olan Mahmut Abbas’ı tanımış olmaları bunun kanıtıdır!

3)            Amerika güçlü olsa da, İsrail konusunda bir şey yapacak durumda değildir. Para muslukları Yahudilerin elindedir. Birde, Bil Clinton’un büyük çabalarla bir araya getirdiği İsrail Filistin antlaşmasının Filistin tarafından ret edilmesi vardır. Amerikalılar bunu da unutmuş değildirler!

4)            Hamas tribüne oynamaktan vaz geçerek, halkını Gazze hapishanesinde esaret altına alarak İsrail’e savaş sebebi vermekten kaçınarak, çözümü uluslar arası platformlara taşımalıdır. Ancak bundan önce tüzüğünü değiştirmek zorundadır. Bu günkü tüzüğüyle, kendilerini dinleyecek hiçbir kurum bulamazlar!

5)            Hamas Filistin halkının bölünmüşlüğünden vaz geçerek, tarihi hatasını acilen düzeltmelidir!

6)            Hamas; şu anki mevcut tüzüğüyle, dünyada hiçbir devleti Filistin davası için kazanamaz; tüzüğünü acilen düzeltmelidir!

7)            Hamas’ın başında olanlar; >>“Bu Yahudileri ümmetin önünde diz çöktüreceğiz”<< sloganıyla Gazze’ye sıkışmış olan Haktan alkış alabilir ama Filistin halkı için hiçbir şey yapamaz; aksine, İsrail bombalarını halkının üzerine çeker!

 

Mehmet Nuri Sunguroğlu

19.07.2014

ARAP BAHARI DEMİŞTİLER ADINA…

Arap baharı demiştiler adına. Tunus’ta başlamıştı ilk bahar rüzgarları., Mısır’da  fırtınaya dönüştükten sonra Libya’da durur diye umutlananlar az da değildi.

Ama!… O durmayacaktı. Yoluna devam edecek ti. Yıkıyor yakıyordu geçtiği yerleri, taş taş üstüne koymuyordu bu kör olası Arap baharı.

Dikta rejimlerin aç bıraktığı halklar susamıştılar artık. Susamıştılar insan gibi yaşamak için özgürce düşünmeye.

Usanmıştılar kul gibi muamele görmekten. Döğülmediği sokaklar, kovulnadığı makamlar istiyordular Arap baharının çocukları.

Eğitimden yoksun kalmış bir toplum olmaktan yarınları görmediklerini biliyorlardı. Lavabolarını altın kaplayarak yaşamlarına devam eden diktatörler; kimin ne yediğini bilmek bile istemiyorlardı.

Dayamıştılar sırtlarını batı emperyalizmının duvarına, kendilerini “sarsılmazlardan“ sanıyorlardı. Bilmiyorlardı ki; o yaslandıkları duvar onlara sadece hoş oldukları süre gölge olurdu. İşe yaramadıkları zaman bir paçavra gibi atılacaklarının farkında olmayan diktatörlerin sonu nasıl olacağını bilmek istemiyorlardı.

Batı düşüncesini tanımayacak kadar cahildiler. Zamanın geldiğini anlamakta zorluk çekiyorlardı. Halka açılmaktan korkarak yüzlerce korumalarıyla saraylarının duvarları arkasında kendilerini güvende sanıyorlardı.

Batı başkentlerinde yazılan senaryolardan haberleri yoktu bu “zavallı” diktatörlerin. Bir gün; adını “Arap baharı” koyacakları ayaklandırmaların onların da ülkelerinde rüzgarlarını estireceklerinin hesabını yapamıyorlardı.

Bunu hesap edemeyen diktatörlerden birisi de Suriye başkanı Beşer el Esad. Kraliyet mirası gibi babasından devir aldığı mirasını korumak için mücadelesine devam ediyor. Rusya, Çin ve İran’ın sayesinde hala ayakta, düşmedi. Düşmediğinin sebeplerinden biriside; batının “Suriye baharında” ayaklananları yalnız bırakmasıydı.

Onları bırakmayan Türkiye; kendi sorunlarının üstesinden gelmekte zorluk çekerken; Suriye’deki ayaklananları desteklediğinde ne kadar doğru bir Orta doğu politikası uyguluyor, bu tartışılmakta ve daha da tartılaşacağa benzemektedir.

Bu arada bir şey daha eklemek istiyorum. Arap baharı en çok ABD ye yaradığı gözetlenmektedir. ABD de Silah satışları artmaya devam ediyor.

Suriye’de esen Arap baharı rüzgarları henüz sakinleşmeden, ülkemize siçramaması umuduyla…

Mehmet Sungur

28.08.2012