VİYANA’DAN İSTANBUL VE TRABZON’A

ŞARK SEYAHATLERİ

TUNA NEHRİ BOYUNCA VİYANA’DAN İSTANBUL VE TRABZON’A

TUNA NEHRİ BOYUNCA VİYANA’DAN İSTANBUL VE TRABZON’A
Türk diline ve edebiyatına kazandırdığım bu ikinci kitap da baskıdan çıkmış olup satışa sunulmuştur. Eseri internet üzerinden olduğu gibi, tüm kitapçılardan da temin edebilirsiniz.
Açıklama:
Türkler denize benzer, gittikleri yerden geriye çekilseler de tuzu arkada kalır.
Günümüzde Balkanları böyle anlasak da geçmişte hiçte öyle değildi. Aradan bir asır geçmiş olsa da Balkanların her yerinde Türklerin izleri saklıdır.
Prof. Dr. Kari Koch, 1843 yılındaki Viyana-Trabzon yolculuğunda 2622 km yolun 2300 km kadarını Türklerin hakimiyeti olan bölgelerden geçerek Trabzon’a gelmiştir. Tuna Yolculuğunu buharlı gemi ile yapan Prof. Koch, yazdığı bu eserin önemli bir bölümünü İstanbul’a ayırmıştır. Prof. Dr. Kari Koch 1843 yıllarında ülkemizin sosyal yapısını, yaşam tarzını, siyasi ve iktisadi durumunu özenle kaleme alarak arkada kaynak bir eser bırakmıştır.
Çeviri: Mehmet Nuri Sunguroğlu

Yayın Tarihi: 06.09.2021
ISBN: 9786257472364
Dil: TÜRKÇE
Sayfa Sayısı: 448
Cilt Tipi: Karton Kapak
Kâğıt Cinsi: Kitap Kâğıdı
Boyut: 16 x 23 cm 

Tüm kitapçılarda

DOĞU KARADENİZ DAĞLARI VE K-DOĞU ANADOLU SEYAHATİ 1843

KİTAP TANITIMI

Yazar: Prof. Dr. Karl Koch.

Çeviri: Mehmet Nuri Sunguroğlu

DOĞU KARADENİZ DAĞLARI VE K-DOĞU ANADOLU SEYAHATİ 1843

İki yıllık zor bir çalışmanın sonunda beklenen kitap baskıdan çıkarak satışa sunulmuştur. Cinius Yayınlarının emeğiyle ilk baskısı yapılan eser, aşağıdaki adresten olduğu gibi tüm kitapçılardan temim edilebilir.

https://cinius.shop/cevirmen/mehmet-nuri-sunguroglu/

Kitabın içeriği hakkında kısa bilgi:

1836-38 ve 1843-44 yıllarında Güney Rusya’da araştırmalar yapan Prof. Dr. Karl Koch, Güney Rusya’ya ek olarak Anadolu, Hazar Denizi ve Kafkas Dağları’nı da ziyaret ettiği ikinci gezisindeki çalışmalarını 3 Cild olarak; “1843 ve 1844 yıllarında; “Şarkta Seyahatler” adlı eserinde yayımladı. II. Cilt olan bu eserin içeriği Trabzon, Rize, Artvin, Erzurum, Muş, Malazgirt, Kars ve Gümrü arasındaki vadileri, dağları, şehirleri, kasaba ve köyleri kapsamaktadır. Prof. Dr. Koch arkada bıraktığı bu eserle sadece bir seyyahın hatıralarını değil, ülkemizin 19. Yüzyılda içinde bulunduğu siyasi, idari, iktisadi, sosyal ve kültürel yapısını da işleyerek arkada kaynak bir eser bırakmıştır.

Çeviri: Mehmet Nuri Sunguroğlu. Pratik Alman dili edebiyatı

Gezi notları, ÇORUH AŞAĞI, İSPİR’DEN YUSUFELİ’NE

ÇORUH AŞAĞI, İSPİR’DEN YUSUFELİ’NE

Dünyanın ender rastlanan bitki örtüsüne ev sahipliği yapan kocaman Çoruh vadisi bir inşaat sahası olmuş. Baraj ve HES projeleri aralıksız olarak devam ederken, barajlar üzerinden geçecek olan yolların köprüyol (viyadük) direkleri vadinin vahşi kayalarıyla yarış eder gibiler. Zaten tehlikeli ve engebeli olan yollar için inşaat nedeniyle verilen servis yolları ise Allah’a emanet. Yolun dar oluşu, keskin ve tehlikeli virajlar yol almanıza imkân tanımıyor. Elbette ki yöreyi bilenler daha cesur olsalar da tehlikesiz oldukları söylenemez.

Vadinin yalçın kayalarının vahşice ama severek kucaklayışı bir taraftan ürkütücü olsa da, görülmeye değer olduğunu fısıldar gibi anlatan bir atmosferin içindesiniz. Bazen yüksekliği, bazen de vahşice üzerinize düşecek gibi muhteşem kayaların arasından yavaşça ilerlerken kendinizi farklı bir dünyada hissetmemek için hiçbir sebep kalmıyor.

Bayburt sonrası Çoruh adını alan Çoruh suyu, İspir Kalesinin altında birleştiği İspir çayından sonra uzandığı vadide daha da artarak Çoruh nehrini oluşturuyor. Yusufeli’ne takriben 15 km kaldığında yolların daha da daraldığı bir mesafedesiniz artık. Biraz daha devam edince iki arabanın yan-yana geçemediğine şahit olurken, sanki 200 yıl gerilerde olduğunuzu düşünmemek elinizde değildir.

Döndüğüm bir virajın kenarında iki arabanın sığabileceği küçük bir park yerinde durdum. Aslında burası park yeri değildi, karşıdan gelen arabaya yol vermek için küçük bir alandı ama bunu daha sonra anlayacaktım.

Yolun kenarından 1 m genişliğinde 10 cm derinliğinde küçük bir ırmak akıyordu. Dağlardan aldığı suyunun soğuk olduğu hissedilir gibiydi. Kenarına oturarak ayaklarımı suya bıraktığımda yeniden can bulmuş gibiydim. Sırtında taşıdığı çuvalıyla gelen yaşlı nine yavaşça yoluna devam ederken; “çuvalda neyin var ana” diye sorduğumda, “elma var evladım, istersen biraz vereyim” dedi.

İspir Yusufeli arası 81 km mesafelik bir yol. Genel olarak 1 saatlik bu yolu tam 4 saatte gidebildim.

Tarihin derinliklerinden gelen, Sancak Beyliklerine mekân olan Yusufeli’ne Kazim Karabekir Mahallesinden giriyorsunuz. Eğer mahallenin adını okumamış olsanız belki de burasının muhteşem geçmişiyle uyumlu olmadığını düşünerek yanlış mı geldim diye sormaktan kendinizi alamazsınız. Dar aralıklarda eskimiş evlerin sadece barınaktan başka bir şey diyemeyeceğimiz sokaklarından ilerleyince, Balhar suyunun Çoruh ile birleştiği köprüyü geçince Yusufeli’nin merkezindesiniz. Bir zamanlar bölgenin Sancak Beyliğine ruh veren şehrin içerisinde yükselen binalar sizi tarihten kopararak günümüzün Yusufeli’ne taşımaktadır.

Sıyrılanların diktiği yüksek binalar şehrin merkezini süslerken, kenar mahallelerdeki yaşamı günümüze taşıyan evlerdeki çanak antenlerden başka bir şey görünmüyor.

Tarihinde 7ci defa taşınacak olan Yusufeli merkezi, Yansıtıcılar Mevkiinde yeni kurulan şehirlerine taşınırken; Yusufeli sakinlerinin hatıraları Yapılmakta olan Yusufeli barajının sularına gömülecek olsa da, akıllarının geride kalmayacağından eminim.

İlçenin çıkışında benzin takviyesi yaptıktan sonra Erzurum yolu üzerinden Tortum’a doğru Yusufeli’ne veda ettim.

Gezi notları.

Sunguroğlu 9 Ağustos 2020

HÜMANİZM, PASİF DİRENİŞ VE EMPERYALİZM

[Bir sineği yakalasam dokunmam, pencereden salıveririm]
HÜMANİZM, PASİF DİRENİŞ VE EMPERYALİZM
Elbette ki bir karınca dahi ölmesin, bir kelebeğin kanadı kırılmasın. Analar ağlamasın, çocuklar tüfek dipçiğiyle itilmesin. Kim, hangi insan bunları isteyebilir!
Tüm bunların önlenebilmesi için hümanizm düşünce yeterli midir?
İşte asıl soru da budur!
Tarih şahit olmuştur ki; Mahatma Gandi gibi kitleleri arkasına alamayan hümanizm ezilmeye mahkûm olmuştur.
Caydırıcı gücü olmayan hümanizm, vahşi bir saldırının karşısında hala daha pasif direniş yolunu seçerek düşmanı dizginlemeyi düşünüyorsa, bu bir yanılgıdan başka bir şey değildir. Zira hümanizm felsefesine sadık kalmak için pasif direniş yolunu seçmek, emperyalizm denilen çağımızın lanet olası hastalığının sahiplerine daha da cesaret vereceği kaçınılmaz olur.
Bunu tarihte gördük, günümüzde görüyoruz, gelecekte başka türlü olmayacaktır.
Her azgın gücün karşısında bir başka güce ihtiyaç vardır. Bunu da Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra dünyada at koşturan Amerikalılar bize öğretti!
Evet…
Hümanizma evet, ama nereye kadar?

Mehmet Nuri Sunguroğlu
15.10.2019

BATI CEPHESİNDE YENİ BİR ŞEY YOK

Doksan yıllık ama eskimeyen bir eser, tıklayın, indirin ve mutlaka okuyun!

TRABZON’UN 1869 YILLARI

Gâvur meydanında (Bugünkü Meydan ve park alanı) İskender Paşa cami ve Trabzon’un 1869 yılları!
TRABZON 1869
[…] Az ötede nalbantlar vardır. Biraz daha ötede kuyumcular, kirli ve kara küçük bir dükkânın içinde diz çökmüş, küçücük şaheserler yapıyorlar.
Kuyumculardan çıkınca, umumiyetle Ermeni olan terzilere giriliyor. Bir camekânın arkasında, muhtelif tatlı renklerde ipekli, kadife ve çuha esvapları işliyorlar ve dikiyorlar.
Şekerciler, lokumcular, kavurmacılar ve diğer yiyecek satıcılar da çok; fakat çarşının en dikkate değer kısmı arabacılar, saraçlar, kunduracılar, çizmeciler ve bakırcılardır.
Kahveler, bütün şark kahvelerinin aynıdır. Büyük bir salonun etrafında üzeri kilim ile döşenmiş peykeler çevrilmiştir. Bunların üzerinde nargile tiryakileri kahvelerini içerler. Kahveci ekseriya ayni zamanda berberdir. Müşterileri, kahve içerek ve konuşarak sıralarını beklerler.
Trabzon’un kırk bin nüfusu vardır. Trabzon Türklerinin büyük bir kısmı tüccar ve balıkçıdır. Trabzon’da tüccar ve işçi olarak İranlılar da vardır; ince dudakları, her arzuya yatkın derecede tabiatları ve çıkarlarını bilmeleri sayesinde kısa bir zamanda servet sahibi olurlar.
Osmanlı memleketlerinde Avrupalılarla ayni derecede kapitülasyonlardan istifade etmektedirler.
Trabzon Ermenilerine gelince; Gregoryen ve Katolik mezheplerine sadık olmak üzere ikiye ayrılmışlardır. Aile hayatları, ananelere göre tanzim edilmiştir. Çocuklar babalarının önünde asla oturamazlar, kızlar, yemekte sofraya hizmet ederler. Mezhep ayrılıkları aralarında mücadeleyi eksik etmez.
Kıyafetlerine, çapraz bir yelek, üstüne kısa bir ceket giyerler; bellerine geniş bir ipek kuşak sararlar. Pantolonları geniş, şişik ve ayak bileklerine kadardır. Umumiyetle başlarına fes giyerler. Üzerine ipekli veya adi bir yemeni sararlar.
Trabzon Rumları ’da, Ermeniler gibi devletin reaya diye anılan tebaaları-dır. Babıali’den ziyade Rusya’ya karşı bir bağlılık, muhabbet göstermektedirler. Onları bu tercihe sevk eden mantığı anlamak kolay değildir. Bence efendinin değişmesi zararlarına olacak. Din ve politika meselelerine fazla düşkündürler. Babalarının kıyafetini muhafaza etmemişlerdir. Çoğu alafranga giyiniyorlar.
Evlerinin dışında bütün Trabzon kadınları çarşafa bürünürler, hangi milletten ve hangi dinden oldukları ayırt edilemez. Bazıları yüzlerini siyah bir peçe ile örterler.
Zenginler beyaz üzerine geniş menekşe kafesli ipekli çarşaf, fakirler küçük beyaz ve mavi kafesli bez çarşaf giyerler.
Trabzon’un çamurlu sokaklarında dolaşabilmek için kadınlar pabuçlarının altına ayrıca on santim yüksekliğinde nalın giyerler.
Bilâkis, evlerinde kadınların esvapları pek lâtiftir. Bir kadın veya genç kızın serveti, saç ve boyun altınlarıyla sayılır. Bazı ermeni kadınlarının ziynet altınları arasında fevkalâde kıymetli eski zaman paraları bulunur.
***
Kaynak: Trabzon’dan Erzurum’a 1869 / C
Çeviri: Reşad Ekrem Koçu / ÇIĞIR KİTABEVİ – İstanbul
Sadeleştiren: Mehmet Nuri Sunguroğlu 15.10.2018
Resim: Gâvur meydanında İskender Paşa cami ve Trabzon 1869
Resim: Théophile-Louis Deyrolle 1869

ARSİN’İN KÖYLERİNDEN BİR PAŞA GEÇTİ… FEVZİ PAŞA

>>Trabzon’un acı dolu işgal yıllarında vurduk vurulduk ama boyun eğmedik. Ruslar öyle elini kolunu sallayarak gelmedikleri gibi, giderken de çay molasıyla uğurlamadık. Yöremizin bu acı tarihini hafife indirgemeye çalışanlar tarihin gerçeklerini inkâr edemezler. Edenlere ise ancak utanmak düşer!<< 
ARSİN’İN KÖYLERİNDEN BİR PAŞA GEÇTİ… FEVZİ PAŞA 
Trabzon’un Rus işgali yıllarında ağırlıklı olarak Karadere ve Yanbolu dereleri en ağır Rus saldırılarına uğrayan iki vadisidir.

Bu iki Vadinin stratejik özelliğini kontrol altına almak isteyen Rusların yaptıkları taarruzlara karşı direnen Türk askerleri ve yerli çeteler Ruslara ağır kayıplar verdirirken, kendilerinin de verdiği zayiatlar hiçte az değildir.
Gerek askerimiz, gerekse yerli çetelerimizin verdikleri kayıplarda Ruslara yardım eden yerli ajanların da katkısı küçümsenemeyecek kadar fazladır.

Türk askerinden her konuda 10 kat daha fazla güce sahip olan Ruslara karşı verilen mücadele yıllarında Karadere ve Yanbolu vadisinin dağları ve tepelerindeki askerlerimizi teftiş ve moral vermek için köylerimize gelen Fevzi Paşa, Arsin güzergâhı üzerinden Trabzon Santa Kervan yolunu kullandığı kesindir.

Araklı’da ki savunmaya 3. Mıntıka Komutanı olarak atanan Fevzi Paşa, daha sonradan Mareşal olacak olan Fevzi Çakmak Paşadır.

9 Nisan 1916 günü Fevzi Paşa (Çakmak), o sırada Gümüşhane’de bulunan ve Trabzon’da ki askeri birliklere de komuta eden III. Ordu Komutanı Vehip Paşa (Vehip Kaçı) ile görüştükten sonra Trabzon’a hareket eder.

Fevzi Paşa (Çakmak) 11-25 Nisan 1916’da, Türk sahil cephesi karargâhının bulunduğu o zaman ki Yomra, bugünkü Arsin ilçesine bağlı olan büyük-Hara (Yolüstü) Köyü’ne gelir ve teftişte bulunur.

Fevzi Paşanın ziyareti asker arasında büyük sevince yol açmış olup, Türk askeri bütün mevzilerde tekbir getirmeye başlamıştır. Tekbir sesleri Yanbolu ve Karadere vadisinde dalgalanıp yayılarak asker ve yerli savunmacı güçlerimize en büyük moral desteği olmuştur.

Yörenin savunmasının komutanı Fevzi Paşa, bundan sonra Aho Dağı zirvesine çıkmış, mevzileri denetlemiştir.

Fevzi Paşa… Büyük-Hara köyüne Arsin üzerinden gittiğine göre, Arsin-Santa Kervan yolunu kullanmış olduğu kesindir.

Bilindiği gibi bu yolun güzergâhında, Holefter (Elmaalan) Digenei Zir ve Bala (Işıklı ve Dilek) Cicera (Çubuklu ve Çiçekli) köyü de bulunmaktadır.

Büyük-Hara köyündeki askeri denetimden sonra Aho dağına da çıkan Fevzi Paşa yol güzergâhındaki köylere de uğradığı muhakkaktır.
Büyük-Hara ile Aho dağı arasındaki yolun nerelerden geçtiğini bilenler varsa, yazmalarını önemle rica ediyorum.

Bu acılı yılların tarihi akımını öğrenmek için geç kalınmış olsa da, şimdilerde Ülke tarihinden sonra, Vilayet ve ilçe tarihlerini de ortaya çıkaran ve yazarak bizlere kadar ulaştıran tüm emeği geçenlere sonsuz teşekkürler olsun.

Derleyen ve Sunum: Mehmet Nuri Sunguroğlu 27 Şubat 2018
**
Kaynaklar:
Mehmet Akif Bal / Fevzi Paşa’nın mevzileri Ankara, 1948, s. 41; / Bal, a.g.m., s. 568. 24 / Hikmet Öksüz-Veysel Usta, “I. Dünya Savaşı Sırasında Rus Donanmasının Trabzon ve Çevresini Bombalaması”/ Doğu Karadeniz’de Rus İşgali ve Muhacirlik (Editör: Veysel Usta) Trabzon, 2016, s. 39. 25
Fevzi Çakmak (Kavaklı Fevzi) (1876-10 Nisan 1950). Yıl: 2016/2, Cilt:15, Sayı: 30, Sf. 31-58 41)

II. ABDÜLHAMİD SULTANIN 100 YIL VEFATI ANISINA

II. ABDÜLHAMİD SULTANIN 100 YIL VEFATI ANISINA

En zor dönemim ustası II. Abdülhamid’i ölümünün 100. Yıl dönümünde rahmetle anıyorum.

33 yıl boyunca kaybettiklerinin yanında milletimiz için olan kazanımları günümüzde var oluşumuzun da bir başka sebebidir.  Bir taraf ta içerideki ayaklanmalar, öteki tarafta dışarıdakilerin doyumsuz iştahına karşı ülkemize 33 yıl nefes veren bu koca Padişahımızın döneminde doğan, eğitim alan, subay ve komutan olanların kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devletini o zor geçen 33 yıla borçluyuz.

Kızıl Sultan da dediler, ama zamanın azgın renkleri arasında daha kızıl olmasaydı, bugün kırmızı al bayrağımız belki de hiç olmayacaktı!

Minnet ve rahmetle Sultanım!

 

Mehmet Nuri Sunguroğlu

10 Şubat 2018

ÇUBUKLU KÖYÜ ARSİN-TRABZON

Her şey mükemmeldi.
Güneşim uzaklığı, ısı yakısı, atmosferin yoğunluğu, bulunduğum yerin yüksekliği, kameramın geniş açı objektifi… Hepsi optimaldi. Korktuğum tek şey, heyecanımı yenememekti.
Derin bir nefes çekip içimde tuttum ve deklanşöre dokundum. Sonuç mu? İşte bu gördüğünüz harika resim ortaya çıktı.
Çubuklu köyü, bizim köy!

Her şey mükemmeldi.

Güneşim uzaklığı, ısı yakısı, atmosferin yoğunluğu, bulunduğum yerin yüksekliği, kameramın geniş açı objektifi… Hepsi optimaldi. Korktuğum tek şey, heyecanımı yenememekti.

Derin bir nefes çekip içimde tuttum ve deklanşöre dokundum. Sonuç mu? İşte bu gördüğünüz harika resim ortaya çıktı.

Çubuklu köyü, bizim köy!

Resmin bağlantıları:

https://cubuklukoyu.wordpress.com/wp-content/uploads/2018/02/c3a7ubuklu-kc3b6yc3bc.jpg

 

https://wp.me/a1iJlu-1aO

Mehmet Nuri Sunguroğlu

3 Şubat 2018

TRABZON SOKAKLARI 1985

TRABZON SOKAKLARI 1985
Bu resimler 33 Yıl önce kayıt altına alındılar.

Geçmişte kalan 33 yıl içinde çok şey değişti bu kadim şehrimizde.

Yollar, arabalar, binalar değişti. Göç verdi, göç aldı Trabzon. İnsanlar değişti. Kıyılara vuran dalgaların kıyıları değişti.

Köyler şehre taşındı ve daha birçok şeyler değişti bu güzel şehrimizde.

En iyisi kendiniz izleyin.

Zamanın şartlarında çekimini yaptığım bu video, sadece bir görsel olarak değil, yakın tarihimizin de bir belgeselidir.

Özel arşiv: Mehmet Nuri Sunguroğlu