08/07/2013
tarafından Mehmet Nuri Sunguroğlu
Demokrasi nedir?…sorusunu sorarken Fransız devrimini atlamak mümkün değildir.
FRANSIZ DEVRİMİ
Fransız Devrimi veya Fransız İhtilali olarak ta tarihe geçmiş olan olaylar; (1789-1799), Fransa’daki mutlak monarşinin devrilip, yerine cumhuriyetin kurulması ve Roma Katolik Kilisesinin ciddi reformlara gitmeye zorlanmasıdır. Avrupa ve Batı dünyası tarihinde bir dönüm noktası olan Fransız devrimi; dünyada milliyetçilik akımını başlatan en büyük etkendir.
Fransız halkı önceki dönemlere göre büyük bir evrimin başlangıcını gerçekleştirmektedir. Bilinçlenmekte olan Halk, sarayın, kralın, seçkinlerin denetiminden çıkmaya başlayarak, şehirlerde yaşayan pek çok burjuva, büyük bir atılım içine girmişlerdir. Kitaplar yaygınlaşmakta, aileler çocuklarını üniversitelere göndererek sağlam bir gelecek kurma yolunu tutarak kültürel seviyeyi yükselmekteydi. Bağımsız yayıncıların çıkarttıkları gazete, bildiri ve broşürler, kitlesel bilinçlenmeye yol açmaktadır. Bu koşullar da toplumsal değişim taleplerinin olgunlaşmasına yol açmıştır.
Feodal düşünceden kopmak istemeyen toprak sahipleri ve soylular, ayrıcalıklarını korumaya çalışmakta; bu sebepte burjuvaların soylu tabakasına geçmesini engelleyecek barikatları yükselmekteydi. Soylular statülerini koruma hevesindeyken, burjuvalar da ekonomik olarak güçlenmelerine rağmen; toplumsal haklarda söz sahibi olamamaktan şikayetçiydi. Kırsal nüfus ise üzerindeki vergi yükünün hafiflemesini istemektedir.
Devrimci düşünce, ülkede köklü yapısal değişikliklere gitmek gerektiğine inanan katmanlar arasında yayılmaya başlamıştır. Merkezi otorite ülkenin içinde bulunduğu evrimsel süreci kavrayamamış; ve eski yöntemlerle sorunları halletme yoluna yönelmek istemiştir. Oysa özellikle burjuva İngiliz devriminin etkisiyle geçici çözümle yetinmek değil, kitlesel olarak İngiliz modelindeki gibi “parlamenter monarşi rejimi” altında yönetime katılmayı arzulamaktaydı.
1789 Fransız Devriminde hazırlanan anayasa ile, Kralın yetkileri halkın seçeceği parlamento arasında bölünerek daha adil bir yönetim başlatılmış oldu. Yapılan seçim sonunda Ulusal Konvansiyon hükumeti genel oy ve iki dereceli bir seçimle iş başına geldi. Fakat ilerleyen yıllarda Napolyon’un başa geçmesiyle demokrasiden oldukça uzaklaştı.
20. YÜZ YILDA DEMOKRASİ GELİŞİMLERİ
20. yüzyılda demokrasi hızlı bir değişme ve gelişme göstermiştir. Yüzyılın başlarında, I. Dünya Savaşının sonunda Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorluklarının yıkılmasıyla birçok yeni devletler ortaya çıktı ve bu yeni ülkelerin devlet yönetimi genellikle, o döneme göre, demokratik sayılabilecek yöntemlere sahipti.
1929 yılında New York borsasının çökmesiyle (Black Friday/ Kara Cuma) ortaya çıkan büyük ekonomik buhran döneminin etkisiyle; Avrupa, Latin Amerika ve Asya’da birçok ülkede diktatörler ortaya çıktı. İspanya, İtalya, Almanya, Portekiz’de; Faşist diktatörlükler ortaya çıkmışken, Baltık ve Balkan ülkelerinde, Küba, Brezilya, Japonya ve Sowyet Rusya’da demokratik olmayan yönetimler iktidara geldi. Bu sebeple 1930’lar Diktatörler çağı olarak nitelendirilir.
II. Dünya Savaşından sonra sömürgecilik anlayışı son buldu ve tekrar birçok bağımsız ülke ortaya çıktı. Demokratikleşme hareketleri Batı Avrupa’da yoğunlaştı. Almanya ve Japonya’da diktatörlükler son buldu, silahlanma politikası yerine, II. Dünya Savaşı sonunda imzalanan anlaşmalarında etkisiyle, refah devleti olma amacını güdüldü.
20. yüzyıldaki en büyük çekişmelerden biri de, demokratik olmayan Sowyet bloku ülkeleriyle batı demokrasileri arasında gerçekleşen soğuk savaştı. Komünizmi yaymaya çalışan Sowyet Rusya ile diğer demokrasi çeşitleri arasından sıyrılmış liberal demokrasiyi yaymaya çalışan ABD liderliğindeki batı gurubu arasındaki çekişme, 1989 yılına kadar devam etmiştir.
Japon asıllı sosyal bilim adamı Francis Fukayama; Tarihin Sonu adlı makalesinde, “soğuk savaşın bitmesiyle artık liberal demokrasinin tüm dünyada yayılacağı” haberini verir. Nitekim bu demokratikleşme süreci, yakın dönemdeki Gürcistan’daki Gül Devrimi, Ukrayna’daki Turuncu Devrimi ile yoluna devam eder.
DEMOKRASİ MODELLERİ
Demokrasi tarihinde uygulanan sistemler oldukça çeşitlidir. Bunlar kısaca beş grup içinde toplanabilir:
1- KLASİK DEMOKRASİ:
Klasik demokrasi tanımı eski Yunan şehir-devletlerine dayanır. En iyi uygulayıcısı ve o dönemde en güçlü şehir olan Atina’dan dolayı, Atina demokrasisi olarak da adlandırılır.
Belli başlı tüm kararlar, bütün vatandaşların üye olduğu meclis veya Eklesya/Halk meclisi tarafından alınıyordu. Bu meclis senede en az kırk defa toplanıyordu. Tam zamanlı çalışacak kamu görevlilerine ihtiyaç duyulduğunda, bütün vatandaşları temsil eden küçük bir örnek olmaları için kura usulü ile veya dönüşümlü olarak seçiliyorlardı. Mümkün olan en geniş katılımın sağlanması için görev süreleri kısa tutuluyordu. Meclisin yürütme komitesi olarak faaliyet gösteren ve beş yüz vatandaştan oluşan bir konseyi vardı ve elli kişilik bir komite de bu konseye teklifler hazırlardı. Komite başkanlığı görevi sadece bir günlüktü. Bunun tek istisnası askeri konularla ilgili on generalin tekrar seçilebilme imkanıydı.
Atina demokrasisinin özelliği vatandaşlarının siyasi sorumluluklara geniş çapta katılma isteğinin bulunmasıydı. Tabi bunun en önemli sebebi, demokrasiye zıt bir şekilde uygulanan kölelik sistemiydi. Böylelikle oy verme hakkına sahip Atina doğumlu yirmi yaş üstü tüm erkeklerin günlük hayattaki sorumluluklarının çok büyük bir kısmını kölelerin sırtına yüklemişlerdi. Bunun dışında Atina demokrasisinde kadınların, metiklerin (şehirli olmayanlar) ve kölelerin oy kullanma hakları yoktu.
Günümüzde İsviçre’nin küçük kantonlarında halk meclisleriyle varlığını sürdürebilen klasik demokrasinin, daha büyük ülkelerde uygulanması teknik nedenlerden ötürü tercih edilmez.
2- KORUYUCU DEMOKRASİ
Orta Çağ yönetimlerinden çıkmaya çalışan Avrupalılar, 18. ve 19. yüzyılda demokrasiyi daha çok kendilerini hükumetin zorbalıklarından korumanın bir yolu olarak görmekteydiler. Korumacı demokrasi sınırlı ve dolaylı bir demokrasi modeli sunar. Pratikte, yönetilenlerin rızası düzenli ve rekabetçi seçimlerle sağlanır. Siyasi eşitlik böylelikle eşit oy hakkını ifade eden teknik bir kavrama dönüşür. Dahası; oy hakkı gerçek bir demokrasi için yeterli değildir. Bireysel özgürlükleri korumak için yasama, yürütme ve yargı üzerinden güçler ayrılığına dayalı bir sistemin tesisi şarttır.
3- KALKINMACI DEMOKRASİ:
Bireyin ve toplumun gelişimini esas saymıştır. Bu tip demokrasilerin en radikal olanı; Jean-Jacques Rousseau tarafından dile getirilmiştir. Ona göre bireyler ancak içinde bulundukları toplumun kararlarını şekillendirebilmesine doğrudan ve sürekli olarak katılımları halinde “özgür” olabilirler. Bu açıdan bakıldığında, doğrudan demokrasiyi tanımlamakla birlikte bu şekilde oluşturulacak genel iradeye vatandaşların itaat etmesi durumunda özgürlüğe kavuşacakları savıyla ayrılır.
Kalkınmacı demokrasinin, liberal demokrasiye daha ılımlı hali ise; John Stuart Mill tarafından dile getirilmiştir. Mill’e göre demokrasinin en büyük yararı, vatandaşların siyasi hayata katılımlarını sağlayarak, onların anlayışlarını ve duyarlılıklarını güçlendirmesidir.
Bu nedenle hiç bir ayırım yapmadan, ister kadın olsun ister fakir olsun, herkesin oy verme hakkının olması gerektiğini savunur. Ne var ki; John Stuart bu oy hakkını “eşit” olarak savunmamıştır. Örneğin vasıfsız işçinin bir oy, vasıflı işçinin iki oy, donanımlı meslek sahiplerinin ise beş oy hakkına sahip olması gerektiğini, böylelikle demokraside “çoğunluğun tiranlığı” korkusundan kurtulabilineceğini savunuyordu. Basitçe herkesin oy hakkının olmasını savunurken, çoğunluğun verdiği kararların her zaman doğru olmayabileceğini belirtiyordu.
4- LİBERAL DEMOKRASİ:
Demokraside önceliğin özgürlüğe mi yoksa eşitliğe mi verilmesi gerektiği tarih boyunca tartışılmış ve tarih, bu ikisini bir arada tutacak sistem teorisini üretme çabalarıyla sıklıkla karşılaşmıştır. Liberal demokrasi sistemi de bunlardan biridir. İçinde barındırdığı liberal kelimesiyle özgürlüğü, demokrasideki siyasi eşitlik kavramıyla da eşitliği temsil etmektedir.
Bunu düşünürken ekonomi disiplinindeki liberalizm ile siyaset disiplinindeki liberalizmin birbirinden ayırmamız gerekir.
Basit olarak liberal demokrasi; iktidarı halkın belirlediğini ancak bu iktidarın bireysel özgürlüklerle sınırlandığı bir siyasal sistem olarak belirtebiliriz.
Hoşgörü ve tüm fikirlerin var olabildiği bir rekabet ve siyasi eşitlik prensiplerinde gerçekleştirilen seçimlerle iktidara temsili bireylerin getirilmesi, liberal demokrasilerin temel nitelikleridir.
5- SOSYAL DEMOKRASİ:
Bu kavram; daha çok komünist rejimlerle yönetilen ülkelerin gelişmiş demokrasi çeşitlerini kapsamaktadır. Kendi aralarında farklar bulunmasına rağmen, liberal demokrasi sistemleriyle kesin olarak karşıt bir çizgidedir. Genel olarak siyasi eşitliğin yanında, sosyal demokrasi ile ekonomik eşitliğinde sağlanması gerekliliğini savunmuşlardır.
Karl Marx, kapitalizmin yıkılmasından sonra geçici bir proletaryanın devrimci diktatörlüğü’nün olacağını, sonradan ise proleter demokrasi sistemiyle komünist bir toplumun oluşacağını savunmuştur. Komünist devletlerde görülen demokrasi sisteminin fikir yapısı, Marx’tan çok Lenin’e aittir.
Bu ülkelerde, partilerin denetimsiz gücünün demokrasiyi gölgede bıraktığı eleştirisi yaygın olarak yapılmaktadır.
DEMOKRASİ NEDİR? Bölüm –III- sonu. Bölüm -IV- de buluşmak umuduyla…
Saygılarımla.
Mehmet Sungur
08.07.2013
SON YORUMLAR