“O SAATTE ORADA NE İŞİ VARDI?”

alleine“O SAATTE ORADA NE İŞİ VARDI?” …diye soranlar var bu ülkede tecavüzler arkasından. Tecavüze meşrutiyet verecek kadar bundan daha başka sapık bir düşünce olabilir mi?
Soralım o zaman yurdumun insanına!
Eşeğin tarlada, atın otlakta, köpeğin ormanda, tavuğun ördeğin kümeste, kedinin tavanda ne işi vardı? Ne işi vardı çocuğun beşikte, okulda, kuran kursunda? Ne işi vardır bu milletin minibüste, taksi de? Ne işi olur mankenlerin vitrinde? Tüm bunlara tecavüz edilmedi mi bu ülkede?

Siz hangi mahlugattansınız? Zoofili*, parafili*, yoksa nekrofili* neslinden misiniz?

Belki de hiç birinden değilsiniz de, sadece toplumdaki düşüncelerin cesaretlendirdiği adi mahluklarsınız!
Bir toplum ki slogan halinde, koro şarkıları gibi dilinden düşürmez: “Kısa etekle gezersen böyle olur, en iyi kadın sokağa çıkmayan kadındır, hamilelerin sokağa çıkması ayıptır, çalışan kadın ne olacağı bellidir“ gibi söylemlere karşı kazan kaldırmazsa, kafasını iki bacak arasından çıkaramazsa, elbette ki hiç bir canlının, cansızın o saatte hiç bir yerde işi olamaz!
Lanet olsun bu zihniyete!

Mehmet Nuri Sunguroğlu
28.01.2016

*Açıklama:
Zoofili* Hayvanlarla […]
Parafili* Cansız varlıklarla […]
Nekrofili“ Ölülerle [….]

AFFETME BİZİ ÖZGECAN… HEPİMİZ SUÇLUYUZ !

ÖCGECANAFFETME BİZİ ÖZGECAN… HEPİMİZ SUÇLUYUZ !

Sevgili ÖZGECAN!

Henüz 20 yaşında aramızdan ayrıldın. Hunharca işlenmiş bir cinayet seni bizden aldı. Şimdi arkandan dualar okuyup, Allah’tan rahmet dileyerek vicdanımıza olan borcumuzu ödeyeceğiz! Ne kadar üzüldüğümüzü anlatabilmek için kelime dağarcığımızda olan tüm kelimeleri dizeler halinde sıralayacağız.

Ancak…bütün bunlar seni geriye getirmeyecek. Sen artık aramızda değilsin ve bir daha da olmayacaksın.

Bizler ki; ülkemizde çocuklarımızın değerini bilmekte aciz kalmış toplum olmuşuz…sakın bizleri affetme Çocuk !

Bizler ki; dövülen eşlerin sesini duyduğumuzda sivil cesaretimizi kullanarak polise telefon edemeyen bir toplum olmuşuz…sakın bizleri affetme Çocuk !

Bizler ki; çocuğumuzun gelişiminden, eğitiminden, beslenmesinden vb. tasarruf ederek harcamalarımıza başka türlü öncelik tanırız…sakın bizleri affetme Çocuk !

Bizler ki; çocuklarımızı koruyamaz hale gelmişiz…sakın bizleri affetme Çocuk !

Bizler ki; cinneti, şiddeti, sapıklığı, barbarlığı rutin olarak görür hale geldik…sakın bizleri affetme Çocuk !

Bizler ki; taciz suçundan mahkumiyeti dönüşü kahveye, mahalleye gelen ırz düşmanına geçmiş olsun diyerek çay ısmarlarız…sakın bizleri affetme Çocuk !

Liste çok uzun sevgili Özgecan …çok uzun ! O kadar uzun ki…tüm dünyayı bir kaç defa dolayacak kadar uzun…kin ve nefret, cinnet ve şiddet, sapıklık ve barbarlık akıyor dünyanın her tarafından.

Bu rezaletin birde raporu var sevgili Özgecan !

UNICEF rapor etmiş bu rezaleti; okuyalım!

Dünyadaki Çocuk İstismarını tüm çıplaklığıyla gözler önüne seren bu raporda hepsi olmasa da, olanlar bizleri utandıracak kadar yeterli.

– Dünya genelinde 246 Milyon çocuk, çalıştırıldıkları çeşitli işlerde emeklerinin sömürülmesine maruz kalmaktadır.

– Dünya genelinde 1.2 Milyon çocuk, ailelerinden koparılarak köle ya da işçi olarak kullanılmak üzere satılmaktadır.

– Dünya genelinde 300 Bin çocuk, 30′dan fazla ülkedeki çatışmalarda ellerine silahlar verilerek piyon asker olarak kullanılmaktadır.

– Dünya genelinde 2 Milyon çoğu kız çocuk, yine tacirler tarafından seks ticaretine alet olmaktadır.

Ülkemizdeki durum nedir ?

Bir adli Tip uzmanı olan ve ülkemizde bir çok projelere imza atan sn. Prof Dr. Oğuz POLAT Hocamızın bu konudaki açıklamalarına bir bakalım.

– Türkiye’de 42 bin çocuk sokakta yaşıyor.

– Yılda 7.000 çocuk tecavüz ve tacize uğruyor.

– Son 5 yılda, haklarında koruma kararı alınan ve Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumunda barınan toplam 14.398 çocuğun 2.678’i, yani yüzde 18,6’sının anne-babası tarafından ihmal veya istismar edildiği görülüyor.

– Suça itilen çocuk sayısı yılda yüzde 5 ile 10 oranında artıyor,

– Yılda 125.000 çocuk mahkemeye çıkıyor.

– Altı yaş altındaki çocuklarda fakirlik oranı yüzde 34 olduğunu, bu oran kırsal kesimde yüzde 40’a ulaşıyor.

– Sokakta yaşayan çocukların yüzde 11’i hiç okula gitmedi, yüzde 52’si madde kullanıyor.

– Sokakta  yaşamak ta en büyük etken ise aile içi şiddet.

– Adalet Bakanlığının son açıkladığı verilere göre yılda ortalama 7.000 çocuk tecavüz ve tacize uğruyor.

– İstismar ve ihmal, çocuk hakkında koruma kararı alınmasında ekonomik nedenden sonra ikinci sırada yer alıyor.

Gelelim Türkiye’nin taciz ve tecavüz bilançosuna. Önce bizleri korumakla görevli olanların durumuna bir göz atalım.

Türkiye’de son 10 yılda ciddi oranda arttığı belirtilen taciz ve tecavüz vakıaları her gün yeni bir olayla karşımıza çıkıyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı verilerine göre son 15 yılda 241 polis, 91 asker, 17 özel timci, 15 korucu, 45 gardiyan tecavüzden yargılandı…fakat hiçbiri ceza almadı.

Bunlar bizi koruyacak olanlardı.

Devam edelim!

Ayrıca kadınları istismar eden erkeklerin yüzde 83’ünü de eşler oluşturuyor.

Sadece 2002-2008 arası 62 bin tecavüz olayı kayıtlara geçerken, Adalet Bakanlığı’na göre katledilen kadınların sayısı son 7 yılda yüzde bin 400 yükseldi.

2002 yılı kayıtlarına 66 olarak geçen kadın katliamı sayısı, 2007 yılında 1011 olarak saptandı.

Tecavüze uğrayanların yüzde 50’si 18 yaş altında ve bunlardan yüzde 10’u erkek çocuktur.

5-10 yaş arası çocukların yüzde 55’i ensest (mahrem sayılanlar arası ilişki) mağdurudur. 10/16 yaş arası çocukların yüzde 40’ı ensest mağdurudur.

Cinsel saldırganların yüzde 75’i tanıdık biridir.

Acil yardım hattını arayan kadınlardan yüzde 57’si fiziksel şiddete, yüzde 46,9’u cinsel şiddete, yüzde 14,6’sı enseste ve yüzde 8,6’sı tecavüze maruz kaldı.

TÜİK verilerine göre tecavüz ve taciz gibi cinsel saldırı suçlarında son beş yılda yüzde 30 artış meydana gelmiştir.

Buna göre; 2006’da 528, 2007’de 473, 2008’de 577, 2009’da 652 kadın tecavüze uğrarken, 2006 yılında 489, 2007 yılında 540, 2008 yılında 589, 2009 yılında 624 cinsel taciz olayı yaşanmıştır.

 

Evet sevgili Özgecanlar, Gizemler, Ayşeler, Fatmalar…Ahmetler, Umutlar…bizleri toplum olarak sakın affetmeyin !

Mersin Çağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü 1’inci sınıf öğrencisi Özgecan Aslan; henüz yaşamının baharındayken, hunharca bir cinayet sonunda yaşamından koparıldı. Bu ne ilk, nede son olacaktır. Henüz çocuk yaşta olan ve hayata doymadan hunharca bir cinayetin sonunda  öldürülen Özgecan Aslan çocuğumuzun ve binlerce çocuklarımızın ailelerine Allah’tan sabır ve metanet diliyorum.!

Mehmet Nuri Sunguroğlu

15.02.2015

 

 

 

TÜRK AİLE YAPISINDA ÇÖKMELER DEVAM EDİYOR

mate>>Her gün 368 kişi hakimden boşandınız kararını alarak mahkemeyi terk ediyor.<<

TÜİK verilerine göre her yıl ortalama 125 305 aile boşanarak ayrılmaktadırlar. Bu rakam evlenenlerin yarısına gelmekte olduğu ülkemizde, aile bağlarının ne kadar da yıpranmış olduğunun göstergesidir. Yapılan evlilikler bu sayının iki katı olsa da, bu asla bir teselli olamaz. Hiç bir evlilik bir başka evliliğin sayısal istatistiklerden başka yerini tutması mümkün değildir.
Tüm boşanmaların sonunda faturayı ödeyen çocuklarımızın geleceğini düşünmek dahi insanı bunalıma sokacak kadar zor bir düşünce.

Türkiye Psikiyatri Derneği Ruh Sağlığı ve Medya Çalışma Birimi Koordinatörü Doç. Dr. Burhanettin Kaya, boşanmaların genellikle sosyo-ekonomik faktörlerden kaynaklandığını belirterek, ailelerin dağılmasında yoksulluk, gelir eşitsizliği, işsizlik, uygunsuz çalışma koşulları ve şiddet gibi sorunların ciddi rol oynadığını söylüyor.
Pek çok evliliğin baştan mutsuz kurulduğuna ve ilk 5 yılda sonlandırıldığı na işaret eden Kaya, 16 yıl ve üzeri evliliklerde boşanmaların yüksek olmasının kadının boşanabileceği erki ancak o yıllardan sonra kendinde bulmasıyla ilgili olduğuna işaret ediyor.

Uzmanların kibarca ifade ettiklerini öz Türkçeye tercüme edersek, çok daha farklı anlamlara erişebiliriz.
Başta dayak ve hakaret olmak üzere, sorumsuzca harcamalar, içki kumar ve aldatmalar gibi, son yıllarda ülkemizdeki kültür değişiminin etkisi çok büyük olduğunu görmek mümkündür.

Medeni olmak, hak ve hukuk istemek çok güzeldir. Ancak veremediğiniz şeyleri istemekse bir o kadar da medeni insana yakışmaz ve sonunda iş ayrılığa kadar gider.

Eşini döven erkekler olduğu gibi, eşine hakaret eden kadınlarımızın da olduğu bu toplumda, eğitimsizlik yine her yerde olduğu gibi, evliler arasında da kendini gösteriyor; ve sonunda faturayı çocuklar ödüyor.
Çok yazık!

Mehmet Nuri Sunguroğlu
12.11.2014

AFFETME BİZİ GİZEM… TOPLUM OLARAK SUÇLUYUZ !

GIZEMSevgili GİZEM!

Henüz altı yaşında aramızdan ayrıldın. Hunharca işlenmiş bir cinayet seni bizden aldı. Şimdi arkandan dualar okuyup, Allah’tan rahmet dileyerek vicdanımıza olan borcumuzu ödeyeceğiz! Ne kadar üzüldüğümüzü anlatabilmek için kelime dağarcığımızda olan tüm kelimeleri dizeler halinde sıralayacağız. Ancak…bütün bunlar seni geriye getirmeyecek. Sen artık aramızda değilsin ve bir daha da olmayacaksın.

Bizler ki; ülkemizde çocuklarımızın değerini bilmekte aciz kalmış toplum olmuşuz…sakın bizleri affetme Çocuk !

Bizler ki; dövülen eşlerin sesini duyduğumuzda sivil cesaretimizi kullanarak polise telefon edemeyen bir toplum olmuşuz…sakın bizleri affetme Çocuk !

Bizler ki; çocuğumuzun gelişiminden, eğitiminden, beslenmesinden vb. tasarruf ederek harcamalarımıza başka türlü öncelik tanırız…sakın bizleri affetme Çocuk !

Bizler ki; çocuklarımızı koruyamaz hale gelmişiz…sakın bizleri affetme Çocuk !

Bizler ki; Cinneti, şiddeti, sapıklığı, barbarlığı rutin olarak görür hale geldik…sakın bizleri affetme Çocuk !

Bizler ki; taciz suçundan mahkumiyeti dönüşü kahveye, mahalleye gelen ırz düşmanına geçmiş olsun deriz…sakın bizleri affetme Çocuk !

Liste çok uzun sevgili Gizem…çok uzun ! O kadar uzun ki…tüm dünyayı bir kaç defa dolayacak kadar uzun…kin ve nefret, cinnet ve şiddet, sapıklık ve barbarlık akıyor dünyanın her tarafından.

Bu rezaletin birde raporu var sevgili Gizem !

UNICEF rapor etmiş bu rezaleti; okuyalım!

Dünyadaki Çocuk İstismarını tüm çıplaklığıyla gözler önüne seren bu raporda hepsi olmasa da, olanlar bizleri utandıracak kadar yeterli.

– Dünya genelinde 246 Milyon çocuk, çalıştırıldıkları çeşitli işlerde emeklerinin sömürülmesine maruz kalmaktadır.

– Dünya genelinde 1.2 Milyon çocuk, ailelerinden koparılarak köle ya da işçi olarak kullanılmak üzere satılmaktadır.

– Dünya genelinde 300 Bin çocuk, 30′dan fazla ülkedeki çatışmalarda ellerine silahlar verilerek piyon asker olarak kullanılmaktadır.

– Dünya genelinde 2 Milyon çoğu kız çocuk, yine tacirler tarafından seks ticaretine alet olmaktadır.

Ülkemizdeki durum nedir ?

Bir adli Tip uzmanı olan ve ülkemizde bir çok projelere imza atan sn. Prof Dr. Oğuz POLAT Hocamızın bu konudaki açıklamalarına bir bakalım.

– Türkiye’de 42 bin çocuk sokakta yaşıyor.

– Yılda 7.000 çocuk tecavüz ve tacize uğruyor.

– Son 5 yılda, haklarında koruma kararı alınan ve Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumunda barınan toplam 14.398 çocuğun 2.678’i, yani yüzde 18,6’sının anne-babası tarafından ihmal veya istismar edildiği görülüyor.

– Suça itilen çocuk sayısı yılda yüzde 5 ile 10 oranında artıyor,

– Yılda 125.000 çocuk mahkemeye çıkıyor.

– Altı yaş altındaki çocuklarda fakirlik oranı yüzde 34 olduğunu, bu oran kırsal kesimde yüzde 40’a ulaşıyor.

– Sokakta yaşayan çocukların yüzde 11’i hiç okula gitmedi, yüzde 52’si madde kullanıyor.

– Sokakta  yaşamak ta en büyük etken ise aile içi şiddet.

– Adalet Bakanlığının son açıkladığı verilere göre yılda ortalama 7.000 çocuk tecavüz ve tacize uğruyor.

– İstismar ve ihmal, çocuk hakkında koruma kararı alınmasında ekonomik nedenden sonra ikinci sırada yer alıyor.

Gelelim Türkiye’nin taciz ve tecavüz bilançosuna. Önce bizleri korumakla görevli olanların durumuna bir göz atalım.

Türkiye’de son 10 yılda ciddi oranda arttığı belirtilen taciz ve tecavüz vakıaları her gün yeni bir olayla karşımıza çıkıyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı verilerine göre son 15 yılda 241 polis, 91 asker, 17 özel timci, 15 korucu, 45 gardiyan tecavüzden yargılandı…fakat hiçbiri ceza almadı.

Bunlar bizi koruyacak olanlardı.

Devam edelim!

Ayrıca kadınları istismar eden erkeklerin yüzde 83’ünü de eşler oluşturuyor.

Sadece 2002-2008 arası 62 bin tecavüz olayı kayıtlara geçerken, Adalet Bakanlığı’na göre katledilen kadınların sayısı son 7 yılda yüzde bin 400 yükseldi.

2002 yılı kayıtlarına 66 olarak geçen kadın katliamı sayısı, 2007 yılında 1011 olarak saptandı.

Tecavüze uğrayanların yüzde 50’si 18 yaş altında ve bunlardan yüzde 10’u erkek çocuktur.

5-10 yaş arası çocukların yüzde 55’i ensest (mahrem sayılanlar arası ilişki) mağdurudur. 10/16 yaş arası çocukların yüzde 40’ı ensest mağdurudur.

Cinsel saldırganların yüzde 75’i tanıdık biridir.

Acil yardım hattını arayan kadınlardan yüzde 57’si fiziksel şiddete, yüzde 46,9’u cinsel şiddete, yüzde 14,6’sı enseste ve yüzde 8,6’sı tecavüze maruz kaldı.

TÜİK verilerine göre tecavüz ve taciz gibi cinsel saldırı suçlarında son beş yılda yüzde 30 artış meydana gelmiştir.

Buna göre; 2006’da 528, 2007’de 473, 2008’de 577, 2009’da 652 kadın tecavüze uğrarken, 2006 yılında 489, 2007 yılında 540, 2008 yılında 589, 2009 yılında 624 cinsel taciz olayı yaşanmıştır.

 

Evet sevgili Gizemler, Ayşeler, Fatmalar…Ahmetler, Umutlar…bizleri toplum olarak sakın affetmeyin !

 

Bir daha olmaması dileğiyle; Gizem ve Umut Çocuklarımızın ailelerine [……] Allah’tan sabır ve metanet diliyorum.

 

Mehmet Nuri Sunguroğlu

29/04/2014

İRAN’DA TECAVÜZ MAĞDURUNA İDAM CEZASI

 >>Dünya bu haberle çalkalanırken, bizim medyada tek bir kelimeyle izine rastlanmayan bu haber; Türk medyasının bir başka yüz karasıdır!<<

iranli kadin

2007 Yılında Tahran’da 19 yaşında tecavüze uğrayan genç bir kadın için verilen idam cezası uluslararası protestolara rağmen infazını bekliyor.

 

Olayın perde arkası:

Tahsilini Tahran’da  bitiren Reyhaneh Jabbari, geçimini  bir iç dekoratör olarak sağlamaktadır.

2007 Yılında telefonu çalmıştı. Karşısında genç bir doktor vardı ve açmak istediği muayenehanesinin düzenlenmesi için Reyhaneh Jabbari’ye iş teklifinde bulunmuştu. İşi kabul eden Reyhaneh Jabbari, doktor olduğunu söyleyen Murtaza Abdolali Sarbandi ile buluşarak düzenlenecek olan eve giderler.

Yolda bir eczaneye uğrayan Murtaza Abdolali Sarbandi, (daha sonra anlaşılacak ki) eczaneden uyku ilacı ve koruyucu kondom tedarik eder. Sözde muayenehaneye dönüştürülecek olan eve girdiklerinde; Murtaza Abdolali Sarbandi genç kadına; >baş örtünü çikar< diyerek çirkin yüzünü gösterir.

Tecavüz sırasında kendisini korumak için bulduğu bir biçakla Murtaza Abdolali’yi omuzundan yaralayan Reyhaneh Jabbari, henüz şaşkınlığını üzerinden atmadan, eve bir başka erkek girer. Bu arada kaçmayı başaran Reyhaneh Jabbari, yakalanır ve ceza evine getirilir.

Yapılan mahkemeler sonunda, 2009 Yılında Murtaza Abdolali’yi öldürdüğünden ötürü idama mahkum edilir.

Bu Yılın Mart ayında infazı gerçekleşmesi gerekirken, uluslar arası çağrılar nedeniyle bu karar henüz uygulanmamıştır…ama; Reyhaneh Jabbari her an hücresinden alınarak idam sehbasına getirilebilir olarak beklemektedir.

Uluslararası Af Örgütü, insan hakları örgütleri ve Birleşmiş Milletlerin çağrıları fayda verecek mi bilinmez ama; bilinen bir gerçek varsa, o da; tecavüze uğrayan bir kadının idam sehpasına gitmesi, İran’daki hukuk düzeninin ne durumda olduğunun bir aynasıdır.

Uluslararası Af Örgütünün gözlemlerine bakılırsa…;  Murtaza Abdolali Sarbandis’in İran istihbarat üyesi olması, verilen kararda tarafsızlık ilkesinin olmadığını açıkça göstermektedir.

 

Mehmet Nuri Sunguroğlu

17/04/2014

NOT:

Reyhaneh Jabbari’nin idam infazının durdurulması için çağrıda bulunmak isteyenler alttaki bağlantıdan bunu yapabilirler.

Yapacağınız tek şey: Mail adresinizi, ülkenizi ve posta kodunuzu girmektir. Çağrı; AB başkanına, BM, başkanına ve daha bir çok uluslar arası kurumlara ulaşacaktır.

Haydin bakalım!

https://secure.avaaz.org/en/petition/Catherine_Ashton_Ban_Ki_Moon_Ahmad_Shaheed_Save_26_year_old_woman_from_being_hanged_in_Iran/?aYiIrhb

 

 

ANNELERİN, BACILARIN, KIZLARIN “ANASINI AĞLATAN” ERKEKLER!

nene-hatunSizler insanlığın birer yüz karasısınız!

Sevgili okurlarım,

Bu günün kadına şiddet haberi Samsun’dan geldi. Karısını döven bir koca, kinini ve hırsını alamadıktan sonra…birde kadının üç dişini kerpetenle çekerek cezalandırmış olduğunu okuduk.

Sonra okuduk ki…bu insanlıktan nasibini almamış olan koca, savcı tarafından serbest bırakılmış. Bu nasıl bir hukuktur?…anlamak mümkün değil!

Dünyada bir daha emsaline rastlanmamış olan fedakarlığıyla bilinen Türk kadınlarının; analığı, eşliği, vatan sevgisi, din sevgisi; dostun da düşmanın da takdir ve kıskançlıkla bildiği üstün vasıflarıdır. Üstün vasıflarıdır diyoruz; çünkü: Hiçbir millet, Türk milletinin çıkardığı gibi yüksek karakterli kadınları yetiştirmemiştir.

İşgal altındaki Vatan savunmasından, tarlasındaki kazmasına kadar görev almıştır Türk kadını.

Bebeğinin üzerinden örtüsünü alıp mermiye sarmıştır, cepheye giden kağnı arabasına “öküz” olmuştur Türk kadını.

Gurbete giden kocasının, askere giden oğlunun boşluğunu, kimseye şikayet etmemiştir; yokluğunu kimseye hissettirmemiş tir Türk kadını.

Türk kadını eşine sadıklığıyla, bir iffet anıtının silueti değil, anıtın kendisidir.

Çocuğuna verdiği sütünü emzirirken göğüslerinin bozulacağını düşünmeyen bir annedir Türk kadını.

Gel gör ki; bu acımasız dünyada en çok ağlatılan yine de Türk kadınıdır. Dövülür, sövülür, kapıya atılırken kendisine bir bohçadan fazla bir şey çok görülür.

Dayağı yediğinde, Polise gider öğüt alır. Savcıya gider; “ne yaptın da kocan seni dövdü ” ilk soru olur.

Irzına geçilir, “rızasıyla” oldu diyenler daha inandırıcı olur hakimin karşısında.

Kimse sormaz ki…henüz 13-15 yaşlarındaki çocuğun rızası bir savunma delili olabilir mi?…diye!

Kimse sormaz ki; yirmi yıllık, otuz yıllık ev kadınının hatası ne olabilir ki? Dayaktan sonra bir de kerpetenle dişleri çekilerek cezalandırılmasının sebebi ne olabilir?…diye!

Kimse sormaz ki; hiç bir vasfı olmasa dahi(?)… Allah’ın yarattığı bir insana bu kadar zulüm yapılır mı?…diye!

Döverler Türk kadınını, söverler Türk kadınına…eğitimlisine de, cahiline de. Cahili bağımlıdır, eğitimlisi mahallede kimse duymasın diye sesini çıkarmaz

Çünkü:

Biliyordur Türk kadını; bilenler de duyanlar da onun arkasında olup destek vermeyeceğini!

Biliyordur Türk kadını; yalnızlığının, dul kalmışlığının faturasını daha da yüksek ödeyeceğini!

Döverler Türk kadınını, söverler Türk kadınına…eğitimlisi de cahili de yapar bu yobazlığı.

Cahili cehaletten, eğitimlisi yobazlık ve hokkabazlıktan.

Kimisi şeriatı kalkan yapar, kimisi içtiği içkiyi taşıyamayacak kadar ahlak duvarlarını aştığından!

İnsanlar vardır, atılırlar ortaya.

Destek çıkmak isterler; vicdanlarının emrettiği sesin emrettiğini dinlerler. Gel kardeşim der. Tutar kolundan. Götürür kanun mercilerine, şikayet edeceksin der! İkna olur Türk kadını!

Götürürler savcının karşısına. Ama gel gör ki, yolda pişman olmuştur Türk kadını!

Karakolda, savcıda inkar eder başına gelenleri…!

İnek vurdu der!

Dolaba çarptım der!

Merdivenden düştüm der!

Rızam vardı der!

Sormazlar Türk kadınına:

İnek nasıl vurdu da kulağının zarı patladı?

Dolaba nasıl çarptın da gözünün tam içi morardı?

Merdivenden nasıl düştün de, dişlerinin üçü birden kırılmadan çekildi?

Otuz kişiye nasıl rıza gösterdin de, ırzına geçtiler?…diye

Savcı “çaresizdir”.(?) İfadelere dayanarak “eli kolu bağlıdır.”

Savcıya da kimse sormaz neden salıverdin?…diye!

Ve…

Salıverilirler memleketin İneklerini, dolaplarını, merdivenlerini, rızacılarını birer birer…ta ki bir daha ki öküzlerin ahırdan çıkmasına kadar!

 

Saygılarımla, selamlarımla…sevgiyle kalın!

Mehmet Nuri Sungur

 

 

BENCE HER YENİ BİR GÜN; DÜNYA KADINLAR GÜNÜDÜR!

yellow-rosHer Yıl Mart ayının 8 inde kutladığımız Dünya kadınlar günü aslında insanlığın yüz karasıdır. Dövüp ağlattığımız bir çocuğa bakkaldan sakız almak gibi bir şey değilmidir bu kutlamalar?

Sevgili okurlarım.

Orta çağı arkada bıraktığımızı iddia etsek bile bunun ne kadar inandırıcı olduğundan şüphe etmemek mümkün değil.

Kadını bir obje olarak görenlerin ne kadar da bu kötü bir zihniyyetin esaretinde olduklarını düşünmek dahi insanı yoruyor. Ne kadar acı bir gerçektir ki; ezilen insanların ezildiklerinin anısına özel bir gün tahsis edilmiştir. Aslında çok utandırıcı bir durum değilmidir böyle bir günün oluşmasına sebep olan nedenler?

Bu sorun sadece bir ülke ya da milletin sorunu olmadığını biliyoruz. Dünyanın her tarafında çeşitli şekillerde kadınlarımız ezilmektedir. İnsan ticaretinden alın da, sünnet uygulamalarına kadar insana ve insanlığa yakışmayacak kadar utandırıcı olan bu lanet olası baskı son bulmadığı süre, insanlığın vicdanı azaptan kurtulamaz.

Tabii ki bu durum genel olarak görülmemelidir. Ancak; bir İslam ülkesi olarak ülkemizdeki kadının uğradığı şiddet akla hayale sığmaz hale gelmiştir.

Her yıl Mart ayının 8 inde kutladığımız Dünya kadınlar günü aslında insanlığın yüz karası olarak kutlanmalıdır. Dövüp ağlattığımız bir çocuğa bakkaldan sakız almak gibi bir şey değilmi bu kutlamalar? 

8 Mart Dünya Kadınlar Günü, tüm dünya emekçi kadınlarının kutladığı uluslararası bir gün olarak bilinmektedir. Burada sormak lazım! Emek vermeyen,emeği olmayan kadın varmı dır?

Peygamber efendimiz Veda hutbesinde:  “Kadınlarınızın da sizlerde hakları vardır” dediğini neden unutanlar vardır?

Dünya kadınlar gününün tarihine bir göz attığımızda, ne kadar üzücü olduğunu görmekte zorluk çekmeyiz. Zorluk çekebileceğimiz tarafı ise, günümüzde dahi bu utandırıcı olaylar hala devam etmesidir!

Yaşamın bir hak olduğunu; bu hak tüm İnsanlar için geçerlidir ilkesi uygarlığa giden yoldur!…

Tüm olumsuzluklara rağmen…ezik ve buruk bir yürekle gününüz kutlu olsun diyorum!

Tüm sevgiler; tüm saygılar sizlerin olsun!

Mehmet Nuri Sungur

07.03.2013

CENNETİ VAAD EDEN AHLAKSIZ FETVA

cennet vaadi…kabul ediyorum; biraz provokatif bir başlık.

Nasıl olmasın ki? Bazen insanın aklının köşeye sıkıştığı anlar olunca; akla gelen ilk düşünce de…başlık olabiliyor.

Kendi ülkesinde kadını nı eve kapatan, ko­yu din­ci ta­as­su­buy­la İslamiyeti tekelinde tutmaya çalışan Suu­di Ara­bis­tan. Di­ğer yan­da cin­sel ya­sak­la­rıy­la ün­lü >Kral Fahd De­niz Aka­de­mi­si Ca­mi­i< ima­mı, Şeyh El Ari­fi’nin verdiği fetva insanı çok düşündürüyor. …hatta; yalnış bir dünyadamı doğdum düşüncesini, istemeyerek te olsa beyinlere kazıyor.

İşte söz konusu olan fetva. Buyurun!…isterseniz başlığına yeni bir ad koyun!

 “Suriyeli muhalifler uzun süredir savaştıkları için cinsel ilişkiye gidemiyorlar. Militanların cinsel isteklerini karşılamak, cennete gitmek için yerine getirilmesi gereken bir görevdir. Özgür Suriye ordusu militanları muta (saatlik-günlük geçici evlilik) nikâhıyla Suriyeli kadınlarla kısa süreli evlilikler yapabilmelidirler.

Mücahit olan yabancı militanlar da Suriyeli kadınlarla ilişkiye girerek cinsel arzularını tatmin etmelidirler. Böylece militanların Suriyelileri (Esad yanlısı olanlar demek isteniliyor…) öldürmede kararlılıkları artacaktır.

Cinsel ihtiyaçları gidermek için yapılacak muta evliliklerinde; dul, boşanmış ve 14 yaşından büyük kadınların tercih edilmesi gerekir. Militanların cinsel isteklerini karşılayanlar cennete gitmek için böylece yerine getirilmesi gereken bir görevi yüklenmiş olurlar!”

Ey be imam efendi!

Kadın denince senin aklına ne geliyor?

Senin ananı, ablanı, kızını… birisinin bir saatliğine nikah altına almasının fetvası değilmidir verdiğin bu fetva?

Suriye kadınları fahişemidir?

Cennet vaadiyle Suriye’li kadınlara resmen “fuhuş” yapın diye telkin veren bu gibi imamlar; İslam dinine gerçek hizmet veren imamları da lekelemek değilmidir?

Ey yobaz ruhlu; cehaletin esaretinden kurtulamamış imam! Verdiğin bu fetva ile İslam dinine hizmet ettiğinimi sanıyorsun?

Yazıklar olsun sana ve senin gibi düşünerek verdikleri fetvalarla toplumun ahlak dizginlerinin temel taşlarıyla oynayanlara!

Yüce dinimizin, asırlardan beri Cennet vaad edilerek bir çok yalnışlıklar adına kullanılmış olması bir yana dursun; burada verilen fetva insanın kanını donduruyor.

İmam efendinin verdiği bu fetva, resmen fuhuşu teşvik etmektir ve; evlilik ile kurulacak olan aile yapısına hakarettir.

“Muta nikahı” olarak bilinen nikah türü, fuhuşu kanunlaştırmaktır. İslam dinini zinaya alet etmektir.

Normal bir evlilikte kıyılan nikah, zaman dilimine dayanılarak olmadığına göre; bir saatliğine, bir geceliğine kıyılan nikahı kıyan imam, pezevenk başı değilmidir?

Sevgiyle kalın…

Mehmet Sungur

 

 

 

 

 

SAKİNE BATURAY VE 19 MAYIS: HOŞ GELDİN PAŞAM, SEFALAR GETİRDİN!

Bu veya buna benzer bir ifadeyle karşılamıştır SAKİNE hanım Mustafa Kemal Paşayı 19 Mayis 1919 günü Samsun limanında.

İstanbul’dan gelen Bandırma vapurunun getirdiği yolcu, her hangi bir yolcu değildi. Kaderine el konulmuş olan bir Milletin umut kaynağı olabilmeye aday bir Türk evladıydı.
Öyle bir Millet`ki, şanlı bir tarihin sayfalarına adını yazdırmış, tarih yazan başka milletlerin tarihine son vermiş, bir çağı kapatıp yeni bir çağ açmış, kıtalar üzerinde adaletli yönetimiyle Etimolojik ayırım yapmadan bir İmparatorluğun kurucusu olmuş ve Rönesansın yolunu açmış olan Islama sahip çikmiştir.
İşte böyle bir Millet; bu acı günlerinde bir umut bekliyordu. Bir umut bekliyordu Anadolu halkı. Elinden alınmak istenen şanlı tarihine ve ona leke sürdürmek istemeyen Türk Milleti, umudunu bekliyordu.
Tarihinde 16 devlet kuran, hiç bir çağda ve zamanda esaret altında yaşamayan bir Millet umuduna hoş geldin diyordu Samsun limanında.
Kendisini karşılayan eşraf arasında tek bir kadın vardı, SAKİNE… genç bir Anadolu kadını… HOŞ GELDİN PAŞAM, SEFALAR GETİRDİN… diyebilmek için Samsun limanına koşmuştu SAKİNE…
Kimdi bu SAKİNE? Neden tarihin gölgesinde kalmıştır bu aydın Türk kadını? Neden diğer; haklı olarak… tarih sahnesinde isimlerini duyduğumuz, okuduğumuzlar arasında yerini bulamamıştır bu yarini görebilen aydin Türk kadını…SAKİNE.


Bence SAKİNE ve daha binlerce SAKİNE’LER vardır tarihimizde. Gönül isterdiki, hepsinin adını altın harflerle yazabilseydik. Bu isimlere ulaşabilmek imkansız olabilir, ancak bilinenleri anmak hepimizin tarihi görevidir. Bu tarihi göreve katkıda bulunabilmek için yaptığım araştırmalarda şanslı bir tesadüf beni alttaki makaleyi bulabilmeme yardım etti.
Bu günün anısına ve SAKİNE ablalara şükran borçlu olmanın gururuyla; alttaki makaleyi okumanıza sunuyorum.

Bir daha 19 Mayislar yaşamamak umuduyla
Kalın sağlıcakla
Mehmet Sungur
***
Yazar; Necat ÇETİN Yerel Tarih Araştırmacısı
Sakine Baturay(Atatürk’ü 19 Mayıs 1919 ‘da Samsunda Karşılayan Tek Kadın)
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurcusu Ulu Önder M.Kemal Atatürk’ün 19 Mayıs 1919 günü Samsuna çıkışı Türk İstiklal Harbinin başlaması ve kendisinin de doğum günü kabul ettiği günüdür. Atatürk’ün Samsuna gidiş nedeni ve kişi sayısı hakkında devamlı araştırma konusu olmuştur. Ancak biz bu konuya girmeden asıl konumuz olan “Atatürk’ü Samsun iskelesinde karşılayan tek kadın Sakine Hanımı” yazacağız.
Giriş:
16 Mayıs 1919 Cumartesi günü, İstanbul’dan kalkan, Kaptan İsmail Hakkı (Durusu) idaresindeki Bandırma Vapuru, Dokuzuncu Ordu Kıta’ları Müfettişliğine atanan Mustafa Kemal Paşa (Atatürk) ile mahiyetini Samsun’a götürüyordu. Atatürk, Samsun ve çevresinde asayişi düzenlemekle görevli idi. 18 Mayıs 1919′da Sinop’a geldiler. Atatürk, iskeleye çıkarak, karadan Samsun’a yol olup olmadığını sordu, olmadığını öğrenince de tekrar vapura binerek Samsun’a hareket etti. 19 Mayıs 1919 Salı günü sabahı saat 6 ‘da Samsun limanındaydı. Savaşlardan yenik çıkmış bölünmüş, umutsuz yorgun, çileli bir milleti, yeniden diriltmek, ayağa kaldırmak üzere, Atatürk’ün Samsun’a ve Anadolu’ya ilk ayak basışı o gün, o saatti.
Samsun’a Müfettişlik Karargâhının 18 subay ile birlikte çıkıyorlardı. Bu subaylar, o günkü rütbeleri ile şunlardı :

1- Üçüncü Kolordu Komutanı Kur. Alb. Refet (Bele)
2- Müfettişlik Kur. Bşk. Alb. Kazım (Dirik)
3- Müfettişlik Sağlık D. Başkanı. Dr. Alb. İbrahim Tali (Öngören)
4- Kurmay Bşk. yardımcısı Yarbay Arif (Ayıcı)
5- Müfettişlik Karargahı İstihbarat Müdürü Binbaşı Hüsrev (Gerede)
6- Topçu Binbaşı Kemal (Doğan)
7- Dr. Binbaşı Refik (Saydam)
8- Başyaver Yzb. Cevat Abbas (Gürer)
9- Yzb. Mümtaz (Tunay)
10- Yzb. İsmail Hakki (Ede) 11- Yzb. Ali Şevket (Öndersav)
12- Yzb. Mustafa Vasfi (Süsoy)
13- Üsteğmen Hayati
14- Üsteğmen Arif Hikmet (Gerçekçi)
15- Üsteğmen Abdullah 16- Teğmen Muzaffer (Kılıç)
17- Şifre Kâtibi Faik (Aybars)
18- Şifre Kâtibi yardımcısı (Atasev)

Samsunlular Atatürk’ü çoşkun bir törenle karşıladılar. Atatürk, doğruca kendisi ve arkadaşları için hazırlanan Mıntıka Palas’a yerleşti. Burası iki katli taş bir yapıydı. Atatürk’ün Samsun’a geleceği, İstanbul’dan telgrafla mutasarrıfa duyurulunca bu bina hazırlanmıştı. Atatürk o gün ve ertesi günler hep bu otelde kaldı, çalışmalarını burada sürdürdü. Samsun’a geldiğinin ilk günü emrindeki valilikler ve kolordu komutanlarından bölgenin asayiş durumunu sordu, ertesi günü Sadrazam Damad Ferid’e “İzmir`in işgalini milletin asla kabul etmeyeceğini…” telle bildirirken Erzurum’daki 15. Kolordu Komutanı Kazım (Karabekir) Paşa ile de bağlantı kurdu. Samsun’a gelişinin dördüncü ve beşinci günleri, İstanbul Hükümetinin ve hele itilaf Devletlerinin kuşku duyacağı davranışları ile dikkatleri üzerinde toplamış bulunuyordu.
25 Mayıs 1919′da da “…bazı şikâyetleri yerinde tetkik ve tedbir almak üzere Karargâhı Havza’ya nakleddiği “ gerekçesiyle Havza’ya geldi. Samsun’da karşılama:
Fırtınalı bir Pazartesi günü Samsun sahiline demir atan ve bilinen adıyla Bandırma Gemisi’ndeki Mustafa Kemal ve arkadaşlarını ilk olarak Havuzlu İsmail’in kullandığı sandalla Kurmay Binbaşı Mahmut Ekrem Bey karşılar. Güvertede bulunan Mustafa Kemal’in yanına giden Mahmut Ekrem Bey selam verir ve “Hoş geldiniz Paşam” diyerek Mustafa Kemal’i Samsun’da ilk karşılayan kişi olur. Kurtuluş Mücadelesi’ni başlatacak olan Mustafa Kemal’i karaya ise Karakaş Mustafa lakaplı kayıkçı çıkarır. Uzun yıllar Mustafa Kemal’i karaya Havuzlu İsmail’in mi, yoksa Karakaş Mustafa’nın mı çıkardığı tartışılsa da daha sonra resmi olarak Karakaş Mustafa’nın çıkardığı kabul edilerek Karakaş’a ölümünde resmi tören yapılır. Bugün, Asri Mezarlık’ta yatan Havuzlu İsmail’in (Yurtsever) de Mustafa Karakaş’ın da mezar taşlarında Atatürk’ü Samsun’da karaya çıkaran kişi oldukları yazısı yer alıyor.
Paşa’yı karşılayan Samsunluların arasında ise tek bir kadın vardır. Sakine hanım. Birazdan yazacağız. 19 Mayıs’tan günümüze ayakta kalan tek iskele: Mustafa Kemal ve arkadaşları Samsun’a ilk adımlarını Reji İskelesi’nden atarlar. Birinci Dünya Savaşı’nda Ruslar tarafından kentin bütün iskeleleri bombalanmış, ancak bir tek Fransızlara ait Reji İskelesi sağlam kalmıştır. Fransızlar o dönemde Samsun’da kurulu bir fabrikada (Reji) sigara üretmektedirler. İskele’nin adı bu nedenle Tütün İskelesi olarak da geçmektedir. Mustafa Kemal ve arkadaşlarını Samsun’da küçük bir grup karşılar. Karşılamada Samsun Mutasarrıfı İbrahim Ethem bey bulunmamaktadır. Mutasarrıf rahatsız olduğunu belirterek yerine Muhasebe Müdürü Osman Bey’den heyeti karşılamasını ve ağırlama işleriyle ilgilenmesini istemiştir.
Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışına ait canlandırma dışında fotoğrafının ise bulunmadığı belirtiliyor. Ancak emekli pilot binbaşı sayın Celal Uzar bana 19 Mayıs 1919’da çekilen, bu konuda İstanbul’da yaşayan bir ailede bazı fotoğraflar olduğunu, ailenin bu fotoğrafları Samsun Belediyesine gönderdiklerini, ancak bu fotoğrafların kayıp olduğunu söyledi. Belki bir gün bir yerden çıkar. Grubun Konaklaması:
Mustafa Kemal ve arkadaşları kalabalık oldukları için tek otele yerleştirilemezler. Atatürk ve bir grup maiyetiyle birlikte Jean İonnis Mantika’ya ait olan “Mantika Palas”a yerleştirilirler. Diğerleri ise bugünkü Samsun Ticaret ve Sanayi Odası’nın yerinde bulunan o zamanki Karadeniz Oteli’nde kalırlar. Mantika Palas, uzun yıllar “Mıntıka Palas” olarak adlandırılmış ve günümüzde “Gazi Müzesi” olarak kullanılıyor. Atatürk’ün Samsun’a gelişi İngilizler tarafından tedirginlik yaratırken, halk tarafından henüz önemi anlaşılamamıştır. Beş yıl sonra (20 Eylül 1924) büyük coşkuyla karşılanacak olan Mustafa Kemal’in Samsun’a ilk gelişi ise o günkü gazetelerde yeterince yer bulmaz. 25 Mayıs’ta Havza’ya giden Mustafa Kemal, bazı kaynaklara göre Mantika Palas’ta kısa süre konaklamış, Samsun’dan ayrıldıktan sonra ‘eski Ankara yolu’ olarak bilinen güzergah üzerindeki Avdan Köyü’nde karargah kurup bir süre de burada kaldıktan sonra Havza’ya geçtiği belirtiliyor.
Şimdi asıl konumuza dönelim. Geçenlerde Torbalı parkında sayın Orhan Baturay ile bir çok yaşlı kimse ile sohbet ediyorduk. Orhan bey bir ara annesi Sakine Hanımın kendilerine hayatı boyunca “ben Mustafa Kemal Paşa’yı Samsun’da 19 Mayıs 1919 günü iskelede karşılayan tek kadındım “ diye gurur duyduğunu anlatınca bu konuyu araştırayım dedim. Sakine Hanım, Orhan beyin dediğine göre Erzurum İspir ilçesi Baksır-Kındız köyü doğumlu. Babası Hasan Reis. Samsun’da eşraftan Ömerzadelerin yanında takada çalışıyor. Romanya’-Köstence’den Samsun’a petrol taşıyorlarmış. Yani her ne kadar Hasan Reis Erzurum’lu ise de gurbetçi. Sakine hanım 1896 doğumlu. Nüfus kağıdına göre Samsun doğumlu. Ancak o kayıtta bir tutarsızlık var. Sakine hanım 1911 veya 1912 de Muhsin adlı birisi ile evlenmiş. Bu evlilikten Lütfü adında bir çocuk olmuş. Ancak çocuk ayakları içe doğru 90 derece dönük.. Yani sakat. Bu arada kocası Muhsin bey Yemen harbinde askerde kalmış. Köy Ermenilerin katli¤¤¤¤¤ uğramış. Sakine hanım tek sakat çocukla kışın 2,5 ay süren bir yolculuktan sonra Samsun’a babasına sığınmış. Orhan bey annesinin bu yolculuk sırasında geçtikleri köylerdeki Ermeni mezalimini anlatırken özellikle kazığa oturtulmuş Müslümanları anlatırken ağladığını belirtti. Samsun’a varınca önce oğlunun düzgün yürüyebilmesi için devlet hastanesine yatırır. Hastanede ortopedist Amerikalı doktorlar vardır. Amerikalı doktorlar oğluna tedavi ederken Sakine hanım diğer hastalarla da ilgilenir. Yani bir bakıma gönüllü hastabakıcıdır. Bu durum Amerikalı doktorların dikkatini çeker. Oğlu Lütfü amaliyatla tedavi olur. Ama Sakine hanım hastabakıcı olarak işe alınır. Bu arada Amerikalı doktorlardan İngilizce ve latin alfabesini öğrenir. Sakine Hanım girişken, aktif ve zeki biridir. Hele hele konumu hastabakıcı da olsa şehirde ne olup bittiğini saati saatine öğrenmektedir.
Şehre Mustafa Kemal’in geleceği öğrenince eşraftaki kişilerle beraber tek kadın olarak iskelede karşılar. Sakine Hanım tüm hayatı boyunca bu anı tanıklık eden tek kadın olmanın gururunu çocuklarına hep anlatır. Sırf çocuklarına değil etraftaki kişiler de. Ben bu araştırma sırasında yakında bulunmuş kişilerden aynı yönde bilgiyi teyit ettim. Örneğin Sayın Hasan Varlık abiye konuyu açtığımda o da bana aynı bilgiyi kendisinden duyduğunu söyledi.Her ne kadar bu küçük ayrıntı o gün için önemsiz olsa dahi bugün için bilinmesi açısından önemli. Bu da bana nasip oldu. Bu bilginin teyit etme şansı şuan için ne yazık ki yok. Ama ileride ortaya çıkabilecek bir belge veya anı defteri veya günlük veya bir fotoğraf bu bilginin güçlenmesini sağlayacaktır. İstiklal Harbi boyunca Samsun’lu kadınları örgütler. Ömerzadeler’ de kendini destekler. Onlardan pamuk ve yün toplatır. Bunlar kirmanlarda eğrilir., Cephedeki askere içlik olarak dokunur ve cepheye gönderilir. Denizli’nin Çal ilçesinin Süller köyünden olan Abdullah bey rüştüye (ortaokul) mezunudur. Askere sıhhiye eri olarak alınır. 11 yıl doğu cephesinde görev yapar. Sahra hastanesinde çavuş olur. O günün adeta doktoru. Seferberlik (Mondros Mütarekesi )sonrası terhis olur. Memleketine gemi ile dönmek için Samsun’a varır. Hastaneye hastabakıcı arandığına dair ilânı görünce imtihana alınır ve işe başlar. Bir süre sonra Sakine hanımla tanışırlar ve evlenirler. Ancak Abdullah bey sağlığından dolayı bir süre sonra memleketine dönmek zorunda kalır. Halı ticaretine atılır. Başarılı olamaz. Tayin ister. Bakanlıkça sıtma savaş memuru olarak 1929 yılında Torbalı’ya atanır. At sırtında yıllarca sıtma ile Torbalı ve Menderes köylerinde mücadele eder. Evden bir çıktımı ancak 20 gün sonra dönmekte, aldığı kan örneklerini İzmir’e göndermekte ve kinin tedavisini bizzat yürütmektedir. Köylerde âdeta doktor olur. Sakine hanım ile evliliğinden 2 çocuğu olur. Soyadını Atatürk döneminin ünlü denizaltısı Baturay olarak alır. Çünkü bu denizaltılara isimleri bizzat Atatürk tarafından verilmiştir (Saldıray – Baturay – Yıldıray) Sakine hanım okumaya çok düşkündür, özellikle de tarihe. Abdullah bey 1954 yılında malûlen emekli olur. 1973 yılında vefat eder. Sakine hanım mahallenin sağlıkçısıdır. Kendisi de 1974 yılında vefat eder. İlk oğlu Lütfü Şahiner devlet tarafından İsviçre’ye eğitime gönderilir. Makine Mühendisi olur. İzmit Seka da çalışır. Diğer oğlu Orhan bey sanat enstitüsü elektrik bölümünü bitirir. Torbalı’nın ilk elektrik tesisatını çeker. Diğer oğlu Mehmet emekli olur . Geride tek yaşayan Orhan bey yaşamaktadır.
O günün şartlarında Mustafa Kemal’i karşılama cesaretini gösteren bu aydın Türk kadının saygı ve rahmetle anıyoruz. Bu çalışmada benimle bilgi ve özel fotoğraf arşivini paylaşan sayın Orhan Baturay’a , sayın Hasan Varlık’a, Sayın Celal Uzar’a buradan teşekkürlerimi sunuyorum. Her zaman söyledim. Tüm hatalar tarafıma aittir. Hiç bir iddiam yoktur. Amacımız kayıt altına alınmadır. Bu araştırmanın ileride yapılacak akademik çalışmalara ışık tutması dileği ile.
Kalın sağlıcakla.
Necat ÇETİN Yerel Tarih Araştırmacısı Torbalı İzmir

Bu önemli tarihi belgeleri bizlerden esirgemeyen Sn. Necat ÇETİN`ne sonsuz teşekkür etmeyi borç bilirim.

Mehmet SUNGUR

 

8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ’NÜ UĞURLADIK. ŞİMDİ NE OLACAK?

Bazıları belki de bu soruyu anlamakta zorluk çekecektir. Zaten öyle olmasa idi bu soruya gerek te kalmazdı!

8 Mart dünya kadınlar günü dedik ve kutlayanlar kutladı. Ben bu kutlamalara katılmadım; sadece matem tuttum. Neden mi? Çünkü yıllardan beri slogan halinde tek dilde kutlamalara şahit olduk. Politikacılar, tartışmacılar, akademisyeninden alında daha bilmem kimler. Herkes bir şeyler söyledi. Merak ettiğim bir şey var sa, o da; acaba bu konuşanların kaç tanesi 8 Mart dünya kadınlar gününün arka perdesini bildiğidir(?) Neyse…konuştular.

Ama yıllardan beri arkasından bir şey değişmedi. Yine dövülen, sövülen, satılan, çalıştıkları iş yerlerinde taciz edilen, daha sayılamayacak kadar haksızlığa uğrayan, hatta bazi yörelerde ve ülkelerde sünnet edilen kadınların çığlıklarını duyduk, okuduk.

Kadının bir obje olarak görüldüğü dünyada yaşamak çok zor. Onlar ki; yüce Allah tarafından daha fazla yetenekler ile donatılmıştırlar. Doğurgandırlar; yani…yaratılışa ortaktırlar. 9 ay karnım belim demeden tüm çilelere katlanırlar; ter dökerler son anlarda. Doğurduğunu kucağına aldığı an, tüm acıları unuturlar. Süt verirler doğurduklarına. Okşarlar severler canları gibi. Örtünmezler, örterler; yemezler yedirirler. Büyütürler bir fidan gibi doğurduklarını.

Onlar ki; eşdirler, arkadaş ve yoldaştırlar, Annedir abladırlar. Başınız ağardığında yanınızdadırlar. Saymakla tükenmeyecek kadar vefakardırlar. Yine de değerlerini anlamakta zorluk çeken insanlar maalesef çoğunluktadır. Bu kadar üzücü bir durum başka hiç bir şey ile mukayese edilemez. Onu için bu güne kadar yapılan çalışmalar daha da artırılmalıdır.

Mesele ferdi mesele olmaktan çok daha öteye olmalıdır. Her şeyden önce siyasi düşüncenin odak noktası olmalıdır bu mesele. İş verenler düşüncelerini yeniden tanzim etmelidirler.Aynı işi yapana aynı ücreti ödemelidirler. Batıda ve Doğuda, Güneyde ve Kuzeyde; gelişmişliğin zirvesinde olan ülkeler dahil; kadının ezilmesine müsaade edilmemelidir. Her şeyden önce; erkeğin yaptığı aynı işi yapan kadın, aynı ücreti alması kanunlar ile tanzim edilerek takıp edilmelidir. Eğitimde aynı şansa sahip olmalıdır kadın. Eğitilmiş bir anne geleceğin öğretmenidir. Ülkemiz son 50 yılda büyük değişimler geçirmiştir. Darbeler, muhtıralar her defasında ülkemizi 20-30 yıl geriye itmiştir. El alem Ay’a tırmanırken; bizim yolumuz, suyumuz, elektriğimiz yok sayılacak kadardı. Bütün bunları yeterli olmasa dahi…az da olsa çözebildik. Binalar, köprüler yaptık; ama eğitimde hala yerimizde saymaktayız. Ekonomide attığımız adımların başarısını yabancı sermaye ye borçluyuz. Tüketici olmaktan kurtulmuş değiliz. İnsan gelişiminde Dünyada 90 cı sıradayız. Yani…Afrika ülkelerinin hemen arkasındayız. Bütün bunlar buz dağının tepesi. Hepsini yazmakla bitmeyecek kadar sorunlarımız var. Tarihimizle öğünmek hakkımızdır;…ama tarihimize karşı da sorumlu olduğumuzu unutmamalıyız. Özgür olmak başkalarının özgürlüğünü kabul etmek ile başlar. Bu özgürlük herkes için geçerli olmalıdır. Kadınıyla erkeğiyle!

Saygılarımla

Mehmet Nuri Sungur