YERLİ APTALLAR VARKEN BİZİM ÇOCUKLAR NEDEN ÖLSÜN Kİ

bushResim: Orta Doğu kaosunun eli kanlı baş mimarı Georg Bush.

Orta Doğu dediğimiz bölge dünyanın en sorunlu bölgesi olduğunu söylemek için kahin olmaya gerek yoktur. Bu sorunlu ama, zengin olan bölgemiz tarihi boyunca Emperyal güçlerin paylaşmak için yarış etiği bölge olmuştur ve olmaya da devam edecektir.

Kendi iç düzeninde barışı sağlamaktan uzak bir insan yapısının yanında, oluşan mezhep kavgaları da bu sorunlu bölgeyi çok daha karmaşık hale getirirken, bırakın birleşmeyi, her gün daha da parçalanarak kan gölüne dönmüş olması, Orta Doğuyu tarihin utanç duvarı haline getirmiştir.

Haçlı seferlerinin devamı olan dışarıdan müdahalenin gerek maddi zararını, gerekse insan harcamasını kendi halklarına anlatmakta zorluk yaşayan günümüzün Haçlıları; 2. Irak savaşından sonra dışarıdan kendi askerleriyle değil, içeriden olan vatan hainlerini kullanmayı tercih ederek, yerli halktan oluşan ordular kurmaya yönlenmiş olup ve bunda da başarılı oldukları kesindir.

İçerideki satılıkların yardımıyla başlattıkları Arap baharı(!) ile Orta Doğuyu ateşe veren bu sözde demokrasi ihracatçıları, sadece iç ayaklanmalarla yetinmeyip, sınır ötesi faaliyet yapabilecek orduların oluşması için gereken ve yeterli kadar aptalı bulması da sorun olmamıştır.

Amerikalıların Irak’tan çekilirken zamanın El-Kaidesine bıraktıkları silahlar, günümüzün İŞİD terörünün alt yapısını oluşturmaktadır.

Orta Doğuda taşların oynaması ile oluşacak olan BOP projesinin ön gördüğü gibi, ülkemizde de başlamış olan kan akımı, ne yazık ki yine yerli aptalların eliyle akıtılmaktadır. İçeriden ve sınır ötesi saldırılarıyla başı çeken PKK terörüne eklenen İŞİD terörü yanında, devletimizin önemli makamlarına kadar gelen FETÖ terörü de üzerine düşen görevi yerine getirmekte geç kalmadığını 15 Temmuz darbe girişiminde göstermiştir. Atlatılan bu tehlike geçmiş midir? Hayır, geçmemiştir!

Sonuç olarak görüyoruz ki; “Batılılar 2. Irak savaşından sonra kendi askerlerinin ölmesini kendi halklarına anlatmakta zorluk yaşadıkları için, yerli halkı kullanmayı tercih etmişler; ve bunda da ne yazık ki başarılı oldular”!

Başta siyasiler olmak üzere bize düşen görev ise; “kayıtsız şartsız birliğimizi koruyarak, bu alçakça planlara karşı ülkemizi korumak ve savunarak dünyaya bir daha göstermektir ki; her ne kadar bu ülkede aptallar olsa da; Türküyle, Kürt’üyle, Laz’ıyla Kerkez’iyle; hulasa Türk milletinden Arap baharı olmaz!

Mehmet Nuri Sunguroğlu

26.08.2016

TOPLUM OLARAK BAŞKANLIK SİSTEMİNE HAZIRMIYIZ?

BASKAN[Eğer diyorsak ki başkanlık sistemine geçelim, hepimiz; ama gerçekten hepimiz; önce demokrasi anlayışımızı, kanunlara karşı olan saygımızı ve mahkeme kararlarına karşı olan davranışımızı gözden geçirmeliyiz.]
TOPLUM OLARAK BAŞKANLIK SİSTEMİNE HAZIRMIYIZ?

Ne zaman ki ülkemizde siyasi kilitlenmeler olmuştur, konu başkanlık sisteminin tartışmasını başlatmıştır. Bu durum Turgut Özal ile başlamış olsa da, daha önceleri de dile getirilmiş olduğunu biliyoruz. Şimdiki Cumhurbaşkanımızın başbakanlığında çok daha istekli olarak tartışılan başkanlık sistemi, önümüzdeki günlerde gündemin ortasında olacağını söylemek için kahin olmaya gerek yoktur. Peki… Başkanlık sistemi denilince konu hakkında ne düşünüyoruz? Konu hakkında ne kadar bilgimiz var?
Başkanlık sistemi tüm yönetimlerde mümkün olan bir hükumet sistemidir. Günümüzde örnek olarak Komünist olan Kuzey Kore’de olduğu gibi, Amerika Birleşik Devletleri de başkanlık sistemiyle yönetilmektedir. Aralarındaki fark başkanlık da değil, idare sistemini oluşturan demokrasi, hukuk ve yasalara uyulması, yada uyulmamasında saklıdır.
ERKLER
Yasama, yürütme ve yargıdan oluşan bu üç erk; halk adına yetki kullanan organlardır. Yani; Parlamento, hükumet ve mahkemeler halkın adına yetki kullanmak salahiyetine sahiptir. Günümüzdeki parlamenter sistemde Cumhurbaşkanı yürütme yetkisine sahip değildir. Başkanlık sistemine geçilirse, Cumhurbaşkanı yürütme yetkisinin başındadır tüm atamalardan sorumlu olduğu gibi, azil etme yetkisi de başkanın elindedir.
Güney Amerika’da ve Afrika ülkelerinde olmak üzere, dünyada 42 ülkede başkanlık sistemi uygulanmaktadır. Günümüze kadar tek başarılı olarak bilinen, sadece Amerika’da uygulanan başkanlık sistemidir.
Amerika Birleşik Devletleri Anayasasına göre başkan, içe ve dışa karşı yüksek yetkilerle donatılmış olup, aynı zamanda başbakan ve silahlı kuvvetlerinde başkomutanıdır.

Anayasanın bu kadar yetki ile donattığı başkanlık sisteminin dengesini de unutmayan Amerikan anayasası, olası bir duruma karşı aldığı tedbir ile; Senato ve temsilciler meclisinin yanında, yüksek mahkemeye de kontrol yetkisini vermeyi unutmamış. Karşılıklı kontrol oluşumunun özü olan “check and balance” denilen “denge ve fren” sistemin özünü oluşturmaktadır.
Yürütmenin başı olan başkan, Kongre ve Senato tarafından frenlenebilir olması, Amerika başkanlığının başarılı olmasının ana unsuru olmuştur.
Görüyoruz ki; yönetimlerde mesele başkanlık yada parlamenter sistem değil; tüm mesele nasıl uygulandığıdır. Gerek parlamenter, gerekse başkanlık sistemi olsun; öncelikle demokrasi anlayışının, yasalara saygı, kanunların tümüne uyulmasının önemidir sistemi başarıya getiren.

Mahkeme kararlarının hiçe sayılmasının mümkün olmadığı Amerika’da, başkanlık sistemi sayesinde hiç bir kesintiye uğramadan 200 yıldan beri yaşayan Amerikan demokrasisi, Amerikan başkanlık sisteminin başarı öyküsüdür. Buna rağmen Başkanlık sistemi tartışılmaya devam ettiği de bir gerçektir.
Eğer diyorsak ki bizim ülkemizde de başkanlık sistemine geçelim, önce kendimizi sorgulamak zorundayız ki; yukarıda adı geçenler bizde de geçerli midir?

Mehmet Nuri Sunguroğlu
05.11.2015

AFGANİSTAN

Afghan villagers gather at the site of a landslide at the Argo district in Badakhshan

AFGANİSTAN

Sanki toprağına acılar ekilmiş Afganistan’ın.
Bitmeyen acıların tohumları dökülmüş ovalarına.
Mevsimler beklemeyen;
Her mevsimde yeşeren,
Acılı tohumlar ekilmiş tarlalarına.
İçerde savaş baronları;
Dışardan düşman bombaları…
…ve yaralı yürekler.

Afganistan…

Otuz beşinde şimdi;
Rus bombalarının açtığı çukurlara dikilen ağaçlar.
On beşini dolduracak Amerikan çizmesinin izleri.
Açlığı ekmek;
Acıyı katık yapan yaralı yürekler.
Peştun’iyle Tacik’iyle.
Hazara’sı Özbek’iyle.
Beluci’si Türkmen’iyle.
Ezilmeyen benliğiyle…
Dik yürüyen yiğtlerin diyarı…

Afganistan…

Soğuk olur Hindukuş’un dağları
Yağmurludur Pamir’in yaylaları
Geçit vermez Amu Derya suları
Kurak olur tarlası ovaları
Afganistan…
Doğasında saklı olan felaketiyle
Sanki bir başka diyar, sanki bir başka dünya…

…Afganistan
Açlığı ekmek
Acıyı katık yapan yaralı yüreklerin diyarı…

Mehmet Nuri Sunguroğlu
04.05.2014

 

DÜNYA SİLAH SANAYİ VE ÖLDÜRÜCÜ İSTİHDAM

dunya silahDeğerli okurlarım,

Dünya silah sanayi her yıl ortalama olarak bir trilyon dolar miktarında silah üretiyor. Üretilen silahlar, bu silahları üreten ülkelerde önemli istihdam oluşturduğu bir gerçek. Kendi refahları için ürettikleri silahları kriz bölgelerine satmaları yasak olmasına rağmen; her üreten firma bunun bir yolunu bularak silah ticaretinden payını almaya çalışıyor.
Dünya silah sanayini elinde tutan ülkelerin başında ABD,Rusya,Almanya olduğu gibi daha bir çok ülkeler bu pastadan payını almaya çalışmaktadır. İşin paradox (zıt) tarafı ise; aynı ülkeler her gün insan haklarını tespih çekercesine dillerinden düşürmezler. Yine bu ülkelerdir ki…dünya düzenini kendi istedikleri yöne çevirmek için bir an bile zaman kayıp etmeden bu silahları kullanmaktan tereddütleri olmaz.
Bu üretilen silahların yılda ne kadar insanın hayatına mal olduğunu sadece tahmin edebiliriz. Gerçek sayılarını hiç bir zaman öğrenmek şansımız olmayacaktır.

Yakın tarihimizde yaşanan savaşların sadece bir tanesini haklı olarak görebilmek mümkündür: Sırbıstan (eski Yugoslavya) savaşına haklı olarak müdahale edilmiştir. Saray Bosna’da Sırbıstan hükumetinin uyguladığı çirkin ve gaddarca soykırımına bir son verilmeliydi.
Afganıstan ve Irak savaşları siyasi düşüncenin sebep oluşturduğu savaşlardır. Bu düşüncelerin temelini oluşturan; başta petrol olmak üzere daha bir çok yer altı kaynakları, yayılma ve pazar oluşturmak politikasıdır. Ayrıca orta doğuda etkin olmak ve Orta doğu halklarına: “Sizler burada oturuyorsunuz ama, hakimiyet bizdedir” sinyallerini sürekli olarak vermektir.
Dünya milletler hukukuna tamamen aykırı olan bu savaşlar, milyonları aşan can ve mal kaybına sebep olmuştur. Yüz binlerce insanın yurdunu terk etmek zorunda kalmış olduğu bu savaşlarda, insanlığın insana ne kadar değer verdiğinin bir ölçüsü olarak görülmelidir.
Ya savaş sonrası?
Sözde demokrasi getirdikleri bu ülkelerin insanları… baskın yapanlar gittikten sonra yaşamlarını nasıl devam ettireceklerdir?
Örnek olarak baktığımızda komşumuz Irak bunun bir canlı örneğidir. Üç gruba Parçalanmış bir Irak ve yüreklerinde nasırlar oluşmuş bir Irak halkı bırakılmış arkada. Ülkenin fiziki nasırları bir kaç yıl sonra tamir olsa bile…bu yeterli olmayacaktır. Daha nice yüz yıllar devam edecektir Irak’lı komşumuzun geleceğini oluşturacak olan gençliğinin yüreğinde oluşan nasırlar.
Tarihin defterinde bir not olarak kalacak olan Irak savaşı, binlerce işçiye iş alanı açtığı için; Irak savaşı yıllarında silah sanayinde çalışanların müreffeh bir yaşamı olduğu hatıralarda kalacaktır.
Dünya silah sanayi bu ölümleri varsayım olarak kabul etmektedir. Her gün daha da korkunç ve öldürücü silahlar üreterek, zayıf olan ülkeleri egemenlikleri altında tutmaya devam edeceklerdir. Her savaşın aldığı canlar, söndürdüğü aileler ve açtığı maddi zararlar bir kaç sermaye düşkününün cebini doldururken, iç piyasada istihdam oluşturarak yaşam standartlarına ve refaha katkısı olmaya devam edecektir.
Bu azgınca üretimin tüketim pazarı ise; örnek olarak söylersek ; geri kalmış ülkelerdir. Gelişmemiş ülke halklarını despot rejimlerinden sözde kurtulma çabasıdır. Ne var ki…bu despot rejimler yine emperyalist güçler tarafından önce desteklenerek yıllarca devletin başında kalmaları sağlanır ve istenildiği zaman halk kışkırtılarak ayaklanmalar oluşturulur. Bunun yanında terörün önemli silah ihtiyacını da karşılayan silah sanayi ülkeleri; terörü lanetlediklerini de her gün durmadan haykırırlar. Her haykırışta iki yüzlülüklerini sakladıklarını sanan bu ülkeler, ne yazık ki dünya hakimiyetini de ellerinde tutmaktadırlar.
İnsanlık tarihinin gelişmesinde büyük katkıları olan Avrupa ve daha sonra ABD, geçmişteki sabıkalarından kurtulamayacaklardır. Refah uğruna gerekirse her şeyi üreterek yaşamlarını devam ettireceklerdir. Kör ve aydınlanmamış ülkelerin halkları da birer oyuncak olmaktan kurtulamayacaklardır.
….ve öldürücü istihdam geçmişte olduğu gibi, gelecekte de dünyayı yönetmeye devam edecektir. Her gün binlerce çocuğun açlıktan öldüğü bir dünya da…, açlık ve sefaletin esaretinden kurtulamayan insanların…”insanca yaşayabilmeleri” için sadece bir günde harcanan silah giderleri yeterli olurdu.
Savaşsız bir dünyada yaşayabilmek umuduyla…sevgiyle kalın.

 

Mehmet Nuri Sunguroğlu

06.04.2014