TRABZON’UN 1869 YILLARI

Gâvur meydanında (Bugünkü Meydan ve park alanı) İskender Paşa cami ve Trabzon’un 1869 yılları!
TRABZON 1869
[…] Az ötede nalbantlar vardır. Biraz daha ötede kuyumcular, kirli ve kara küçük bir dükkânın içinde diz çökmüş, küçücük şaheserler yapıyorlar.
Kuyumculardan çıkınca, umumiyetle Ermeni olan terzilere giriliyor. Bir camekânın arkasında, muhtelif tatlı renklerde ipekli, kadife ve çuha esvapları işliyorlar ve dikiyorlar.
Şekerciler, lokumcular, kavurmacılar ve diğer yiyecek satıcılar da çok; fakat çarşının en dikkate değer kısmı arabacılar, saraçlar, kunduracılar, çizmeciler ve bakırcılardır.
Kahveler, bütün şark kahvelerinin aynıdır. Büyük bir salonun etrafında üzeri kilim ile döşenmiş peykeler çevrilmiştir. Bunların üzerinde nargile tiryakileri kahvelerini içerler. Kahveci ekseriya ayni zamanda berberdir. Müşterileri, kahve içerek ve konuşarak sıralarını beklerler.
Trabzon’un kırk bin nüfusu vardır. Trabzon Türklerinin büyük bir kısmı tüccar ve balıkçıdır. Trabzon’da tüccar ve işçi olarak İranlılar da vardır; ince dudakları, her arzuya yatkın derecede tabiatları ve çıkarlarını bilmeleri sayesinde kısa bir zamanda servet sahibi olurlar.
Osmanlı memleketlerinde Avrupalılarla ayni derecede kapitülasyonlardan istifade etmektedirler.
Trabzon Ermenilerine gelince; Gregoryen ve Katolik mezheplerine sadık olmak üzere ikiye ayrılmışlardır. Aile hayatları, ananelere göre tanzim edilmiştir. Çocuklar babalarının önünde asla oturamazlar, kızlar, yemekte sofraya hizmet ederler. Mezhep ayrılıkları aralarında mücadeleyi eksik etmez.
Kıyafetlerine, çapraz bir yelek, üstüne kısa bir ceket giyerler; bellerine geniş bir ipek kuşak sararlar. Pantolonları geniş, şişik ve ayak bileklerine kadardır. Umumiyetle başlarına fes giyerler. Üzerine ipekli veya adi bir yemeni sararlar.
Trabzon Rumları ’da, Ermeniler gibi devletin reaya diye anılan tebaaları-dır. Babıali’den ziyade Rusya’ya karşı bir bağlılık, muhabbet göstermektedirler. Onları bu tercihe sevk eden mantığı anlamak kolay değildir. Bence efendinin değişmesi zararlarına olacak. Din ve politika meselelerine fazla düşkündürler. Babalarının kıyafetini muhafaza etmemişlerdir. Çoğu alafranga giyiniyorlar.
Evlerinin dışında bütün Trabzon kadınları çarşafa bürünürler, hangi milletten ve hangi dinden oldukları ayırt edilemez. Bazıları yüzlerini siyah bir peçe ile örterler.
Zenginler beyaz üzerine geniş menekşe kafesli ipekli çarşaf, fakirler küçük beyaz ve mavi kafesli bez çarşaf giyerler.
Trabzon’un çamurlu sokaklarında dolaşabilmek için kadınlar pabuçlarının altına ayrıca on santim yüksekliğinde nalın giyerler.
Bilâkis, evlerinde kadınların esvapları pek lâtiftir. Bir kadın veya genç kızın serveti, saç ve boyun altınlarıyla sayılır. Bazı ermeni kadınlarının ziynet altınları arasında fevkalâde kıymetli eski zaman paraları bulunur.
***
Kaynak: Trabzon’dan Erzurum’a 1869 / C
Çeviri: Reşad Ekrem Koçu / ÇIĞIR KİTABEVİ – İstanbul
Sadeleştiren: Mehmet Nuri Sunguroğlu 15.10.2018
Resim: Gâvur meydanında İskender Paşa cami ve Trabzon 1869
Resim: Théophile-Louis Deyrolle 1869

ARSİN’İN KÖYLERİNDEN BİR PAŞA GEÇTİ… FEVZİ PAŞA

>>Trabzon’un acı dolu işgal yıllarında vurduk vurulduk ama boyun eğmedik. Ruslar öyle elini kolunu sallayarak gelmedikleri gibi, giderken de çay molasıyla uğurlamadık. Yöremizin bu acı tarihini hafife indirgemeye çalışanlar tarihin gerçeklerini inkâr edemezler. Edenlere ise ancak utanmak düşer!<< 
ARSİN’İN KÖYLERİNDEN BİR PAŞA GEÇTİ… FEVZİ PAŞA 
Trabzon’un Rus işgali yıllarında ağırlıklı olarak Karadere ve Yanbolu dereleri en ağır Rus saldırılarına uğrayan iki vadisidir.

Bu iki Vadinin stratejik özelliğini kontrol altına almak isteyen Rusların yaptıkları taarruzlara karşı direnen Türk askerleri ve yerli çeteler Ruslara ağır kayıplar verdirirken, kendilerinin de verdiği zayiatlar hiçte az değildir.
Gerek askerimiz, gerekse yerli çetelerimizin verdikleri kayıplarda Ruslara yardım eden yerli ajanların da katkısı küçümsenemeyecek kadar fazladır.

Türk askerinden her konuda 10 kat daha fazla güce sahip olan Ruslara karşı verilen mücadele yıllarında Karadere ve Yanbolu vadisinin dağları ve tepelerindeki askerlerimizi teftiş ve moral vermek için köylerimize gelen Fevzi Paşa, Arsin güzergâhı üzerinden Trabzon Santa Kervan yolunu kullandığı kesindir.

Araklı’da ki savunmaya 3. Mıntıka Komutanı olarak atanan Fevzi Paşa, daha sonradan Mareşal olacak olan Fevzi Çakmak Paşadır.

9 Nisan 1916 günü Fevzi Paşa (Çakmak), o sırada Gümüşhane’de bulunan ve Trabzon’da ki askeri birliklere de komuta eden III. Ordu Komutanı Vehip Paşa (Vehip Kaçı) ile görüştükten sonra Trabzon’a hareket eder.

Fevzi Paşa (Çakmak) 11-25 Nisan 1916’da, Türk sahil cephesi karargâhının bulunduğu o zaman ki Yomra, bugünkü Arsin ilçesine bağlı olan büyük-Hara (Yolüstü) Köyü’ne gelir ve teftişte bulunur.

Fevzi Paşanın ziyareti asker arasında büyük sevince yol açmış olup, Türk askeri bütün mevzilerde tekbir getirmeye başlamıştır. Tekbir sesleri Yanbolu ve Karadere vadisinde dalgalanıp yayılarak asker ve yerli savunmacı güçlerimize en büyük moral desteği olmuştur.

Yörenin savunmasının komutanı Fevzi Paşa, bundan sonra Aho Dağı zirvesine çıkmış, mevzileri denetlemiştir.

Fevzi Paşa… Büyük-Hara köyüne Arsin üzerinden gittiğine göre, Arsin-Santa Kervan yolunu kullanmış olduğu kesindir.

Bilindiği gibi bu yolun güzergâhında, Holefter (Elmaalan) Digenei Zir ve Bala (Işıklı ve Dilek) Cicera (Çubuklu ve Çiçekli) köyü de bulunmaktadır.

Büyük-Hara köyündeki askeri denetimden sonra Aho dağına da çıkan Fevzi Paşa yol güzergâhındaki köylere de uğradığı muhakkaktır.
Büyük-Hara ile Aho dağı arasındaki yolun nerelerden geçtiğini bilenler varsa, yazmalarını önemle rica ediyorum.

Bu acılı yılların tarihi akımını öğrenmek için geç kalınmış olsa da, şimdilerde Ülke tarihinden sonra, Vilayet ve ilçe tarihlerini de ortaya çıkaran ve yazarak bizlere kadar ulaştıran tüm emeği geçenlere sonsuz teşekkürler olsun.

Derleyen ve Sunum: Mehmet Nuri Sunguroğlu 27 Şubat 2018
**
Kaynaklar:
Mehmet Akif Bal / Fevzi Paşa’nın mevzileri Ankara, 1948, s. 41; / Bal, a.g.m., s. 568. 24 / Hikmet Öksüz-Veysel Usta, “I. Dünya Savaşı Sırasında Rus Donanmasının Trabzon ve Çevresini Bombalaması”/ Doğu Karadeniz’de Rus İşgali ve Muhacirlik (Editör: Veysel Usta) Trabzon, 2016, s. 39. 25
Fevzi Çakmak (Kavaklı Fevzi) (1876-10 Nisan 1950). Yıl: 2016/2, Cilt:15, Sayı: 30, Sf. 31-58 41)

II. ABDÜLHAMİD SULTANIN 100 YIL VEFATI ANISINA

II. ABDÜLHAMİD SULTANIN 100 YIL VEFATI ANISINA

En zor dönemim ustası II. Abdülhamid’i ölümünün 100. Yıl dönümünde rahmetle anıyorum.

33 yıl boyunca kaybettiklerinin yanında milletimiz için olan kazanımları günümüzde var oluşumuzun da bir başka sebebidir.  Bir taraf ta içerideki ayaklanmalar, öteki tarafta dışarıdakilerin doyumsuz iştahına karşı ülkemize 33 yıl nefes veren bu koca Padişahımızın döneminde doğan, eğitim alan, subay ve komutan olanların kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devletini o zor geçen 33 yıla borçluyuz.

Kızıl Sultan da dediler, ama zamanın azgın renkleri arasında daha kızıl olmasaydı, bugün kırmızı al bayrağımız belki de hiç olmayacaktı!

Minnet ve rahmetle Sultanım!

 

Mehmet Nuri Sunguroğlu

10 Şubat 2018

160 YIL ÖNCE KIRIM SAVAŞI VE ÇÖKÜŞÜN BAŞLANGICI

kirim_savasi_turk_piyadeleri_1854_senesi

 

 

 

 

 

[Tarihini bilmeyen milletler, geleceğini tayin edemezler]

Aslında 163 yıl önce başladı Kırım savaşı. İlk bakışta Osmanlı Rus savaşı olarak görülse de, zamanın devleri arasında olan bir savaş olarak tarihte yerini almıştır. Osmanlı devletinin bu savaştan galip çıkması, aynı zamanda çöküşün başlangıcı olmuştur. Zira Osmanlı devleti bu savaşı Avrupa’nın güçlü devletleri sayesinde kazanmıştır. İşin acı tarafı ise; galip olduğu bu savaşın sonunda 1856 Paris anlaşmasıyla mağlup duruma düşürülmesidir.
Çoğu hastalıktan, 750 bin insanın hayatını kaybettiği bu savaşın bir başka önemi ise, ilk defa modern savaş silahlarının yanında, döşenen demir yolları, telgraf donatımı, ve tarihin ilk savaş resimlerinin de günümüze ulaşmasıdır. Resimde Roger Fenton tarafından Osmanlı Türk piyadeleri görülmektedir.
Kırım savaşının sebepleri ise:
Rusların sıcak denizlere inme hayali, boğazlar üzerinde söz sahibi olmak isteği, Balkanlarda milliyetçiliğin artışı, Kudüs ve etrafındaki kutsal yerler üzerinde söz sahibi olmak hevesi, sonuç olarak Osmanlı devletinin yıkılması planları Kırım savaşının başlıca sebepleridir.
Avrupalıların Osmanlı devletinin yanında yer alması ise:
Rusya’nın Olası bu savaştan galip çıkması sonunda Rusya’nın daha da güçleneceği, Boğazlar üzerinde söz sahibi olacağı, Akdeniz’e inmesi, Balkanlarda ilerleyişi, zamanın Avrupa devleri İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı devletinin yanında yer almasına sebep olmuştur.
Müttefiklerin Kırım’a asker çıkarması sonucu Kırım savaşını kaybeden Rusya, ikinci Kırım savaşı için 1877 yılına kadar bekleyecekti.
Savaşın sonunda kağıt üzerinde galip olan Osmanlı devleti; 1856 Paris anlaşması ile mağlup duruma düşürülmüştür. Kırım savaşıyla Rusyayı durduran Avrupalılar, Paris anlaşmasıyla da Osmanlının çöküşünü hazırlayarak, Sevr anlaşmasının önünü açmıştır ki; 1856 Paris antlaşmasının önemli maddeleri de bunu göstermektedir.

Önemli maddeler:
[…]“Osmanlı Devleti bir Avrupa Devleti sayılacak ve toprak bütünlüğü Avrupa devletlerinin garantisi altında olacak.”

(Osmanlı Devletinin Avrupa devleti sayılması, Avrupa hukukundan yararlanması ve sınırlarının Avrupa devletlerince güvence altına alınmasının önemi ise aynı zamanda zayıflığının da bir belgesidir. Bu anlaşma ile kendi topraklarını koruyamayacak kadar güçsüz olduğu ortaya çıkan Osmanlı devleti, buna karşılık Rusya’ya karşı topraklarını garanti altına almış olması ise, ömrünün uzamasına vesile olmuştur.)

[…]“Karadeniz tarafsız bir bölge olarak tüm ticaret gemilerine açık, savaş gemilerine kapalı olacak. Osmanlı devleti ve Rusya Karadeniz’de donanma ve tersane bulunduramayacak.
Boğazlar, 1841 Londra Sözleşmesine göre yönetilecek. / Osmanlı Devleti ve Rusya işgal ettiği yerlerden geri çekilecek. / Eflak ve Boğdan’a özerklik verilecek. / Tuna nehrinin yönetimi bir komisyona bırakılacak ve ticaret gemilerine açık olacak. / Avrupa devletleri Osmanlı’nın yapacağı ıslahatlara karışmayacak.”

(Paris Konferansı esnasında Osmanlı Devleti, iç işlerine karışılmasını önlemek amacıyla Islahat Fermanını hazırlayarak konferansa sunmuştur. Rusya; Küçük Kaynarca ve Edirne antlaşması ile elde ettiği hakları kaybetmiştir. Osmanlı Devleti ilk kez Kırım Savaşı esnasında Abdülmecit zamanında 1854’de İngiltere’den borç almıştır. Sonraki dönemlerde alınan diğer borçlar zamanla ödenemez hale gelerek büyük yük olmaya başlamıştır. 1881 Muharrem kararnamesi ile dış borçların ödenmesinde yeni düzenlemeler yapılmış olsa da borçlar ödenemediği için; Avrupalı devletler alacaklarını tahsil etmek amacıyla Duyun-u Umumiyeyi kurdurarak Osmanlı Devletinin tüm gelir kaynaklarına el koymuştur. Bu borçlar Lozan anlaşmasıyla Osmanlı devletinden ayrılan devletlere paylaşılmış, bize düşen borcu da 1954 yılına kadar ödemişiz.)
Son alarak:
Kırım savaşında galip iken, neden mağlup muamelesi gördük?

Zira Avrupalı güçler savaşı Osmanlı için değil, kendi çıkarları için yaptıklarından dolayı, kendi çıkarlarına uygun maddeler koyarak Osmanlı devletini galipken mağlup duruma düşürmeyi başarmışlar.

Mehmet Nuri Sunguroğlu
25.10.2016

BU BÖYLE DEVAM EDEMEZ

imperyalismus[Pazar sohbeti]

BU BÖYLE DEVAM EDEMEZ

Her yıl olduğu gibi, bu yılda “soykırım” suçlamalarıyla yoğun baskı altına alınan Türkiye Cumhuriyeti; bu yoğun baskıya karşı sadece “biz yapmadık” ile cevap vererek meseleyi kapatamaz. Türkiye Cumhuriyeti, reaksiyon yerine aksiyon politikasını uygulamaya koymak zorundadır. Meseleyi gündem olarak görüp geçiştirmek büyük bir milletin şanına yakışmaz olduğunun bilincinden yola çıkarak; suçumuz varsa, kabul etmek, yoksa bunu dünyaya anlatmak zorundayız. Böyle bir sorumluluğu bizim için başkalarına bırakmak, meselenin ağırlığının farkında olmamaktır. 100 yıldan beri bu çok önemli konuya yeteri kadar önem vermediğimiz büyük bir talihsizlik olmuştur. Bu konu üzerinde yeteri kadar çalışmadığımız içindir ki, dünya literatürüne “soykırım” kavramı girebilmiştir.

Soykırım” kavramı vurmak, öldürmek sürgün etmek ile mukayese edilemez. “Soykırım” kavramı, bir milletin başka bir milleti planlı olarak yer yüzünden yok etmesi demektir. Topluca işlenmiş olan en ağır ve en adi suç olan bu etiketi, nesillerimizin alnına yapıştırarak, onları sonsuzluğa kadar mahkum etmek hakkına asla izin verilmemelidir. Bunun tek yolu ise, kendimizi aklamaktan geçer. Bu aklama; “biz yapmadık, onlar yaptılar” diyerek havanda su dövmek ile olmaz. Eğer onlar yaptılarsa, çıkar belgelerini koy dünyanın gözünün önüne ve sustur bu propaganda makinesini. Yok eğer biz yaptıysak, o zaman suçumuzu kabul ederek gereken ne varsa yapalım.

Siyasi kararlarla üzerimize yıkılmak istenilen “soykırım” suçlamasının henüz mahkemece verilmiş bir hukuki kararı olmasa da, bunun karşısında susmak, yarınların ne getireceğini de peşinen kabul etmektir.

Emperyalist düşünceyi üretenlerin dünya tarihinde soykırım yapanları bellidir. İspanyollar Güney Amerika’da, bu günkü Amerikalılar Kuzey Amerika’da, Belçikalılar Kongo’da, Almanlar Afrika’da Nabibiya halkına, Fransa Cezayir’de Ruslar kendi ülkesinde, İngilizler Avustralya’da ve yine Almanlar Avrupa’nın tümünde yaptığı Yahudi soykırımı tarihin karanlıklarında saklıdır. Bunlardan sadece Almanlar resmi olarak Yahudi soykırımını kabul etmiş; Avustralya yerlilerden özür dilemiştir. Ya ötekiler? Sadece Belçikalılar Belçika Kongo’sunda 10 milyon yerlileri acımasızca yok etmiştir. Günümüzde dahi İsrail Filistin çatışmasında, uzun vadeli olarak bir soykırım politikası izlenmektedir. Ne var ki; tüm bunlar bizi ev ödevimizi yapmaktan alıkoyamaz ve bunun böyle devam edeceğini kabul etmek, dünya siyasetine saf ve naif bir düşünce ile yanaşmak demektir.

Sonuç olarak:

Türkiye Cumhuriyeti bu mesele için hiç bir masraftan kaçınmadan tarafsız bir Enstitü oluşturarak meselenin özünü açığa çıkarmalıdır. Bu çalışmanın özünde olması gereken arşivler ki, bunlar bellidir. Başta Osmanlı arşivleri ve Rusya, Amerika, Fransa, Almanya Ermenistan arşivleri bu Enstitü için arşivlerini açmalıdırlar. Bu enstitüde yüksek donanımlı bilim adamlarına çalışmak imkanını tanıyacak gerekli bütçe; 2010 yılında İstanbul kültür şehri için ayrılan paranın yarısını bile oluşturmaz. İstanbul’a harcanan o paradan günümüze ne kaldı diye düşünürsek, bir kaç milyonerden başka bir şey yok diyebiliriz. Ama; tarihin bize bıraktığı ağır miras için harcanacak paradan geriye ve gelecek nesillerimize çok şey kalacaktır.

Hayırlı Pazarlar…Sevgiyle kalın.

Mehmet Nuri Sunguroğlu

26 Nisan 2015

AĞIR MİRAS 1915 / 6 / -TALAT PAŞA RAPORU

Mehmed_Talat_to_the_Presidency_of_the_Martial_Law_CourtBaşta Fransa olmak üzere, batılıların Türk milletine karşı Ermeni soykırımı olarak tanımladığı 1870-1918 Ermeni olayları, acaba onların içerisinde kendi devletlerine karşı olsa idi nasıl davranırlar dı ? Türklerin Malazgirt’ten Anadolu’ya girdiğinden beri, Bizans boyunduruğundan kurtulan Ermeniler, Osmanlı devletinin “milleti sadik-asi” iken, ne oldu da isyana başladılar ?
Rus, Fransız, İngiliz; ayrıca Amerikan misyonerlerinin Anadolu’yu parçalamak, Osmanlıyı yıkarak tüm mirasına el koymak için kendilerini maşa olarak kullanıldığını anlayamadan, devlete karşı isyana başlamaları, Ermeniler için tarihlerinin en büyük talihsizliğidir. Yıllarca beraber yaşadıkları millete karşı, isyan ettiklerinin belgesini kendileri de biliyorlar. Günümüzde ise, yine aynı batılıların bendine su dökerek, Türklere karşı inanılmaz lobi çalışmalarıyla, tarihteki hatalarına hak vermenin çabasında olmaları, tarihten ders almadıklarının da belgesidir.

Talat Paşanın Ermeni faaliyetleri ile ilgili olarak sıkıyönetim mahkemesine gönderdiği “çok gizli” ibareli ve 24 Mayıs 1915 tarihli yazı.
Osmanlı Hükumeti / İçişleri Bakanlığı / Emniyet Genel Müdürlüğü

Yazı no: 4297

Sıkıyönetim Mahkemesi Başkanlığına // “Çok gizlidir”

18 Mayıs 1915 tarih ve 831 numaralı tezkerenizin cevabıdır. Ermeni Hınçak Komitesi “1878” yılında kurulmuş bir ihtilal cemiyetidir. Program itibarıyla sosyal demokrattır. Meşrutiyet’ten sonra asıl takip ettikleri amaç (hükumetin özellikle yenilik yapmadığı ve diğer milletleri Türkleştirmek için uğraştığı) iddiasıyla, Avrupa’nın denetimi altında Ermenistan’da bir özerk idare kurmak ve sonra bağımsızlıklarını kazanmaktır. Son zamanlarda komite başkanlarının ve özellikle Akno’nun gayretiyle komiteler, hükumetin ve memleketin aleyhine olacak her türlü girişimde ortak hareket etmek için anlaşmışlardı. Bunun üzerine, o zamandan beri, gerek doğu illerinde, gerek Osmanlı ülkesinin diğer bölgelerinde ortaya çıkan bütün olaylar, bu komitelerin tertipleriyle, oluşturdukları şubelerin talimatıyla ve başkanlarının yardımlarıyla meydana gelmiştir.

Doğu illerinde ortaya çıkan olaylara gelince: Bitlis, Hizan ve Muş civarında, genellikle komite reislerinin kendi idareleri altında bulunan Ermeniler, birçok ihtilal olayı meydana getirmişlerdir. Diğer yönden yine bu komitenin en önemli isyan merkezlerinden biri olan Zeytun bölgesinde, büyük ölçüde isyan girişiminde bulunulmuş ise de silahlı kuvvetler ile bir kısmı sindirilebilmiş tir. Van’ın Çatak ve Gevaş taraflarında başlayan isyan ise,sonradan Van’da daha müthiş bir biçimde alevlenmiş ve hemen hemen bir iki aydan beri devam eden ihtilal sırasında, yerli asiler ile Rusya’dan gelen Hınçak ve Taşnak komite reislerinin idaresi altında bulunan asiler, bombalarla, dinamitlerle, reji, düyunu umumiye, banka, postane gibi bazı binaları tahrip ederek asker, milis ve halktan yüzlerce kişiyi şehit etmişlerdir. Diğer illerde, özellikle Kayseri, Diyarbakır, Elazığ, Samsun, Ankara, Sivas, Halep, Adana, Maraş ve İzmir’de yapılan araştırmalarda da önemli bir kısmı Hınçakist olan Ermenilerden külliyetli patlayıcı madde ve yasaklanmış silahlar ele geçirilmiştir. Kayseri ve Diyarbakır’a ait iki fotoğraf geri gönderilmek üzere Ek’tedir.

Hemen hepsi Osmanlı memleketi halkından olup, komitelerin teşvikiyle Amerika’dan, Bulgaristan’dan ve Romanya’dan Rus ordusuna gönüllü olarak giden Ermenilerden, Hınçak ve Taşnak çetelerinin, Erzurum Milletvekili Pastırmacıyan, Balkan Harbi sırasında Edirne ve civarında Müslümanlara yaptıkları mezalim ve vahşetlerle ünlenen Antranik ve arkadaşları yönetiminde Bayazit ile sınırlarda rastladıkları köyleri tahrip ederek Müslümanları tamamen katletmişlerdir.

Aslında, merkezleri Rusya ve diğer dış ülkelerde bulunan ve bugün unvanlarında bile ihtilalci sıfatını koruyan Ermeni komiteleri, özellikle Hınçak Komitesi, içerideki ihtilal teşkilatının yayınlarıyla memleketin bugününe ve yarınına etki edecek hain hareketlerden hiçbir zaman geri kalmamıştır. Devletin harbe girdiği sırada, komiteler ordunun zayıflamasını bekleyerek zamanı geldiğinde bütün kuvvetleriyle ve her yerde ihtilal için birlikte karar vermişlerdi. Doğu illeri ile Sivas mıntıkasında Osmanlı ordusunu arkadan tehdit için büyük ölçülerde aldıkları tertipler ve askerden firar eden Ermenilerin silahlandırılmalarıyla, çete halinde devlete karşı kullanılmaları ve birçok yerin silah ve patlayıcı madde muhafaza merkezi haline getirilmesi, söz konusu kararın ispatıdır.

Bu duruma göre bütün bu ihtilâl hareketlerinin, sırf bağımsızlık amacını güden Hınçak ve Taşnak Komitesinin tertibiyle, kendilerine bağlı şubelerin aracılığı ile idare edildiğini ve bunların üyeleri olup, gerek yabancı ülkelerde ve gerek memlekette bulunan şahısların aynı amaç için, Osmanlı hakimiyetinin mahvına ve Müslümanların yok edilmesine ve bağımsız bir Ermenistan teşkiline çalıştıklarını ispat eden belgelerdir.

24 Mayıs 1915
İçişleri Bakanı
Talat
Kategori: Ermeni soykırımı iddiaları

AĞIR MİRAS 1915

AĞIR MİRAS 1915 (2)
24 NİSAN SÖZDE ERMENİ SOY KIRIMINA DOĞRU YANAŞIRKEN

erich
Değerli okurlar,

Tam yüz yıldan beri, ama özellikle 1970 yıllarından beri Ermeni diasporasının Türkiye Cumhuriyetine karşı uyguladığı psikolojik soğuk savaşın 100. yıl dönümüne 2 ay kaldı. Kesinlikle inanıyorum ki; bu yıl geçmiş yıllardan çok daha zor olacaktır. Dışarıda yaşayan Ermeni lobisi ve onları destekleyen; başta Fransa ve Amerika olmak üzere daha başka ülkelerden de ülkemize baskı uygulanacaktır. Bu defa Ermeni lobisi başlamadan biz başlayalım diye düşünüyorum.
Mesele bir iç savaş değilmiydi? Rusya ve İngiltere’nin desteğiyle içte isyan çıkaran Ermenilere karşı ülkenin bütünlüğünü korumak ve güvenliği için alınan tedbirler sonunda tehcir de düşünülmüştür ve uygulanmıştır. Bu uygulamada; ama uygulama öncesi ve sonrası ölümler olmuştur. Bu bir isyandı, bu bir iç savaştı; elbetteki her iki taraftan binlerce insan ölmüştür.
ASALA terör örgütünün Türk diplomatlarına karşı uyguladığı katliamlar üzerine meseleye eğilen Avusturyalı tarihçi ve yazar; ödüllü Prof. Erich Feigl, bu konuda kitaplar yazarak tüm bu abartılı „soykırımı“ iddialarını çürütmüştür. 2005 yılında ülkemizde bir konferansta konuşan ve Ermeni diasporasının soykırım iddialarını çürüten Avusturyalı tarihçi ve yazar Prof. Erich Feigl, Ermeni terör örgütü ASALA ile Ermeni diasporasının soykırım iddialarının, Ermeni yazar Aram Andonian’ın ortaya attığı gerçek dışı bazı belge ve fotoğraflardan kaynaklandığını kanıtlamış ve elde ettiği bilgi ve belgeleri “Bir Terör Efsanesi” adlı kitabında toplamıştı.

Nisan 2005 tarihinde İTÜ’de konferans veren Avusturyalı yazar ve belgesel film yapımcısı Erich Feigl, konuşmasını söyle bitirmişti:

>>Türkiye, Ermenilerin yürüttüğü psikolojik savaşa ne yazık ki karşı koyamıyor. Oysa Ermenilerin ileri sürdüğü rakamlar gerçek değil. 1.5 milyon Ermeni’nin öldürüldüğü iddiası saçma…Çünkü bütün Osmanlı topraklarında 1.7 milyon Ermeni yaşıyordu ve bunların sadece 700 bini tehcire tabi tutulmuştu.

Ermenilerin sürgündeki başkanı Bogos Nubar; „Biz savaşın bir tarafıydık. Savaşın içindeydik“ şeklindeki itirafını içeren bir belgeyi ilk kez ben açıkladım. Bu belgeyi bulmam gerçekten büyük bir şanstır. Çünkü Ermeniler kendilerini zor durumda bırakacak bütün belgeleri maharetle ortadan kaldırmayı başardılar.

Soykırım konusunda tartışma olmaz. Bu kabul edilemez. Ermenilerin iddialarını bir kez tanıdınız mı arkasından tazminat ve toprak talepleri gelir. Bunu kesinlikle yapmayın. Soykırımı sakın tartışmayın.

Rica ediyorum, Avrupa Birliği’ne teslim olmayın. Son gelişimden sonra şunu gördüm ki gelişmeniz gerçekten muhteşem. İnanın Avusturya’da bizim böyle bir üniversitemiz yok.“<< (Prof. Feigl, panelin yapıldığı İstanbul Teknik Üniversitesini kast etmişti.)

Nisan 2005 yılında İTÜ’de konferans veren Avusturyalı yazar ve belgesel film yapımcısı Erich Feigl, konuşmasını söyle bitirmişti:

•“Bu topraklar size ait. Sizler Anadolu’ya Malazgirt zaferiyle yerleşmediniz. Çatalhöyük’teki arkeolojik bulgular, sizlerin 10.000 yıldan uzun süredir burada bulunduğunuzu kanıtlamaktadır.”

Orijinal metin:
•“This land is yours. You didn’t settle in Anatolia after the Battle of Malazgirt. Archeological findings at Catalhoyuk prove that you have been here for more than 10,000 years.”

Derleyen:
Mehmet Nuri Sunguroğlu
2/25/2015

TARİH, SİYASET VE TÜRK KİMLİĞİ

OSMAN001>>Osmanlıda Türk kimliği ise; 19. asrın ikinci yarısından sonra kendisini göstermeye başlayarak, Sırp, Bulgar ve Yunan milliyetçiliğine karşı oluşan Türk milliyetçiliğidir. Çökmeye başlayan İmparatorluğun, milliyetçi akımlara karşı kalkan olarak Türklüğe sahip çıkmasıdır.<<

Kendi tarihiyle övünecek kadar tarih yaratamayan milletler, her zaman tarihlerinin güzel sayfalarını yazmışlardır. Tarihine objektif olarak bakan ve onu gelecek kuşaklara acısıyla tatlısıyla bırakacak tarihçiler olsa da; yine de kendi düşünce ve görüşlerini yazıtlarında cümle aralarına işlemekten kaçınmamıştır. Bu durum ise, kişinin görüş ve düşüncelerinin yazdığı tarih hakkında olan fikirlerinin satır aralarına sızması olarak düşünülürse; normal olarak görülür ve okuyucu bunu anladığı için, yazar hakkında fazla fikir üretmeden tarihi okuyarak kendi düşüncelerine yer verir.
Ancak… Eğer tarihçiler, yazdıkları tarihi; siyasi ideolojileri için kaleme alırlar sa; durum hiçte tarihçiye yakışmayacak boyuta gelir ve tarih olmaktan daha çok siyasi bir kitap olur. Tarihi bölmek ve onu karşılıklı silah olarak kullanmak ise; hiç bir tarihçiye yakışmaz. Sadece tarihçilere değil; siyasetçilerin de tarihi kullanarak ve bölerek düello yapmaları, milletin zihnini karıştırmak ve ondan çıkar sağlamak da siyasetçinin işi olmamalıdır.

Biz Türkler; köklü ve geniş bir tarihe sahip olmamıza rağmen, tarih anlayışından yoksun bir milletiz. Bu yoksunluğun sebebi ise; tarihimizi merak etmediğimizdendir.
Milletlerin tarihlerinde dönüm noktaları vardır. Bu dönüm noktaları çoğunlukla bir yıkılmanın arkasından yeniden başlayışla vücut bulmuştur. Bunun örneklerini Başta Rusya olmak üzere; Alman’ya, İtalya, yada meşhur Fransız ihtilalinde görebilmek mümkündür.
Her dönüm noktasından yıkılıp yeniden yapılanmaya başlayan milletler; bu dönüşüm noktasını bir şans olarak görmüşler ve dönüşümün oluşumuna sebep olan çöküşün arkasından koşmaktan vaz geçmişlerdir. Değişim görmeyen milletler, kendisine sadık kalarak yollarına devam etmektedirler. Bununda örneğini İngiltere ile verebiliriz.

Biz Türkler ise; tarihi geniş olduğu kadar da dönüşüm noktasına sahip bir milletiz. Son dönüşüm noktamız olan 1923 ise; bizler için bir milat başlangıcı olarak görülse de, bunu kabul edemeyenlerin olduğu ve başka milletlerde olmayan; „geriye dönüşüm özlemi“ ile eskiye dönmeyi arzu edenlerin çokluğu hiçte şaşırtıcı değildir. Değildir çünkü; tarih bilincimizde eksiklik vardır. Bu tarih eksikliğidir ki; Osmanlı tarihiyle Cumhuriyet tarihini iki cephe haline getirerek, üzerinden siyaset yapılmaktadır. Osmanlı tarihini İslam tarihi olarak göstermeye çalışanlar; Cumhuriyet tarihimizi Laiklik kavramının içerisine sıkıştırarak; „İslam karşıtı“ olarak göstermektedirler. Bu yanlış anlayış içerisinden çıkış yaparak siyaset yapanlar ise; son yenilgiden sonra dönüşüm noktamız olan 1923 yılından geriye doğru dönmeyi, bir „vefa borcuymuş“ gibi göstererek, saltanat havasına bürünmüşlerdir.

Batılıların Osmanlıya Türkler dediği kadar, Osmanlının kendisine Türk diyemediğini bilmediğimiz içindir ki; günümüzde ağır basan Osmanlı özleminin de sebebini anlamakta zorluk yaşamaktayız. Çünkü; batılılar Türk ile İslam kavramını eş tutarak bu kavramı oluşturmuşlardır. Balkanlarda Arnavutlar, Makedonyalılar da genelde Türk olarak söylenmiş olması da bu Türk-İslam sentezinin oluşundandır.

Avrupa haritalarında Osmanlı; Türk İmparatorluğu olarak gösteriliyordu. Padişaha da Türk sultanı diyorlardı. Osmanlı’ya gelen seyyahlar “Türkiye’ye geldik” deyimini kullanıyorlardı. 1603 yılında Richard Knolles’in yazdığı eserde “Türklerin Genel Tarihi” kitabının ilk cümlesi ise “Türklerin muhteşem imparatorluğu çağımızın dehşeti” olarak başlıyordu. Avrupalılar Müslüman olan birisine “Türk oldu” diyorlardı. Uzun süre Osmanlı’da kalan ve kültüründen etkilenen seyyahlar “Türkleştikleri” suçlamasıyla hapse bile atılabiliyordu

Osmanlıda Türk kimliği ise; 19. asrın ikinci yarısından sonra kendisini göstermeye başlamıştır. Bu başlayışın sebebi ise; Sırp, Bulgar ve Yunan milliyetçiliğine karşı oluşan bir Türk milliyetçiliğidir. Bu durum ise; Osmanlının ancak; çökmeye başlamasında milliyetçi akımlara karşı kalkan olarak Türklüğe sahip çıkmasının zorunluğudur.

Bunu anlamak için tarihçi İlber Ortaylı hocanın şu cümleleri yeterlidir.
İlber Ortaylı diyor ki:
„Türklük, İmparatorluk var oldukça doğumu zaruret nedeniyle ve ihtiyatla geciktirilmiş bir kimlikti. Yıkım anında ise derhal patladı. Kozmopolit bir ”Osmanlı” eliti vardı, yeni dünyanın şartlarında derhal ”Türk” oldular. Müslümanlığıyla yetinen bir halk vardı, 1293 Harbi (1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı) ve Balkan Harbinin faciaları ve Birinci Büyük Savaşın ateşinde onlar da zamanla ”Türk” kimliğinin gerekli olduğunu anladı.“…diyor hocamız İlber Ortaylı. Katılmamak mümkün mü.

Ülkemizde ne yazık ki; Türk kimliğinin gerekli olduğunu anlamayanlar hala var. 1923 öncesine dönerek yeniden İmparatorluk olacağımızı düşünenler var. Osmanlı olursak „Müslüman“ oluruz da cennete gideriz diye umut edenler var. „Osmanlıdan“ bir parça toprak koparalım diye derebeylik/özerklik isteyenler var. Vahdettin ile Mustafa Kemal üzerinden siyaset yaparak prim yapmak isteyenler var. Her ikisini de farklı olarak anlatmaya çalışanlar var.
Osmanlının çöküşünün sebeplerini, bu çöküşten kalan son umut üzerine son Osmanlı paşalarının; Mustafa Kemal Paşa liderliğinde yeni bir Türkiye kurduklarını ve günümüzde bu yıkılışı sanki o Paşalar yapmış gibi göstermeye çalışanlar var.

Ama bunlardan daha çok; tarihini bilmeyenler ve onun akımından bihaber olarak yaşayanlar var! Osmanlı-İslam sentezinin, aslında bir Türk-İslam sentezi olduğunu bilmeyen; yada bilerek inkar edenler var. Var işte…hazıra konmuş paşalar da var(!)

En zor olanı ise; her iki tarih de bizim tarihimizdir diyemeyenler var!

Mehmet Nuri Sunguroğlu
17.01.2015