CUMHURİYET AYINDA, CUMHURİYET BAYRAMINA DOĞRU

[Bizim Cumhuriyetimiz başkalarının Cumhuriyetine benzemez!]
Bizim Cumhuriyetimiz; esaret altına alınmak istenilen bir milletin; zincire vurulmak istenilen ruhunun şahlanışından doğmuştur!

Bizim Cumhuriyetimiz; başkalarının cumhuriyetlerine hiç benzemez. Ne var ki; biz onun asıl ruhunu anlatamamışız, anlayamamışız.
Bizim Cumhuriyetimizi sadece bir idare sistemi olduğunu düşünenler olsa da; bizim Cumhuriyetimiz “sadece bir idare sistemi değildir, biraz daha fazladır!”
Bizim Cumhuriyetimizin ruhundaki değerler batı düşüncesine benzemez, istilacı değildir. Orta doğu, Orta Asya, Kafkaslar, Uzak Doğu, Afrika, Güney Amerika düşüncesiyle bağlılığı yoktur; esareti kabul edemeyen bir milletin eseridir!
Bizim Cumhuriyetimiz iç savaşın sonunda parçalanarak kurulmamıştır. Parçalamak isteyenlere karşı verilen mücadelenin sonunda bileğinin hakkıyla kazanılmıştır.
Bizim Cumhuriyetimiz; biat ve kapı kulu sistemine son vererek, özgür düşünebilen, eşit hak ve hukukun yolunu açan bir Cumhuriyettir.
Bizim Cumhuriyetimiz; Almanlar gibi, dünyayı istila etmeye kalkan bir milletin kafasına vurularak: ”Al sana yeni bir idare sistemi, ülkeni bu sistemle idare et“ diye; batı Almanya’ya verilen emperyalist bir Cumhuriyet değildir.
Bizim Cumhuriyetimiz; Sovyetler birliğinin doğu Almanya’ya sunduğu komünist bir sistem paketi olarak önümüze konulmamıştır.
Bizim Cumhuriyetimiz; esaret altına alınmak istenilen bir milletin; zincire vurulmak istenilen ruhunun şahlanışından doğmuştur.
Bizim Cumhuriyetimiz; „Hürriyet benim karakterimdir“ diyen; bir yüz Yılın liderliğini hala elinde tutan; bin yılın adamı olarak seçilen; ölümünde arkasından sadece dostlarının değil, düşmanlarının da ağladığı bir dehanın önderliğinde ve onun dehasal fikirlerine uyan arkadaşları ve Türk milleti tarafından kurulmuştur.
Bizim Cumhuriyetimiz; cephelerde binlerce şehit vererek namusuna el dokundurmayan bir milletin mirasıdır.
Bizim Cumhuriyetimiz; çocuğunun üzerinden örtüyü alarak; cepheye taşıdığı mermiyi örten kadınlarımızın kurduğu Cumhuriyettir.
Bizim Cumhuriyetimiz, bizim Cumhuriyetimizdir, üzerinde onunla yaşayanların dışında hiç bir başkalarının emeği yoktur, hakkı da yoktur; ve hiç bir zamanda olmayacaktır; çünkü; biz onun bekçisiyiz!

Mehmet Nuri Sunguroğlu
22.10.2017

 

BİZİM CUMHURİYETİMİZ FARKLIDIR, BAŞKALARININKİNE BENZEMEZ

milletin-ve-cumhuriyetCUMHURİYET BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN!

Bizim Cumhuriyetimiz; esaret altına alınmak istenilen bir milletin; zincire vurulmak istenilen ruhunun şahlanışından doğmuştur.

Bizim Cumhuriyetimiz; çocuğunun üzerinden örtüyü alarak; cepheye taşıdığı mermiyi örten kadınlarımızın kurduğu Cumhuriyettir.

Bizim Cumhuriyetimizin değerlerinin bir başka önemi de, onun farklı kazanımıdır.

Bizim Cumhuriyetimiz; başkalarının cumhuriyetlerine hiç benzemez. Ne var ki; biz onun asıl ruhunu anlatamamışız, anlayamamışız.

Bizim Cumhuriyetimizi sadece bir idare sistemi olduğunu düşünenler olsa da; bizim Cumhuriyetimiz “sadece bir idare sistemi değildir, biraz adah fazladır!”

Bizim Cumhuriyetimizin ruhundaki değerler batı düşüncesine benzemez, istilacı değildir. Orta doğu, Orta Asya, Kafkaslar, Uzak Doğu, Afrika, Güney Amerika düşüncesiyle bağlılığı yoktur; esareti kabul edemeyen bir milletin eseridir!

Bizim Cumhuriyetimiz iç savaşın sonunda parçalanarak kurulmamıştır. Parçalamak isteyenlere karşı verilen mücadelenin sonunda bileğinin hakkıyla kazanılmıştır.

Bizim Cumhuriyetimiz; biat ve kapı kulu sistemine son vererek, özgür düşünebilen, eşit hak ve hukukun yolunu açan bir Cumhuriyettir.

Bizim Cumhuriyetimiz; Almanlar gibi, dünyayı istila etmeye kalkan bir milletin kafasına vurularak: ”Al sana yeni bir idare sistemi, ülkeni bu sistemle idare et“ diye; batı Almanya’ya verilen emperyalist bir Cumhuriyet değildir.

Bizim Cumhuriyetimiz; Sovyetler birliğinin doğu Almanya’ya sunduğu komünist bir sistem paketi olarak önümüze konulmamıştır.

Bizim Cumhuriyetimiz; esaret altına alınmak istenilen bir milletin; zincire vurulmak istenilen ruhunun şahlanışından doğmuştur.

Bizim Cumhuriyetimiz; „Hürriyet benim karakterimdir“ diyen; bir yüz Yılın liderliğini hala elinde tutan; bin yılın adamı olarak seçilen; ölümünde arkasından sadece dostlarının değil, düşmanlarının da ağladığı bir dehanın önderliğinde ve onun dehasal fikirlerine uyan arkadaşları ve Türk milleti tarafından kurulmuştur.

Bizim Cumhuriyetimiz; cephelerde binlerce şehit vererek namusuna el dokundurmayan bir milletin mirasıdır.

Bizim Cumhuriyetimiz; çocuğunun üzerinden örtüyü alarak; cepheye taşıdığı mermiyi örten kadınlarımızın kurduğu Cumhuriyettir.

Bizim Cumhuriyetimiz, bizim Cumhuriyetimizdir, üzerinde onunla yaşayanların dışında hiç bir başkalarının emeği yoktur, hakkı da yoktur; ve hiç bir zamanda olmayacaktır; çünkü; biz onun bekçisiyiz!

Mehmet Nuri Sunguroğlu

21.10.2016

 

AZİZ SANCAR OLAYI

sancar“BİR VUKUAT İŞLEDİK, AFFOLA…”!

Türk dil kurumuna göre Sancar: „Kısa kama, saplayan, batıran, yenen“ anlamıyla izah edilmektedir. Sn. Aziz Sancar hocamızın adına yakışacak düzeyde başarılara imza atmış olması ismi ile ne kadar bağlıdır bilinmez ama; yeteneklerinin en azından isminin izahı kadar güçlü olduğuna şahit olduk.

Aziz Sancar hocamız geldi, gördü, ödülünü aldı ve aldığı ödülü Atatürk adına Genelkurmay başkanlığına armağan etti. Beğenirsiniz, beğenmezsiniz, hocamızın kararına saygı duymak lazım. Aziz Sancar hocamızın bu jesti, oyunun son sahnesiydi. Asıl oyun Nobel ödülünü alacağının duyulmasında oynanmıştı; ben oraya değinmek istiyorum.

Başta BBC olmak üzere hocamızı kırk parçaya böldüler. Arap dediler, Kürt dediler, Türk dediler. Hatta bazı partilerin hocaya sahip çıkmak istediklerine de şahit olduk. Aziz Sancar hocamız ise; tüm bunlara „aidiyetinin Türk olmasıyla ve bununla gurur duyduğunu, başarılarını Atatür ve onun kurduğu Cumhuriyete borçlu olduğunu söyleyerek cevap verdi. Bu düşüncesinin altını da çizmek için aldığı Nobel ödülünü Anıt kabre armağan etti. Şimdi gelelim asıl söylemek istediğime.

Biz millet olarak böyle başarılara imza atmadığımız için, böyle başarıların nasıl hazım edileceğini bilemediğmiz için ne yapacağımızı da şaşırdık.

1) Sn. Sancar hocamızın nasıl da „parçalara bölünerek“ sahiplenildiğine üzülerek şahit olduk.

2) Henüz ne kadar arka sıralarda oturduğumuzun, dersi duyamayacak kadar sesli bir sınıfta olduğumuzun farkında olduk.

3) Davranışımızla bir vukuat işledik.

4) Ne kadar bilmesek, inkar etsek de, bu bir „vukuattır“…geri kalmışlığımızın vukuatı dır!

5) Akıl ile zekanın, egomuzun karşısında aciz kalarak homojen olarak çalışmadığının, uyumsuzluğunun vukuatı dır!

6) Dünyanın evrenselliğinden yoksun kalmanın vukuatı dır!

7) Bilimin önemini anlamadığımızın vukuatı dır!

8) Etnik köken saplantımızın affedilmeyecek olan vukuatı dır!

9) Siyasal düşüncelerimizin bizi insanca düşünmekten mahrum ettiğinin vukuatı dır!

10) Utanacak yerde, avını paylaşamayanlar gibi davranmanın vukuatı dır!

11) İnancımıza, değerlerimize, ilime ve bilime ne kadar uzak kaldığımızın vukuatı dır!

Keşkem bu ve buna benzer olaylara olan susuzluğumuzu giderecek daha çok başarılara imza atan bilim adamlarımız olur da, gelecek ödüllerde nasıl davranacağımızı öğrenir ve bu gibi insanlarımızı parçalamakta acele etmekten uzak kalırız.
Mehmet Nuri Sunguroğlu

21.12.2015

 

CUMHURİYET BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN!

ATACUMCUMHURİYET BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN!
Mutlaka ki herkesin yüreğinde bir duası vardır. Benim yüreğimdeki dua ise; her sabah ve akşam şükrederek varlığından mutlu olduğum ülkemizin bir Cumhuriyet devleti olmasıdır. Benim olmam yada olmamam hiçte önemli değildir. Önemli olan bu devletin Cumhuriyet olarak kalmasıdır ki; gelecek kuşaklarımız dünya milletlerinin önünde eğik baş ile durmasınlar. Bizim Cumhuriyetimiz, başkalarınınkine benzemez, onu biz tırnaklarımızla kurduk. Başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere, Cumhuriyetimizi kuranların ruhu şad olsun!

ÖZGÜRLÜK VE TERÖR ÇİFTE STANDARTLI OLAMAZ !

[Avrupa; kendi koyduğu değerleri yeniden gözden geçirmelidir.]

>>Yıl 1998. Madam Danielle Mitterrand şu sözlerle dikkat çekmeye devam ediyor.

‘“Bütün Kürtler kalbimde. Abdullah Öcalan’ın ise kalbimde çok özel bir yeri var. Yıllardır Apo için mücadele ediyorum. Öcalan iade edilemez; çünkü Türkiye, bağımsız adalete sahip olan, bir hukuk devleti değildir. Roma’ya giderek Apo ile görüşeceğim.<<

PARISParis olayları için herkes ayağa kalktı ve kucağındaki taşları döktü. Bende bu arada, yerli ve dünya basını takip etmeye çalıştım. Bir avuçta olsa, benimde kucağımda birikmiş taşlar var.

Bu taşları kimsenin bahçesine değil; tüm insanlığın ortak bahçesine dökmeyi bir dünya vatandaşı olarak kendim için görev görüyorum!

Paris’te 12 kişinin hayatını kaybettiği Charlie Hebdo dergisine yapılan terör saldırısından bir daha gördük ki; terörün dini imanı milliyeti ve ülkesi olmaz. Terörü savunanlar bilmelidirler ki; bir gün kendi kapısını da mutlaka çalacaktır.

Türkiye Cumhuriyetinin 1970 yıllarından beri başına bela olan terör saldırılarına destek veren siz batılılar; 11 Eylül New York çifte kulelere yapılan saldırıya kadar, terörün ne kadar aşağılık bir bela olduğunu bilmek istemiyordunuz. Koymuş olduğunuz değerler ölçüsünde; dünya terörünü „özgürlükçüler“ olarak algılamaya çalışan ve destek verenler de sizler idiniz.

Aynı çatı ve bayrak altında yaşayan milletlerde kendi devletine karşı silaha sarılanları „özgürlük istiyorlar“ diye destek çıkarak cesaretlendiren de siz Batılılardır.

Tüm bunları yaparken, dünyanın bir çok yerlerindeki devlet eliyle yapılan terörü de görmezden gelerek göz yuman da siz Batılılardır. Terörün dini imanı olmadığını; Camiye, Kiliseye, Sinagog gibi hiç bir ibadethaneye sığmayacağını anlamanız için; New York, Madrid; London ve İstanbul gibi metropol şehirlerde onlarca insan yaşamını vermeliydi.

Özellikle son terör olaylarının muhatabı olan Fransızlar; terörü desteklemekte ilk sıralarda olması kaderin cilvesi-midir bilinmez ama; umalım ki bu acı ve lanet olası terör saldırısından sonra kendi değerlerini yeniden gözden geçirirler.

Türkiye Cumhuriyetine karşı takındıkları hasmane tutumlarını yeniden masaya yatırarak, içinde bulunduğumuz Ermeni tehcir olaylarının 100. yıl dönümünde „ifade özgürlüğünün“ izahını tarafsız olarak yeniden dizayn ederler.

Henüz tarihin karanlıklarına gömülmemiş olan; PKK terörüne destek veren eski Fransa Cumhurbaşkanının eşi madam Danielle Mitterrand’ın PKK ve onun terörist başı için nasılda sempatiden öteye sevgi duyduğunu, onunla mektuplaştığını, kalbinde özel yeri olduğunu ve ona nasıl da taptığını kendi ifadelerinden yeniden okuyarak, dünya terörüne asla destek verilmez olduğunu anlarlar.Madam Danielle Mitterrand’ın onlarca basın açıklamalarından sadece bir tanesini buraya alıyorum. Umarım ki; okurlar benim yukarıdan beri neyi anlatmaya çalıştığımı anlarlar.

Yıl 1998. Madam Danielle Mitterrand şu sözlerle dikkat çekmeye devam ediyor.

‘“Bütün Kürtler kalbimde. Abdullah Öcalan’ın ise kalbimde çok özel bir yeri var. Yıllardır Apo için mücadele ediyorum. Öcalan iade edilemez; çünkü Türkiye, bağımsız adalete sahip olan, bir hukuk devleti değildir. Roma’ya giderek Apo ile görüşeceğim.

Fransa Özgürlükler Vakfının başkanı da olan Madam Danielle Mitterrand, tüm Fransız parlamenterlere gönderdiği bir broşürün ön sözünde şu cümlelerin yer aldığının nasıl yorumlanacağını bilmeyen var mı dır.

‘‘Kürtler, bütün Kürtler kalbimde. Abdullah Öcalan’ın ise kalbimde özel bir yeri var. Yıllardır onlar için mücadele ediyorum. Kürtler François’nın (Fransa umhurbaşkanı François Mitterrand) Cumhurbaşkanı olduğu dönemden bu yana, yaşamımda önemli bir yer tutuyor. Bunun için de artık korkmuyorum ve ulus olarak var olma haklarını savunmaktan çekinmiyorum.

Evet değerli okurlar, devletine karşı isyan edenleri koruyan milletler, bir gün acı da olsa aynı duyguyu kendileri de yaşamaktan gerye kalmazlar. Özgürlük ve terör çifte standartlı olamaz. Avrupa kendi koyduğu değerleri yeniden gözden geçirmelidir.

 

Mehmet Nuri Sunguroğlu

12.01.2015

 

“BİZİM CUMHURİYETİMİZ SADECE BİR İDARE SİSTEMİ DEĞİLDİR.”

16BİR BAYRAMIN ARKASINDAN

Bizim Cumhuriyetimiz; başkalarının cumhuriyetlerine benzemez. Ne var ki; biz onun asıl ruhunu anlatamamışız, anlayamamışız.

Onun sadece bir idare sistemi olduğunu düşünenler var. Ama bizim Cumhuriyetimiz “sadece bir idare sistemi değildir.”

Bizim Cumhuriyetimizin ruhundaki değerler batı düşüncesine benzemez, istilacı değildir. Orta doğu, Orta Asya, Kafkaslar, Uzak Doğu, Afrika, Güney Amerika düşüncesiyle bağlılığı yoktur. Esarete katlanamaz.

Bizim Cumhuriyetimiz iç savaşın sonunda kurulmamıştır.

Bizim Cumhuriyetimiz; biat ve kapı kulu sistemine son vererek, özgür düşünebilen, eşit hak ve hukukun yolunu açan bir Cumhuriyettir.

Bizim Cumhuriyetimiz; Almanlar gibi, dünyayı istila etmeye kalkan bir milletin kafasına vurularak: >>”Al sana yeni bir idare sistemi, ülkeni bu sistemle idare et“ diye; batı Almanya’ya verilen, emperyalist bir Cumhuriyet değildir.<<

Sovyetler birliğinin doğu Almanya’ya sunduğu komünist  bir sistem paketi olarak önümüze konulmamıştır.

Bizim Cumhuriyetimiz: >>Esaret altına alınmak istenilen bir milletin; zincire vurulmak istenilen ruhunun şahlanışından doğmuştur.<< 

Bizim Cumhuriyetimiz: „Hürriyet benim karakterimdir“ diyen; bir yüz Yılın liderliğini hala elinde tutan; ölümünde arkasından sadece dostlarının değil, düşmanlarının da ağladığı bir dehanın önderliğinde ve onun dehasal fikirlerine uyan arkadaşları tarafından kurulmuştur.

Bizim Cumhuriyetimiz; cephelerde binlerce şehit vererek namusuna el dokundurmayan bir milletin mirasıdır.

Bizim Cumhuriyetimiz; çocuğunun üzerinden örtüyü alarak…cepheye taşıdığı mermiyi örten kadınlarımızın kurduğu bir Cumhuriyettir.

Bizim Cumhuriyetimiz; totaliter, sosyalist, teokratik, bir idare sistemi kategorisine uyumlu değildir.

Kapitalizm ve Emperyalizmi ret eden, sosyal ruhunu inancından alan bir milletin; sosyal dayanışmayı vazife bilen geleneğinden gücünü alan bir Cumhuriyettir.

Bizim Cumhuriyetimiz: Türk milletinin çok “özel ve kendi karakterine” uyumlu kurulmuş bir özelliği ruhunda saklayan bir Cumhuriyettir.

Bizim Cumhuriyetimiz: Esaret altına alınmak istenilen bir milletin; zincire vurulmak istenilen ruhunun şahlanışından doğmuştur.

Onun içindir ki; bizim Cumhuriyetimiz başkalarının Cumhuriyetine benzemez.

Onun içindir ki; biz onu farklı kutlamalıyız ve farklı korumalıyız

Cumhuriyetimizin 90. Yıl dönümünü kutladık; Cumhuriyet bayramınız kutlu olsun olsun!

Sevgiyle kalın…

Mehmet Sungur

30.10.2013

DEMOKRASİ NEDİR? Bölüm – IV –

demokrasi-4DEMOKRASİ İLE CUMHURİYET
Bir cumhuriyetin tam demokratik cumhuriyet olabilmesi için, gönüllü birlikteliklerle bir arada bulunan o ülke halklarının tüm kesimlerinin, çoğulcu özgür iradeleri ile katılımcı olarak yönetim ve denetim süreçlerine doğrudan katıldığı, demokrasiyi tüm sivil kurum, kuruluş ve kadroları ile var ettiği ve çok kimlikli, değişik inançlı ve çeşitli kültürlerin bir mozaik oluşturacak şekilde bir arada yaşamasına olanak veren bir devlet yapılanmasının gerçekleştirilmesi gerekir.

DEMOKRASİ İLE SEKÜLER/ LAİK DEVLET
Liberal demokrat düşünürler tarafından ortaya atılan dinin siyasetten ayrılması düşüncesinin genel adı olarak karşımıza çıkar.
Liberal demokratlar; demokrasinin “çoğunluğun tiranlığına/diktatörlüğüne” dönüşmesini engellemek için devletin tüm dinlere aynı mesafede kalmasını bir zorunluluk olarak görürler. Laik devletlerde yasalar belli bir dine göre şekillendirilemez ve dini kurumların siyasete karışması yasaktır. Bu türden devletlerde kişiler dini inançlarına bakılmaksızın, aynı mahkemelerde ve aynı kanunla yargılanır. Laik devletlerde din ve vicdan özgürlüğü vardır ve bu yüzden herkes inandığı dinin gerekliliğini yerine getirme veya hiçbir dine mensup olmama özgürlüğüne sahiptir. Farklı dinlerin din bilginleri ve din bilimcileri, çeşitli dinler açısından düşünsel anlamda sekülerizme karşı çıksalar da, dini temsil eden çevrelerde demokrasi genelde kabul görmüştür. Hatta sekülerizm karşıtı bazı din adamları, demokrasinin sekülerizm olmaksızın var olabileceği görüşünü ileri sürmüştür.

DEMOKRASİDE GÜÇLER AYRILIĞI İLKESİ
Güçler ayrılığı ilkesi yasama, yürütme ve yargı kurumlarının, devletin farklı organlarında bulundurularak iktidarın tek elde toplanmasını engellemek ve bu üç kurumun birbirlerini denetleyebilmesini sağlamak anlamına gelir.
Devlet iktidarının üçe bölünmesi ve bunların ayrı organlara verilmesi gerektiği yolundaki yaklaşım, siyasal rejimlerin sınıflandırılmasında da temel alınmıştır. Buna göre yasama ve yürütme güçlerinin bir elde toplandığı rejimlere “güçler birliği”, bu yetkilerin birbirinden bağımsız ayrı organlara verildiği sistemlere ise “güçler ayrılığı” sistemleri adı verilmektedir.
Bazı düşünürler iktidarın gücünü yasama, yürütme ve federatif olarak ayırır. Burada federatif güç, bütün topluluk, savaş, barış, birlik, ittifak ve devletin kendi dışındaki bütün kişiler ve topluluklarla her türlü işlemi yapma gücü olarak ifade edilir.
İktidarın paylaşımı sayesinde demokratik yollarla iktidara gelen kişiler kendi tiranlıklarının kurmaları engellenmeye çalışılmıştır. Güçler ayrılığı ilkesi ile karşılıklı denetimin önemi, özellikle II. Dünya Savaşı öncesi Adolf Hitler’in demokratik yollarla iktidara gelmesinden sonra daha da rağbet görmüştür.

DEMOKRASİNİN ARAÇLARI NELERDİR?
Demokrasinin oluşmasını sağlayan, demokrasinin gelişmesini amaçlayan kurum ve oluşumlar aslında birçok siyasi sistemde de mevcuttur. Her devletin bir anayasaya sahip olması veya her ülkede siyasi parti bulunmasına rağmen, yönetim şekilleri olarak isimleri değiştirilir. Çünkü önemli olan bu kurumlar arasındaki ilişkilerdir.

1- Parlamento:
Demokraside meclis, rekabet ve eşit oy ilkeleriyle halkın temsilcilerinin oluşturduğu bir kurumdur. Meclis sistemleri hem nitelik hem de nicelik olarak her ülkede farklı gelişmiştir.
Tek meclisli sistem, çift meclisli sistem ve başkanlık sistemi olarak genelleştirebiliriz. Yine görev olarak, güçler ayrılığı ilkesindeki yasamayı yapan kurum olarak genelleştirebiliriz.
Meclislerin işlevleri ise; yasama, temsil, denetleme ve meşruluktur.

2- Siyasi partiler:
Partiler temsil işlevi için kullanılan araçlardır. Demokratik ülkelerde siyasi parti bireylerin aktif siyaset yapacakları alanlardan biri ve en önemlisidir. Ülkelerdeki seçim sistemlerine göre iki partili sistem ya da çok partili sistem oluşur.
İngiltere’deki gibi iki partinin ağırlıklı olduğu sistemler, seçmenlerin çoğunluğunun bulunduğu “orta alandaki” bir yoğunlaşmaya yol açma ve daha radikal düşünceleri dışlama eğilimindedir. Her bir partinin çok sayıda görüşü temsil ettiği düşünülür.
Çok partili siyasi sistemlerde ise düşünceler daha doğrudan temsil edilir. Dinsel, etnik veya sınıfsal düşünceleri temsil ettiğini düşünen partiler bulunur. Bu halkın egemenliğinin meclise daha fazla yansımasını sağlarken, mecliste farklı görüşlerde bulunan birçok parti olduğu için istikrarın sağlanması güçleşir.

3- Anayasa:
Anayasa, bir devletin temel kurumlarının nasıl işleyeceğini belirleyen yazılı belgelerdir. Ayrıca kişisel hak ve özgürlükler bu belgede belirlendiği için çoğunluğun yönettiği bir toplumda iktidarda olanların sınırlarını belirler. Demokrat düşünürler tarafından çoğunluğun tiranlığının kurulmasını engelleyecek bir devlet organı olarak kabul edilir.

4- Sivil toplum örgütleri:
Sivil toplum örgütleri demokrasiyle ortaya çıkan bir örgütlenme değildir ama demokrasiyle önem kazanmıştır. Sivil toplum, modern manada anlamını demokrasi ile kazanırken, demokrasi de katılım problemlerin çözümünü sivil toplum ile sağlamıştır. Birbirleriyle ortak amaçlara sahip insanların oluşturdukları grupların seslerini ve isteklerinin daha fazla duyurabilmenin bir yoludur.
Örneğin, devletin ekonomideki katılımını azaltmaya çabalayan iş adamları, devletin sosyal hizmetlerinde eşitliğin sağlanmasını amaçlayan örgütler ve işçilerin veya memurların yaşam kalitelerini arttırmaya çalışan sendikalar gibi çeşitli amaçlarla toplanmış ve bunun için demokrasiye katılımı güçlendirmiş ayrıca bir bakıma halkın temsilcilerini kendi amaçları doğrultusunda denetleyebilen, ya da kendi amaçlarına ulaşmak için kamuoyu yaratmaya çalışan gruplardır.

5- Kolluk kuvvetleri:
Ordu ve polis güçlerinin demokraside ne kadar bulunduğu, ne kadar bulunması gerektiği her zaman tartışma konusu olmuştur. Dış tehlikelere karşı ordunun, iç düzen içinde polisin silah tekellerinin bulunması onları demokrasi için gerekli kılmakla birlikte, demokrasiyi kaldırma veya kesintiye uğratma güçleriyle de tartışma konusu yapmıştır.
Gelişmiş demokratik ülkelerde sivil siyasetçiler, hem hukuken hem de fiilen ordunun üstündedir ve ordu siyasi karar alma mekanizmasının içine olabildiğince az katılır. Özellikle Soğuk Savaş sonrası sivil siyasetçinin üstünlüğü giderek artmaktadır.
Demokratik olarak yeterince gelişmemiş ülkelerde ise askerler, danışma kurullarıyla doğrudan ya da dolaylı olarak karar alma mekanizmasının içinde bulunur. Bu tip ülkelerdeki ortak özellik; ordunun ülke içindeki kurumlar arasında en ileri teknolojiye sahip ve modern dünyaya en yakın olan kurum olmasıdır.
Ordu genellikle ekonomik gerilik, iç karışıklıkların artması, sivil yönetimin meşruluğunu kaybetmesi, ordu ve hükumet arasındaki ihtilaf veya uluslararası kamuoyunun darbe yönündeki olumlu yaklaşımı gibi sebeplerle siyasete müdahale eder.
Polis ise “yönetici sınıfın çıkarlarında hareket etmeye başlarsa ne olur ?” sorusuyla düşünürlerin üzerinde durduğu bir konudur.
Ünlü düşünür Aristo’nun: “Muhafızlardan kim muhafaza edecek ?” sorusu bu kaygının çok eskilere dayandığını gösterir. Polis gücünün demokrasinin sağladığı hak ve özgürlükleri kısıtlamaması ve gerektiği zaman yargıya hesap verebilmesi gerekliliği demokratik düşünürlerin ortak tavrı olmasına rağmen, bunun nasıl ve ne kadar yapılması gerektiği konusunda görüş ayrılıkları yaşanır.

SONUÇ:
DOĞUŞTAN HAKKIMIZ OLAN DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK, SORUMLULUK İSTER!
Özgürlüğün sınırsız olduğunu düşünen bireyler, sorumluluk duygularının yok olduğu bir toplumun başlangıcıdır. Oysa; sorumluluk duygularından yoksun bir toplumda, sevgi, saygı ve barıştan söz edilemez.
Kişinin tabii hakkı olan yaşam, fikir ve düşünce özgürlüğü sorumluca kullanılmazsa… özgürlüğe ve demokrasiye vurulan ilk darbe olur ve kendisini dejenere eder.
Yazımı, Hitler faşizminden kaçarak kurtulan ve savaş sonrası tekrar geri dönen Almanya eski Şansölyesi Willy Brandt’ın 1970 yıllarında ülkesinde daha fazla demokrasi isteğiyle söylediği bir cümleyi eklemek istiyorum.
Willy Brandt : Wir wollen mehr Demokratie wagen!/ Daha fazla demokrasi için cesur olmalıyız!
***
Bu yazıyı takıp eden değerli okurlar!
Dört bölüm halinde yayınlanan “DEMOKRASİ NEDİR?” yazı serisinin sonuna geldik. Umuyor ve umut ediyorum ki; bilmediklerinizi öğrenmenize yardımcı, bildiklerinizi ise tazelemek imkanı bulmuş oldunuz.
Araştırmam sırasında kullanmış olduğum yerli ve yabancı kaynaklarda emeği geçenlere şükranlarımı sunarım.
Ayrıca: Yorumlarını esirgemeyen, fikir ve düşünceleriyle yazıya katkıda bulunan sn. Av. Mehmet Akyol’a özellikle teşekkür ediyorum.

Bir başka yazı serisinde buluşmak üzere, hepinizi selamlıyor ve saygılarımı iletiyorum!

Sevgiyle kalın…
Mehmet Sungur

DEMOKRASİ NEDİR? Bölüm -I-

demokrasi„Demokrasi yetim bir çocuğa benzer, her gün ve her yerde müdafaa edilmeye ihtiyacı vardır!“

ÖN SÖZ

Değerli okurlar!

Demokrasi nedir?…yazı serisini yayımladığımda ne kadar okunur diye hiç düşünmedim. Çünkü; yazının ne kadar okunacağından daha çok; bir vatandaş olarak azda olsa vermiş olduğum hizmet benim için daha önemliydi.

Dilimize „doladığımız“ demokrasi yönetim sistemi ülkemizde ne kadar anlaşılmıştır?…sorusunun cevabı bilinmesi için, önce demokrasiyi tanımlamak gerek ti. Antik çağdan beri evrim geçiren demokrasi sistemi, günümüzün en popüler yönetim sistemi olmasına rağmen…tam anlaşılamadığı da bir gerçektir. Bu durum sadece bizde değil, tüm dünya ülkelerinde az, yada çok farklı anlaşılanların olmasından dolayı, farklı uygulamalara da yol açmıştır.

Ancak; demokrasinin gelişiminde önemli rol oynayan Avrupa, diğer ülkelere kıyasla demokrasiyi en iyi uygulayan ülkeler olarak tanımlanabilinir…eksikleri olsa da(?)

Bizler Türkiye olarak uzun yıllar mutlakıyet ile yönetildiğimiz için, ne yazık ki; demokrasinin evrim gelişimine fazla bir katkımız olmamıştır.

Cumhuriyet döneminde; yani son 90 yıl boyunca demokrasiyi yaşamaya ve demokrasi ile yönetmeye çalışmaktayız. Ne yazık ki; bu zaman içerisinde bir çok sektelere uğrayan demokrasi yönetimi, kendisini geliştirmekte zorluklar içerisinde bazen yorgun düşmüştür. Yorgun düşmüştür…çünkü onu anlamakta geç kalmışların eline düşmekten kendisini kurtaramamıştır.

Son 10 Yıldan beri demokrasiyi daha da ileri getirmek isteyen ülke yönetimi; „ileri demokrasi“ kavramıyla şaşırtıcı bir terim kullanırken, kendilerinde aynı gelişimin olduğu söylenemez. Bunun en basit örneğini; ifade özgürlüğünün ve hukukun üstünlüğünün olmayışıyla göstermek mümkündür.

Günümüzde demokrasinin beşiği olan bazı Avrupa devletleri dahi „ileri demokraside yaşadıklarını“ iddia etmekten kaçınırken; bizde bazı politikacılar „ Türkiye’de birinci sınıf demokrasi“ olduğunu halka anlatmaya çalışıyorlar.

Sadece bize olsa, bu söyleve amenna diyerek katlanırız. Çünkü biz çok şeylere katlanmaya alışık bir milletiz. Ne var ki; bu iddialarını demokrasiyi çok iyi bilen ülkelerin yönetimlerine de anlatmaya çalışıyorlar. Bu anlatım içe dönük popülist bir davranış olsa da…başka ülkeler için bu sadece bir “tebessüm” değerini aşmayan bir söylemdir. Çünkü; bireylerin hayalindeki noksansız demokrasiyi oluşturmak zaten mümkün değildir.

Ancak; eğitim düzeyi ne kadar yüksek olursa, demokrasi sistemi de o kadar güzel olur. Birde bunun yanında tabular haline bürünmüş gelenekler vardır ki…onları hangi sisteme koyarsanız koyun, rahat edebilmeleri mümkün değildir.

Özünde insan onurunun saklı olduğu demokrasi, ancak yaşanarak ve kurallarını benimseyerek mümkün olabilir. Bir bütün olarak ithal edilemeyen demokrasi…bir bütün olarak ta ihraç edilemez.

Bir başka ülkeye: “Size demokrasi getiriyoruz” diye savaş açmak sa…olsa olsa bir insanlık suçu olur. Savaş en son çare olmalıdır. Birilerine demokrasi getirmek için milyonlarca insanın canına, malına, ırzına tecavüz etmek, ne demokrasi ile bağlaşır nede bir başka sistem ile.

Demokrasi evde sevgi ve saygıyla başlar, okulda, sokakta, öğrenilir, toplumda tatbik edilir ve yüce meclisimizde istismar edilmeden tüm topluma eşit olarak uygulanır.

Demokrasi yetim bir çocuğa benzer, her gün ve her yerde müdafaa edilmeye ihtiyacı vardır. Geçmişte görülmüştür ki, demokrasi ile seçilenler, sonradan diktatör olabiliyor. Örnek olarak tarihin en korkunç savaşlarında olan 2. dünya savaşını başlatan Almanya eski Şansölyesi

Adolf  Hitler’i gösterebiliriz. Yakın tarihimizdeki Irak savaşı da seçilen bir başkan tarafından yapılmıştı.

Saygılarımla

Mehmet Sungur

DEMOKRASİ NEDİR? Bölüm -I-

GİRİŞ

Var oluşundan beri en çok tartışılan ve gelecekte de tartışılacağı kesin olan demokrasi rejimi, aslında bir kaç paragraf ile anlatılacak kadar kısa olmasına rağmen, hakkında en çok yazılar yazılan bu idare sistemi; tüm üye veya vatandaşların, organizasyon veya devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir yönetim biçimidir.

Özünde; insan onurunun ifadesi olan „demokrasi“ kavramı, yönetim sistemi olduğundan beri çok badireler atlatmasına rağmen, yine de kendisini kabul ettirebilen bir çekici güce sahiptir.

Yazının uzunluğu nedeniyle bölümler halinde vermek istediğim bu yazının girişinde, sözü; demokrasinin asıl amacının ne olduğunu hukuksal olarak çok güzel anlatımıyla bize sunan, sn. Avukat Mehmet Akyol arkadaşımıza bırakıyorum.

1-        Seçim

Seçim, demokrasinin ön şartı olması nedeniyle, seçmenin özgür iradesini kullanma hakkıdır.

2-        Hukuk devleti

Yargının bağımsızlığının garantisi olan hukuk devleti, yargı kararlarının adaletli olarak vatandaşa yansıması olduğu için, demokrasinin olmazsa olmazlarındandır.

3-            Özgürlük ve eşitlik

Kişinin düşüncelerini ifade edebilmesinin yanında, devletin milletine verdiği tüm haklardan eşit olarak faydalanabilmesi, demokrasinin eşitlik ilkesi olarak sistemi tamamlayan vaz geçilmesi mümkün olmayan hak olarak demokrasinin bölünmez parçasıdır.

4-            Çoğunluğun yönetim hakkı

Seçmenin özgür iradesiyle seçilen çoğunluk, yönetim hakkına sahiptir. Seçim kanunlarının topluma ne kadar uygundur olmasını, bağımsız yargının kararına bağlıdır.

5-        Azınlık haklarına saygı göstermek

Azınlık haklarına saygı göstermek, demokrasi sisteminin, insan onuruna olan borcudur. Azınlık nedeni ne olursa olsun; gerek inanç, gerek ırk olarak vb. Her halükarda korunması ve eşitlik ilkelerine uygun olarak uygulanmasıdır.

6-        Laiklik ilkeleri

Ülkemizde bir türlü açıklığa tam kavuşmamış olan Laiklik kavramı, demokrasilerin temel taşlarını oluşturan ve topluma asıl özgürlüğü veren kavramdır. Laiklik olmadan demokrasi olmasının mümkünatı yoktur.Zira,laik anlayış insanların inançlarına,yaşantılarına saygılı ve eşit mesafededir.

DEMOKRASİ KAVRAMI

Yunanca “dimokratia” sözcüğünden türemiş olan demokrasi kavramı, Türkçe’mize Fransızca olan “démocratie” sözcüğünden geçmiştir. Genellikle devlet yönetim biçimi olarak değerlendirilmesine rağmen, üniversiteler, işçi ve işveren organizasyonları ve bazı diğer sivil kurum ve kuruluşlar da demokrasi ile yönetilebilirler.

Demokrasinin ana yurdu olan Eski Yunan’daki filozoflar Aristo ve Eflatun, demokrasiyi eleştirmişlerdir. O zamanlarda halk içinde “ayak takımının yönetimi” gibi aşağılayıcı kavramlar kullanılmıştır. Fakat demokrasi diğer yönetim şekillerinin arasından sıyrılarak günümüzde en yaygın olarak kullanılan devlet sistemi haline gelmiştir. Artık siyaset bilimciler hangi sistemin daha iyi işlediğinden çok hangi demokrasinin daha iyi işlediği tartışmalarına girmişler ve; liberal, komünist, sosyalist, muhafazakar, anarşist ve faşist düşünürler kendi demokratik sistemlerinin erdemlerini ön plana çıkarmaya çalışmışlardır. Bu sebeple demokrasinin çok fazla sayıda değişik tanımı oluşmuştur. İngiltere’nin eski başbakanlarından Winston Churchill’e demokrasi hakkında ne düşünüyorsunuz?…diye sorduklarında şu cevabı verdiği tarihe geçmiştir.

Winston Churchill: Demokrasi rejim olarak en kötü yönetim sistemidir. Ancak; bu güne kadar daha iyisini bulamadık….diye yanıtlamıştır.

Birinci bölümün sonu.  DEMOKRASİ NEDİR? Bölüm  -II- de buluşmak üzere saygılarımla.

Mehmet Sungur

17.06.2013

“O…YAKINDA ASKER KAÇAĞI OLURSA KİMSE ŞAŞIRMASIN!”

atatürkO…RUHLARI UYARDI!  GÖZLERİ AÇTI !  BAHTSIZ MİLLETLERE,  BAHT VE UMUT OLDU!

O…İNSANLIĞA DERS VERDİ !  ONUN ÖNÜNDE,  DÜŞMANLARI SAYGIYLA EĞİLDİ! ONU TÜM DÜNYA MİLLETLERİ TARİHİNE TAŞIDI!…AMA; UĞRUNA CEPHEDEN CEPHEYE KOŞTUĞU KENDİ MİLLETİ ONUN DEĞERİNİ ANLAYAMADI!

Onu rahat bırakmadılar. Kıskandılar. Adını düşündüklerinde, duyduklarında…aşağılık kompleksinden kendilerini kurtaramadılar…! 

Dinimizi yıktı dediler.

Diktatördü dediler.

Kafatascıydı dediler.

İngiliz muhbiriydi dediler.

Rakıya düşkündü dediler.

Her akşam masa kurardı dediler.

Nesebi belli değil diyerek anasını da lekelediler.

Ve…dediler dediler dediler!

Ve sonunda Ruhuna fatiha okunan hutbelerden de kendi kurduğu diyanet tarafından, adını da çıkarıldılar.

Saygıyı unuttular,  Atatürk diyemediler,  „sadece“ gazi Mustafa“ oldu.

Kurduğu Cumhuriyeti, yazdığı anayasayı, milletine tarihten kalan Türk adını tartışmaya açtılar.

Kabrinin başında ağlayan Krallara, soğuktan ağlıyor dediler.

Az kaldı herhalde, yakında biri çıkar; Mustafa zaten asker kaçağıydı diye manşet atar. Ve bu haberi diğer entelektüel fikir fahişeleri gazetelerinin ana manşetlerine taşırlar. Taşırlar…çünkü onlara kimse: Batsın sizin gazeteciliğiniz!… diyemez! “Çünkü onların basın özgürlüğü hakları her zaman saklıdır(!)…(?)…

Hemde  öyle yazarlar ki… “Mustafa Kemal Paşa asker kaçağıydı” derler, diyebilirler…mümkündür! Sormazlar, düşünmezler nasıl olur?…“Paşa asker kaçağı olabilir mi?…olur olur, hemde bal gibi olur!…der ve yazarlar…

Yazıklar olsun! Kendini Müslüman sayan bir millet, bu kadar nankör ve kindar olabilir mi?

Düşündüm de; her ihtimale karşı, ne olur ne olmaz dedim; şöyle bir liste yapalım da; en azından elimizde bulunsun. Mustafa Kemal Atatürk’ün asker kaçağı olduğunu söylerlerse, cebimizden çıkarıp gösteririz.

Baktım oradan buradan kimler ne yazmış ne çizmiş. Sonunda Atatürk’ün ziyaret defterinde uzun olmayan, ama hepsi değilse de, önemlilerini liste yapan bir ziyaretçinin (Ayhan Ünal) yazısına rastladım…buyurun!

NELER YAPMADI Kİ !

İstilaları önledi. Saldırganlıkları yendi. Tahakkümleri yere serdi. Kökleşmiş kudretleri söküp önüne kattı. Saltanatları dört bir yana savurdu. Yurdunun ordusu mağlup düşmüştü, galip etti. Devleti yıkılmıştı, devlet kurdu. İdaresi bozulmuştu, düzgün etti. Bağımlıydı, bağımsız etti. Yıkılan devlette hükümranlık bir tek sülalenindi. Devletin adı onun adı idi. Olmaz dedi. Kurduğu devlette hâkimiyet, milletin oldu. Milletin adı, devletin adı oldu. Yurdunda eğitim çapraşıktı, öğretim şaşırtıcı. Tek ölçüye getirdi.

Ruhlar „hu“ çekerek medreselerde küfleniyordu, kapılarını örttü. Dergâhlarda pintileşiyordu, kapılarını kilitledi. Yurdunun erkekleri fes giyiyordu, üzerine de, kimi abani sarık doluyordu, kimi beyaz, kimi yeşil. Başına kimi sikke geçirmişti, kimi keçe külâh.

Milliyetlerini alacalı bezlerde sanır olmuşlardı. Beğenmedi, şapka giydirdi. Yazı sağdan sola yazılırdı, öğrenimi güçtü. Beğenmedi. Soldan sağa yazdı ve yazdırdı, her batılı ve ileri millet gibi.

Anaların, kız kardeşlerin yüzleri siyah peçeliydi, bahtları çarşafları gibi karaydı. Çileleri çoktu, hakları az. Beğenmedi. Yüzlerini açtı, ak etti. Hakta mirasta eziktiler, onlara erkeklerle eşitlik sağladı, bahtlarını ak etti.

Milletinin dili üçüzlü gibi olmuştu. Beğenmedi. Arındırdı, bir etti. Tarlaları kara sapan sürüyordu; toprak, gereğince işlenmiyordu. Eziyeti çoktu, vergisi çok, verimi az. Beğenmedi. Âşârı kaldırdı.

Sürümü tekerlekli pulluğa, işler makineye, bol verime yöneltti. Yollar uzundu, yapımları kötü, kâğnılar yavaş. Beğenmedi. Yolları demir etti, gidişleri hızlı.

El tezgâhı dokumaya ve yel değirmeni öğütmeye yetmiyordu. Beğenmedi. Fabrikalar kurdu. Ayrılıklar istemedi, birlikler kurdu. Eskilikler, gerilikler istemedi; yenilikler, ilerilikler kurdu. Dövüş istemedi, barış kurdu. Düşmanlık istemedi, dostluk kurdu. Düşüklüğü sevmezdi, güçlü oldu. Haksızlığı sevmezdi, hak gözetti.

Hiç bir devlete haksızlık etmedi. Hangi birinden olursa olsun, gelebilecek haksızlığı asla kabul etmedi.

Kendi devletini, en büyük devletten asla aşağı görmedi. Kendi milletini, hiç bir an, dünyanın en onurlu milletinden asla geri, asla güçsüz görmedi, göstermedi.

RUHLARI UYARDI! GÖZLERİ AÇTI ! BAHTSIZ MİLLETLERE, BAHT VE UMUT OLDU!

İNSANLIĞA DERS VERDİ !

Ruhun şad olsun, Aziz Atatürk’üm!

Mehmet Nuri Sungur

TÜRK’MÜ, YOKSA TÜRKİYELİMİ – BAŞKANMI, YOKSA BAŞBAKANMI?

m1990-1Papazın başına kavuk koyunca imam olmayacağı gibi, kavram değiştirmekle bir yerlere varamayız. Önemli olan kavramlar değil, kavramların içeriğini doldurabilmek tir  İnsanların dilini, dinini, ırkını, müziğini, yaşam tarzını ötekileştirmek, hatta değiştirmek isteyen düşünce ile bir yerlere varamayız. Bu haksızlıkların içerisinden kavram değiştirmekle çıkacağımızı düşünüyorsak, geçmişteki hatalardan hala sıyrılmamışız demektir.

Geçen 90 yıl içerisinde Cumhuriyet ve demokrasi kavramlarının içeriğini dolduramadığımız içindir ki, bu gün Türk kavramını tartışır olduk…

Son günlerde yeni bir anayasa tartışmalarına şahit olmaktayız. Belli ki yeni bir anayasa ile toplumda alışılagelmiş bir çok kavramlar değişeceğe benziyor. Bu değişecek olan kavramların en önemlileri olarak düşünülen ve tartışılan iki kavram var ki; ülkemizin geleceğini belirleyecek olması ve tarihi dokularımızı gelecek kuşaklar için farklı bir sahaya taşıması kaçınılmaz olacaktır.

Bu kavramların birisi başkanlık sistemi olarak düşünülen yönetim değişikliği. İkincisi ise; yapılacak olan yeni anayasada Türk kavramının millet adına kullanılmaması.

Başkanlık sistemi, ya da başkanlık hükumeti olarak ta bilinen bu yönetim sistemi dünyanın bir çok ülkelerinde yönetim sistemi olarak uygulanmaktadır. Ancak bu güne kadar; ABD. Dışında başka bir ülkede başarılı olamamıştır, hatta bir çok ülkelerde diktatörlüğe dönüşmüştür.

Yasama, yürütme ve yargı organları arasında kesin bir ayırıma ve dengeye dayanan, yasama ve yargı organlarının demokratik denetimi içinde, yürütmenin iktidar olanaklarını genişleten bir hükumet modeli olan Başkanlık sistemi bizim için ne kadar uygundur ?…

Her milletin kendine özgü, tarihi, sosyolojik ve siyasal koşulları vardır. Özellikle eğitimini ve demokrasisini tam geliştirmemiş ülkeler için, Başkanlık sistemi bir baskı yönetimine dönmesi ihtimali çok fazladır.

Başkanlık sisteminin temel unsurlarına baktığımızda, çok önemli olan bir düşünce kendisini ortaya koymakta ısrarlı gibi görülmektedir. Yönetenler kadar, yönetilenlerin de eğitimini bitirmiş, demokrasiyi özüne sindirmiş olması. Eğer bir toplumda bunlar yok sa…Başkanlık sisteminden uzak durması daha uygundur.

Başkanlık sisteminin temel unsurları:

1) Başkan, halk tarafından doğrudan ve dolaylı olarak belirli bir süre için seçilir. Bu süre hiçbir şekilde parlamento tarafından kısaltılamaz ve fesh edilemez.

2) Kuvvetler ayrılığı kesin bir biçimde uygulanır. Devlet organlarının eş güdüm içinde aksamadan çalışması için fren ve denge sistemiyle organların yetki ve güç suistimalleri kontrol altında bulundurulur.

3) Hükumet üyeleri başkan tarafından seçilir ve azl edilir. Başkan hükumet üyelerinin düşüncelerine uymak zorunda değildir. Hükumet üyeleri yasama organı içerisinden seçilebilir. Ancak bu üyeler seçildikten sonra yasama organı üyeliklerini sürdüremezler.

4) Devlet başkanı, hükumet başkanı ayrımı yoktur.

5) Başkan görevi ile ilgili işlerden dolayı sorumsuzdur.

Kısaca çok önemli olan bu başkanlık sisteminin ana unsurlarına baktığımızda, tartışılmasının ne kadar önemli olduğunu da anlamakta zorluk çekmeyiz.

Türk kavramının anayasadan çıkarılması:

Öncelikle şunu bilmek lazım ki; Türk kavramı millet olarak köklü bir tarihten gelmektedir. Bazılarına göre, beş, bazılarına 7, bazı tarihçiler 9 bin yıla dayanan bir Türk tarihi ortaya koymaktadırlar.

Hal böyle iken Türk milleti kavramının anayasadan çıkarılması yanlış ve iç barış için tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Bu kavramın anayasadan çıkarılarak sözde ırkçılığı bitirmek isteyenlerin yanıldığı kanaatindeyim.

Emperyalist düşüncenin yıkmış olduğu Osmanlı İmparatorluğundan kurtarılabilen Türkiye toprakları ve onu kuran halklar tarihi boyunca tüm dünya milletleri tarafından Türkiye olarak, Türklerin yurdu olarak tanınmıştır.

Bu kavram 1924 anayasasının 88. maddesi ve 1982 anayasasının 66. maddesinde sabittir. Bu gibi kavramlarla oynamak bir toplumun duygularıyla, tarihiyle oynamaktır. Çünkü ortada bunu değiştirecek bir durum mevcut değil. Savaş olmadı, iki devlet karşı karşıya gelmedi…peki o zaman nedir bu kavram kargaşası?

Papazın başına kavuk koyunca imam olmayacağı gibi, kavram değiştirmekle bir yerlere varamayız. Önemli olan kavramlar değil, kavramların içeriğini doldurabilmek tir. İnsanların dilini, dinini, ırkını, müziğini, yaşam tarzını ötekileştirmek, hatta değiştirmek isteyen düşünce ile bir yerlere varamayız. Bu haksızlıkların içerisinden kavram değiştirmekle çıkacağımızı düşünüyorsak, geçmişteki hatalardan hala sıyrılmamışız demektir.

Geçen 90 yıl içerisinde Cumhuriyet ve demokrasi kavramlarının içeriğini dolduramadığımız içindir ki, bu gün Türk kavramını tartışır olduk…

 

Sevgiyle kalın!

Mehmet Sungur

13.03.2013