Gezi notları, ÇORUH AŞAĞI, İSPİR’DEN YUSUFELİ’NE

ÇORUH AŞAĞI, İSPİR’DEN YUSUFELİ’NE

Dünyanın ender rastlanan bitki örtüsüne ev sahipliği yapan kocaman Çoruh vadisi bir inşaat sahası olmuş. Baraj ve HES projeleri aralıksız olarak devam ederken, barajlar üzerinden geçecek olan yolların köprüyol (viyadük) direkleri vadinin vahşi kayalarıyla yarış eder gibiler. Zaten tehlikeli ve engebeli olan yollar için inşaat nedeniyle verilen servis yolları ise Allah’a emanet. Yolun dar oluşu, keskin ve tehlikeli virajlar yol almanıza imkân tanımıyor. Elbette ki yöreyi bilenler daha cesur olsalar da tehlikesiz oldukları söylenemez.

Vadinin yalçın kayalarının vahşice ama severek kucaklayışı bir taraftan ürkütücü olsa da, görülmeye değer olduğunu fısıldar gibi anlatan bir atmosferin içindesiniz. Bazen yüksekliği, bazen de vahşice üzerinize düşecek gibi muhteşem kayaların arasından yavaşça ilerlerken kendinizi farklı bir dünyada hissetmemek için hiçbir sebep kalmıyor.

Bayburt sonrası Çoruh adını alan Çoruh suyu, İspir Kalesinin altında birleştiği İspir çayından sonra uzandığı vadide daha da artarak Çoruh nehrini oluşturuyor. Yusufeli’ne takriben 15 km kaldığında yolların daha da daraldığı bir mesafedesiniz artık. Biraz daha devam edince iki arabanın yan-yana geçemediğine şahit olurken, sanki 200 yıl gerilerde olduğunuzu düşünmemek elinizde değildir.

Döndüğüm bir virajın kenarında iki arabanın sığabileceği küçük bir park yerinde durdum. Aslında burası park yeri değildi, karşıdan gelen arabaya yol vermek için küçük bir alandı ama bunu daha sonra anlayacaktım.

Yolun kenarından 1 m genişliğinde 10 cm derinliğinde küçük bir ırmak akıyordu. Dağlardan aldığı suyunun soğuk olduğu hissedilir gibiydi. Kenarına oturarak ayaklarımı suya bıraktığımda yeniden can bulmuş gibiydim. Sırtında taşıdığı çuvalıyla gelen yaşlı nine yavaşça yoluna devam ederken; “çuvalda neyin var ana” diye sorduğumda, “elma var evladım, istersen biraz vereyim” dedi.

İspir Yusufeli arası 81 km mesafelik bir yol. Genel olarak 1 saatlik bu yolu tam 4 saatte gidebildim.

Tarihin derinliklerinden gelen, Sancak Beyliklerine mekân olan Yusufeli’ne Kazim Karabekir Mahallesinden giriyorsunuz. Eğer mahallenin adını okumamış olsanız belki de burasının muhteşem geçmişiyle uyumlu olmadığını düşünerek yanlış mı geldim diye sormaktan kendinizi alamazsınız. Dar aralıklarda eskimiş evlerin sadece barınaktan başka bir şey diyemeyeceğimiz sokaklarından ilerleyince, Balhar suyunun Çoruh ile birleştiği köprüyü geçince Yusufeli’nin merkezindesiniz. Bir zamanlar bölgenin Sancak Beyliğine ruh veren şehrin içerisinde yükselen binalar sizi tarihten kopararak günümüzün Yusufeli’ne taşımaktadır.

Sıyrılanların diktiği yüksek binalar şehrin merkezini süslerken, kenar mahallelerdeki yaşamı günümüze taşıyan evlerdeki çanak antenlerden başka bir şey görünmüyor.

Tarihinde 7ci defa taşınacak olan Yusufeli merkezi, Yansıtıcılar Mevkiinde yeni kurulan şehirlerine taşınırken; Yusufeli sakinlerinin hatıraları Yapılmakta olan Yusufeli barajının sularına gömülecek olsa da, akıllarının geride kalmayacağından eminim.

İlçenin çıkışında benzin takviyesi yaptıktan sonra Erzurum yolu üzerinden Tortum’a doğru Yusufeli’ne veda ettim.

Gezi notları.

Sunguroğlu 9 Ağustos 2020

TRABZON’UN 1869 YILLARI

Gâvur meydanında (Bugünkü Meydan ve park alanı) İskender Paşa cami ve Trabzon’un 1869 yılları!
TRABZON 1869
[…] Az ötede nalbantlar vardır. Biraz daha ötede kuyumcular, kirli ve kara küçük bir dükkânın içinde diz çökmüş, küçücük şaheserler yapıyorlar.
Kuyumculardan çıkınca, umumiyetle Ermeni olan terzilere giriliyor. Bir camekânın arkasında, muhtelif tatlı renklerde ipekli, kadife ve çuha esvapları işliyorlar ve dikiyorlar.
Şekerciler, lokumcular, kavurmacılar ve diğer yiyecek satıcılar da çok; fakat çarşının en dikkate değer kısmı arabacılar, saraçlar, kunduracılar, çizmeciler ve bakırcılardır.
Kahveler, bütün şark kahvelerinin aynıdır. Büyük bir salonun etrafında üzeri kilim ile döşenmiş peykeler çevrilmiştir. Bunların üzerinde nargile tiryakileri kahvelerini içerler. Kahveci ekseriya ayni zamanda berberdir. Müşterileri, kahve içerek ve konuşarak sıralarını beklerler.
Trabzon’un kırk bin nüfusu vardır. Trabzon Türklerinin büyük bir kısmı tüccar ve balıkçıdır. Trabzon’da tüccar ve işçi olarak İranlılar da vardır; ince dudakları, her arzuya yatkın derecede tabiatları ve çıkarlarını bilmeleri sayesinde kısa bir zamanda servet sahibi olurlar.
Osmanlı memleketlerinde Avrupalılarla ayni derecede kapitülasyonlardan istifade etmektedirler.
Trabzon Ermenilerine gelince; Gregoryen ve Katolik mezheplerine sadık olmak üzere ikiye ayrılmışlardır. Aile hayatları, ananelere göre tanzim edilmiştir. Çocuklar babalarının önünde asla oturamazlar, kızlar, yemekte sofraya hizmet ederler. Mezhep ayrılıkları aralarında mücadeleyi eksik etmez.
Kıyafetlerine, çapraz bir yelek, üstüne kısa bir ceket giyerler; bellerine geniş bir ipek kuşak sararlar. Pantolonları geniş, şişik ve ayak bileklerine kadardır. Umumiyetle başlarına fes giyerler. Üzerine ipekli veya adi bir yemeni sararlar.
Trabzon Rumları ’da, Ermeniler gibi devletin reaya diye anılan tebaaları-dır. Babıali’den ziyade Rusya’ya karşı bir bağlılık, muhabbet göstermektedirler. Onları bu tercihe sevk eden mantığı anlamak kolay değildir. Bence efendinin değişmesi zararlarına olacak. Din ve politika meselelerine fazla düşkündürler. Babalarının kıyafetini muhafaza etmemişlerdir. Çoğu alafranga giyiniyorlar.
Evlerinin dışında bütün Trabzon kadınları çarşafa bürünürler, hangi milletten ve hangi dinden oldukları ayırt edilemez. Bazıları yüzlerini siyah bir peçe ile örterler.
Zenginler beyaz üzerine geniş menekşe kafesli ipekli çarşaf, fakirler küçük beyaz ve mavi kafesli bez çarşaf giyerler.
Trabzon’un çamurlu sokaklarında dolaşabilmek için kadınlar pabuçlarının altına ayrıca on santim yüksekliğinde nalın giyerler.
Bilâkis, evlerinde kadınların esvapları pek lâtiftir. Bir kadın veya genç kızın serveti, saç ve boyun altınlarıyla sayılır. Bazı ermeni kadınlarının ziynet altınları arasında fevkalâde kıymetli eski zaman paraları bulunur.
***
Kaynak: Trabzon’dan Erzurum’a 1869 / C
Çeviri: Reşad Ekrem Koçu / ÇIĞIR KİTABEVİ – İstanbul
Sadeleştiren: Mehmet Nuri Sunguroğlu 15.10.2018
Resim: Gâvur meydanında İskender Paşa cami ve Trabzon 1869
Resim: Théophile-Louis Deyrolle 1869

MEHMET AKİF ERSOY’UN ANISINA

MEHMET AKİF ERSOY’UN ANISINA
Kimsesizler gibi getirmişlerdi onu bir lokantanın önüne.
Hamallar indirmişti tabutunu musallanın üstüne.
Sonra açtılar tabutunu, baktılar o zarif yüzüne;
…kimdir bu yoksul, neden gariptir böyle diye.
Gördüler ki Akif yatar tabutta.
Kalemi kırılmış olsa da, izleri kalmış bu yurtta.
Ayyuka çıktı ki sesler sorma gitsin kulakların tıkanışında.
Utanmazlığın gölgesinde kalan tek sesli haykırışta.
Hak, helallik alındı, taşındı naaşı ebediyete.
Kimse sormadı ki hangi haktı O hak;
…gerekte kalmamıştı hiç bir diyete.

Ey koca şairim, İstiklal marşım benim!
Olmaz ki senin yazdığın gibi ne kadar emek versem de.
Affına sığınırım varsa kusurda hatam.
Bir anı olsun dedim yüceliğine hürmetle.
Kabul eyle koca şairim ki dualar sana olsun!
Bir Fatiha okusam kabul eder misin bin minnetim le!

Mehmet Nuri Sunguroğlu
27.12.2016
Ölümünün 80. yılında minnet ve şükranla anıyorum. Mekanın cennet olsun koca şairim!

YIKAMADIĞIMIZ, AŞAMADIĞIMIZ DUVARLARIMIZ VAR

 duvar-2[Berlin duvarından çok daha kalın, çok daha acımasız olarak, tarih boyunca yüreklerimize oturtulmuş, ön yargılı, acımasız, ruhu soğuk, gölgesi gözümüze perde olmuş duvarlarımız var.

…ve her gün örülmeye devam edilen duvarlarımız var]

Duvarlarımız var.

Aşılamayacak kadar yüksek örülmüş duvarlarımız var.

Günlük yaşamdan tutun da, geleceğimize dahi gölge olmuş duvarlarımız var; aynen geçmişten günümüze kalmış olan duvarlar kadar, geleceğimiz için de inşa ettiğimiz duvarlarımız var. Bentleri sağlam, ruhları soğuk, görüş mesafemizi engelleyen duvarlarımız var.

Yoksulun fakirin arasında kocaman duvarlarımız var.

Farklı inanç dünyasına inanmışların arasında kin ver nefret ile örülmüş duvarlarımız var.

Aynı inanç dünyasında, farklı mezhepler ile aynı yüce makama inanan insanların arasında, çelikten örülmüş duvarlarımız var.

Aynı yurdu paylaşan, iç içe kaynamış, homojen olmuş bir milletin beyinlerinde çözülemeyecek sorunlarla örülmüş duvarlarımız var.

Kişiyi sosyal yaşam için hazırlamakta, verdiğimiz eğitimde yaşadığımız sıkıntılarımızla geleceğin duvarlarını ördüğümüzün farkında değiliz.

Kişiyi kendisi ve ülkesi için hazırlamakta verdiğimiz öğrenim ve bilimde, sorunlarımızın her biri gelecekteki duvarların taşları olduğunun bilincinden yoksun olmamız, ne kadar da büyük bir talihsizliktir.

Sanayide istihdam yaratamayışımız aşılacak duvarların en zırhlısı olduğunu kavramakta zorluk yaşıyoruz.

Sanayileşme merakımız uğruna, Anadolu topraklarının o güzelim verimli ovalarını ihmal etmemiz, gelecek nesillere bırakacağımız en kalın duvarlardan birisi olduğunu ne zaman anlayacağız.

Var…duvarlarımız var. O kadar çok duvarlarımız var ki; burada bir duvara sığmayacak kadar çok ve kalın duvarlarımız var.

Sevgisizlik, saygısızlık duvarlarımız var.

Ötekilerin duvarları var.

Berikilerin duvarları var.

Beyinlerimizde kazılı duvarlar var.

Berlin duvarından çok daha kalın, çok daha acımasız olarak, tarih boyunca yüreklerimize oturtulmuş, ön yargılı, acımasız, ruhu soğuk, gölgesi gözümüze perde olmuş duvarlarımız var.

…ve her gün örülmeye devam edilen duvarlarımız var

Yıkılacak duvarlarımız var…!

…yıkılacak duvarlarımız var vesselam!!

 

Mehmet Nuri Sunguroğlu

28.08.2015

 

 

BAYRAMLARIMIZI HÜSRANA DÖNDÜRMEYELİM !

kazaBir bayram daha var önümüzde; sevinç gözyaşlarımız hüzünlere dönmesin!
Geçen bayramda ne kadar “kurban” verdiğimizi saymadım, tahmin yürütmek için.
ilk günün haberleri yeterliydi. Fazlaydı… çok fazlaydı verdiklerimiz. Bir insan dahi olsa yinede fazladır diyorum!
Cahil ve şımarık; ehliyetlerini nereden ve nasıl aldıklarını bilmek ve anlamakta zorluk çektiğimiz sürücülerimizin oluşturduğu “kurbanlardı” o, sayısız trafik kurbanları.
Gördüm çılgını olan bir kitlenin, kesimin uğruna verdiğimiz “kurbanlardı”!
Arkada bıraktığımız yetim Çocuklar, gözü yaşlı anneler, babalar; henüz duvağı leke almamış gelinler… ve daha birçok iz bırakabilecek arzu edilmeyen acılar.
Nedir bu acelecilik, bu heyecan, bu şovenvari tutkumuz ?. Nedir bu saygısız ve sorumsuzca sergilediğimiz insanlık dramı ?
Nedir bu kimselere karşı kendisini sorumlu hissetmeyen tavır ahlakımız ?
Allah aşkına!…, ne zaman düşünmek ve düşünerek hareket etmek duygularımız yeşerecek… ne zaman!!!
Kara yollarımız belirli bir hız limitiyle donatılmış ve gerekli görüldüğü yerde hız limiti konulmuş, uygulanması için sanki bizlere yalvarırcasına levhalar asılmış ama; onlar bizi ilgilendirmiyor, biz bildiğimizi yapmakta yarış ediyoruz.
Yahu… hiç mi düşünmüyoruz ; bu levhalar neden konmuş?!!!
Korkarım ki ; birçok ehliyet sahipleri o levhaların bir çoğunun ne “konuştuğunu” anlamakta zorluk çekmektedir.
Bu konulan levhalar, bizim güvenliğimiz için milyarlar harcanarak donatılmış olan yollarımızın konulan levhaların anlattığı kuralları hiçe saymak şımarıklılığını nereden alıyoruz?… bu nasıl cür’ettir?
Ülkemizde üretilen Araçların ve yollarımıza konulan bu hız limitlerinden fazlasını taşıyamazlar olduğunu neden anlamak istemiyoruz ? Kullandığımız aracın güvenlik derecesini, duyarlılığını, reaksiyon tavrını neden bilmiyoruz!
Bilmiyorsak bir şeyleri yanlış ve sorumsuzca yapıyoruz demektir !.
Sükseli ve göz alıcı aksesuarlar aracımızın teknik güvencesinin ölçüsü olmadığını anlamıyoruz veya bilmiyoruz.
Konulan kuralları çiğneyerek, onları hiçe sayarak, bilmediğimizi öğrenmek yerine.. herkes kendi kurallarını kendisi yaparsa… o zaman bir trafik anarşisiyle karşı karşıya kalmaz-mıyız?!!!
Hanımlar; Beyler !
47 yıldır aralıksız araba kullanıyorum. 2 milyon km. Kadar trafikte bulundum. İnanın bana ki; her zaman ve her yerde, başkalarının hakkına saygı duydum. Trafik kurallarının önemli olduğuna inandım. Çok şükürler olsun ki, teknik arıza nedeninin dışında bir kazaya kalmadım ve bu süre içerisinde özgürlüğümün kısıtlandığına da şahit olmadım.
Özgür ve Hür olmanın bir bedeli vardır diye inandım!
Hem öyle sanıldığı kadarda pahalı olmadığının bilinciyle yaşadım! Kuralları çok kolay olan bedellerdir bunlar!
Beklediğiniz saygıyı başkalarına da göstermektir bu “bedel”.
Medeni olmaktır bu “bedel”.
Kültürlü olmaktır bu “bedel”.
İnsan sevgisidir, insanı sevmektir bu “bedel”.
Şımarık ve şovenvari olmamaktır bu “bedel”.
Kısa ve öz; insan olmaktır bu “bedel”.
Bu bedeller fazlamı?
Ödenmesi illa da hayatımıza mı mal olmalıdır!
Fazla bir şey istenmiyor bizden. Herkesin ödeyebileceği, ödemesi zorunlu olan bedeller! Hemde İnsanlığın emrettiği bedeller bunlar.
Eğer biz bu bedelleri çocuklarımıza doğduklarından hemen sonra ödetirsek/öğretirsek, zaten bunların bir bedel değil, bir ana etken olduğunu öğrenirler ve o zaman bugünkü ödemek zorunda kaldığımız bedelleri onlar ödemek zorunda kalmazlar !
İşte… !
Özgür ve Hür olmanın bedeli Çocuklarımıza vereceğimiz eğitimle başlıyor. Onların doğduklarında bir oyuncak bebek değilde… ailenin bir tam üyesi olduklarını anlamalıyız. Onları hayata hazırlamak sorumluluğunu bizden kimse alamaz olduğunun bilincini oluşturmalıyız. Onlara sınır koyup sorumluluk vermeliyiz.Çocuklarımızın kişiliklerine saygı ve sevgi duyarsak; onlarda topluma saygı ve sevgiyi öğrenirler.
Ancak, koyduğumuz yasakları neden koyduğumuzu mutlaka anlatmalıyız ! Yoksa bu günkü düşünce ve Ailede verdiğimiz terbiye ve eğitimle daha çok bedeller öderiz. İçim sızlıyor ; bazı gördüm delisi olanlar „Özgür ve Hür“ olmayı yanlış anlıyorlar. Onlarında sınırlı ve sorumlu olduğunu anlamak istemiyorlar. Özgür olmak sorumluluk ister ahlakı; olmazsa olmazlardandır.
Önümüzdeki Ramazan bayramı kanlı bayram olmasın dileğiyle….
Kalın Sağlıcakla, her şey gönlünüzce değil, gönlümüzce olması dileğiyle, Ramazan bayramınız kutlu olsun!

Mehmet Nuri Sunguroğlu
15.07.2015

BRAVO!

abgehaktÜlkemizdeki seçim propagandalarını izlerken tarihin gerilerine gittiğimizi hüzünle algılıyorum.
Yine mezhep ayırımcılığı, yine etnik tartışmalar ki; bizleri sadece bölünmeye çalışan zihniyetler, seçimlerin ana maddeleri olmuş.

Efendim… Sen Alevisin, sen Sünni sin. Sen ümmet-sin, sen değilsin. Sen hırsızsın, sen daha hırsızsın. Senin kıçın açık, senin ki kapalı. Camiye gittin mi, Kiliseden çıktın mı?

Yahu Allah aşkına!
Bu nasıl bir seçimdir ki: Kimse bir program üzerinden tartışma yapmıyor?
Eğitim, sosyal, dış siyaset, toplumun hangi sorunları vardır? Kimsenin dingilinde değil.

DEMEK Kİ, SORUNLARINI TAM ÇÖZMÜŞ BİR MİLLETİZ, BRAVO!

O zaman sormak lazım ki; bu siyasetçilere ihtiyacımız var-mıdır ? Dedikodu yapmayı bu siyasilerden mi öğreneceğiz?

Ayıptır be dostlar, dünya bize gülüyor!

 

BÜLENT BEY! …GÜLSEK Mİ, YOKSA AĞLASAK MI?

001weinen>> Bülent Arınç Bey! Siz önce; Kadınımızın toplumda yüksek sesle ağlamasını durdurun da, sıra gülmesine gelsin!<<

Aslında                 susmaya kararlıydım ama olmadı. Beni zorladınız Bülent Arınç Bey… Zorladınız!

Öyle uzun yazacağımı da düşünmeyin Bülent Arınç Bey! Yaptığınız sosyal eleştireler de haklı olduğunuz noktalar var. Ancak şikayeti yapan siz olursanız, bu işte bir çaprazlık da var!

Bu ülkenin tüm temel taşlarını yerinden oynatan sizler değil-misiniz?

Uyguladığınız turbo kapitalizm sistemin sadece alış verişte kalacağına inandınız mı Bülent Bey?

Her yıl 15 milyar dolar değerinde ithal ettiğiniz telefonların susacağına nasıl inandınız Bülent Bey?

Biliyor-musunuz Bülent Arınç Bey!

Siz… Kadınımızın toplumda gülmesini yasaklayabilirsiniz; çünkü sizin ıssız odalarda akan gözyaşlarından haberiniz yok!

Çünkü sizin sessiz çığlıklardan haberiniz yok!

Bülent Arınç Bey!

Önce; Kadınımızın toplumda yüksek sesle ağlamasını durdurun da, sıra gülmesine gelsin!

 

Ne demişti 15 yüzyıldaki saray şairimiz?

“Dünyada bir kadının gülmesi kadar güzel bir şey yoktur”!

 

Sevgiyle kalın!

Mehmet Nuri Sunguroğlu

31.07.2014

 

 

DOKUNMA…ACIYOR İŞTE

DOKUNMABu akşam bir sızı var yüreğimde;
Dokunma…
Ellerim bağlı;
Dilim dönmüyor…
Saramam seni gecenin karanlığında…
Sokulma.

Açma maden çukuru yüreğimin kapısını!
Görme içimdeki kara sızıyı!
Dokular titreşim yapıyor;
…yüreğimde.
Acılar feryat ediyor…susarcasına…
…ciğerimde.
Dokunma…!

Karanlık gecenin sessizliğinde.
Kulaklar çınlatan suskunluğuma.
Avuçlarımda kalan son özlemimle.
Rahat bırak beni;
Dokunma…!
Ben feryat ederken duymayan sendin!
Susunca anladın kimsizliğimi!
Şimdi sen feryat eyle!
Bağır çağır istersen!…ama;
Bana dokunma!

Dokunma bana sen…ordaki…evet, sen!
Sende…dokunma!
Heyy sen, alttaki!
Sana diyorum…orda üstteki!
Sağımdaki…
Solumdaki…
Heyy sen…! Kalemi bozuk serseri!
….mürekkebi tükenmiş mecnun…
Sizde duyun…duyun artık!
Dokunmayın yüreğime!
Bozmayın sessizliğimi!
Ben karanlığa alışmışım!
Rahat bırakın da uyuyayım artık!
Sonsuzluğuma…

Dokunmayın yarama diyorum!
Acıyor işte…
Dokunmaaaaa!…dokunma.
Dokunma……acıyor işte…(?)

Mehmet Nuri Sunguroğlu
19.05.2014

NE OLDU BİZE ?

Y-YERKEL>>“Bu tekme bir insan için küçük olsa da…İnsanlık için büyük bir ayıptır !“<<

Ne oldu bize?
Rahatlık mı battı diyeceğim ama…dilim dönmüyor; çünkü herkesin rahat olmadığı belli.
Kibir hat boyuna çıkmış ama…neyimize kibirleniriz pek de bilen yok.
Mucit olmadığımızı bakan ağzından duymuştuk. Yazdığımız klavyeyi başkaları icat etmiş. 18 milyon trafiğe açılmış motorize araçların arasında bir tane kendi emeğimizle ürettiğimiz araç yok. Eğitimde, iş güvenliğinde, İnsan gelişiminde hep arka sıralardayız. Sinirlerimiz çok zayıf, sigorta çabuk atıyor. Yani…kibirlik bir halimiz yok!
Peki ne oldu bize…neden dünyanın diline düştük?

Ağalık paşalık tutkusu, ruhumuzun saklı köşelerinden sıçrayışa geçince hakimiyetimizi kaybediyoruz. Öfkemizi yenmek şöyle dursun, öfke arayan bir millet olmuşuz.
Günaydın diyeni, selam vereni şüpheliler arasında görmek istiyoruz.
Yaşadığımız coğrafya, heyecanlı İnsanların coğrafyası olduğunu bilmek bazen duygularımıza eşlik ederken, yüreğimizdeki acıların ifadesinde yardımcımız olsa da; aynı heyecan bizleri bazen sonu belli olmayan maceralara da getirebiliyor.

Başımıza bir facia, bir afet geldiğinde, ülkenin her kesimini de içerisine alacak bir kriz masası oluşturup olayların koordinasyonunu, akımını, idare ve sevkini yönlendirecek kişilerin düşünce ve tecrübelerini kullanmak yerine…tv lerde tartışmalar başlatarak, her kafadan bir ses anlatımlarıyla vatandaşın kafasını daha da fazla karıştıran sözde bilim adamlarına işi bırakıyoruz.
Particiliğin hat safhaya ulaştığı ülkemizde, ölülerimizin mezarları başında da siyaset yapmayı bir beceri olarak algılıyoruz. Birileri kalkıp da; elmanın elma, biberin biber olduğunun tespitini de yapsa, hemen arkasında siyasi düşünce vardır fikrine kapılıp, elmanın da biberin de gerçek olduğundan şüphe ediyoruz; onu diyenleri de doğduğuna pişman edebiliyoruz.

Hislerimizi kamçılayan sloganlar atan arsızlar da var aramızda. Lafı tersine çevirenler olduğu gibi, lafın özünü değiştirenler hiçte az değil. Hükumet sözcüleri bazı resimleri izah ederken; insanımızın düşünce gücünü zorluyor.
İş kazaları tarihini bize yansıtan sn. Başbakanımızın sözleri hiçte sıcak değildi. Soma’da ki maden faciasını geçmişteki 150 – 200 Yılın iş kazalarıyla izah etmesi ise; soğuktu…çok soğuktu; duygularımıza rehber olamadı.

Yüreği yaralı İnsanlar vurgun yemiş balinaya benzer. Onların duyguları bazen edep sınırını da zorlayarak öfkeye dönüşebilir; kriz durumlarında bunu anlamak çok önemlidir.
Her bağıranı düşman olarak görmek bir idarecinin işi değildir.
Devlet erkanı gittiği yere, yeteri kadar korumalarıyla gidiyorsa, devlet erkanının kişilerle doku irtibatı olmaz, olamaz. Olsa olsa taziye için olur, kavga için değil. Bu olmayış her şeyden önce güvenlik sorunu ile bağımlıdır. Eğer güvenlik ile sorumlular bunun önünü alamıyor-salar, ifa ettikleri görevde yanlış bir yerdedirler, acilen evlerine gönderilerek yerlerine uzman kadro alınmalıdır.

2014 Yılına gelmişiz ama, hala ilkel şartlar altında emek vererek, modern yaşam standardını yaşamak istiyoruz. Sömürüye dur diyecek gerçek bir sendikamız yok; onlarda kendilerini sömürü düzenine kaptırmışlar. Sivil toplum örgütlerimizin adı kalmış sadece…kendilerini duymak, önerilerini beklemek sabır işi.
Dünyanın bilim adamları Ay’ı çoktan bırakmışlar; uzayın sonsuzluğunda yaşam emareleri ararken, biz hala birbirimizle siyasi kavgalarla uğraşıyoruz. Uzlaşıdan uzak tutumumuzla…aklın yolunun bir olduğunu unutmuşuz!

Ne demişti Ay’a ilk ayağını basan Neil Armstrong?
“That’s one small step for man… one… giant leap for mankind.” = „Bu adım, bir insan için küçük olsa da…İnsanlık için bir sıçrayıştır“
Buradan yola çıkarsak; bizde İnsanlık adına, barış adına, şunu diyebilmeliyiz ki…yarınlar için bir şeyler yapabilmenin yolunu açalım ve öz eleştiri kültürümüze katkıda bulunalım; çünkü öz eleştiriye bu günlerde her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.

>> “Bu tekme bir insan için küçük olsa da…İnsanlık için büyük bir ayıptır !”<<

Mehmet Nuri Sunguroğlu
5/17/2014

AFFETME BİZİ GİZEM… TOPLUM OLARAK SUÇLUYUZ !

GIZEMSevgili GİZEM!

Henüz altı yaşında aramızdan ayrıldın. Hunharca işlenmiş bir cinayet seni bizden aldı. Şimdi arkandan dualar okuyup, Allah’tan rahmet dileyerek vicdanımıza olan borcumuzu ödeyeceğiz! Ne kadar üzüldüğümüzü anlatabilmek için kelime dağarcığımızda olan tüm kelimeleri dizeler halinde sıralayacağız. Ancak…bütün bunlar seni geriye getirmeyecek. Sen artık aramızda değilsin ve bir daha da olmayacaksın.

Bizler ki; ülkemizde çocuklarımızın değerini bilmekte aciz kalmış toplum olmuşuz…sakın bizleri affetme Çocuk !

Bizler ki; dövülen eşlerin sesini duyduğumuzda sivil cesaretimizi kullanarak polise telefon edemeyen bir toplum olmuşuz…sakın bizleri affetme Çocuk !

Bizler ki; çocuğumuzun gelişiminden, eğitiminden, beslenmesinden vb. tasarruf ederek harcamalarımıza başka türlü öncelik tanırız…sakın bizleri affetme Çocuk !

Bizler ki; çocuklarımızı koruyamaz hale gelmişiz…sakın bizleri affetme Çocuk !

Bizler ki; Cinneti, şiddeti, sapıklığı, barbarlığı rutin olarak görür hale geldik…sakın bizleri affetme Çocuk !

Bizler ki; taciz suçundan mahkumiyeti dönüşü kahveye, mahalleye gelen ırz düşmanına geçmiş olsun deriz…sakın bizleri affetme Çocuk !

Liste çok uzun sevgili Gizem…çok uzun ! O kadar uzun ki…tüm dünyayı bir kaç defa dolayacak kadar uzun…kin ve nefret, cinnet ve şiddet, sapıklık ve barbarlık akıyor dünyanın her tarafından.

Bu rezaletin birde raporu var sevgili Gizem !

UNICEF rapor etmiş bu rezaleti; okuyalım!

Dünyadaki Çocuk İstismarını tüm çıplaklığıyla gözler önüne seren bu raporda hepsi olmasa da, olanlar bizleri utandıracak kadar yeterli.

– Dünya genelinde 246 Milyon çocuk, çalıştırıldıkları çeşitli işlerde emeklerinin sömürülmesine maruz kalmaktadır.

– Dünya genelinde 1.2 Milyon çocuk, ailelerinden koparılarak köle ya da işçi olarak kullanılmak üzere satılmaktadır.

– Dünya genelinde 300 Bin çocuk, 30′dan fazla ülkedeki çatışmalarda ellerine silahlar verilerek piyon asker olarak kullanılmaktadır.

– Dünya genelinde 2 Milyon çoğu kız çocuk, yine tacirler tarafından seks ticaretine alet olmaktadır.

Ülkemizdeki durum nedir ?

Bir adli Tip uzmanı olan ve ülkemizde bir çok projelere imza atan sn. Prof Dr. Oğuz POLAT Hocamızın bu konudaki açıklamalarına bir bakalım.

– Türkiye’de 42 bin çocuk sokakta yaşıyor.

– Yılda 7.000 çocuk tecavüz ve tacize uğruyor.

– Son 5 yılda, haklarında koruma kararı alınan ve Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumunda barınan toplam 14.398 çocuğun 2.678’i, yani yüzde 18,6’sının anne-babası tarafından ihmal veya istismar edildiği görülüyor.

– Suça itilen çocuk sayısı yılda yüzde 5 ile 10 oranında artıyor,

– Yılda 125.000 çocuk mahkemeye çıkıyor.

– Altı yaş altındaki çocuklarda fakirlik oranı yüzde 34 olduğunu, bu oran kırsal kesimde yüzde 40’a ulaşıyor.

– Sokakta yaşayan çocukların yüzde 11’i hiç okula gitmedi, yüzde 52’si madde kullanıyor.

– Sokakta  yaşamak ta en büyük etken ise aile içi şiddet.

– Adalet Bakanlığının son açıkladığı verilere göre yılda ortalama 7.000 çocuk tecavüz ve tacize uğruyor.

– İstismar ve ihmal, çocuk hakkında koruma kararı alınmasında ekonomik nedenden sonra ikinci sırada yer alıyor.

Gelelim Türkiye’nin taciz ve tecavüz bilançosuna. Önce bizleri korumakla görevli olanların durumuna bir göz atalım.

Türkiye’de son 10 yılda ciddi oranda arttığı belirtilen taciz ve tecavüz vakıaları her gün yeni bir olayla karşımıza çıkıyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı verilerine göre son 15 yılda 241 polis, 91 asker, 17 özel timci, 15 korucu, 45 gardiyan tecavüzden yargılandı…fakat hiçbiri ceza almadı.

Bunlar bizi koruyacak olanlardı.

Devam edelim!

Ayrıca kadınları istismar eden erkeklerin yüzde 83’ünü de eşler oluşturuyor.

Sadece 2002-2008 arası 62 bin tecavüz olayı kayıtlara geçerken, Adalet Bakanlığı’na göre katledilen kadınların sayısı son 7 yılda yüzde bin 400 yükseldi.

2002 yılı kayıtlarına 66 olarak geçen kadın katliamı sayısı, 2007 yılında 1011 olarak saptandı.

Tecavüze uğrayanların yüzde 50’si 18 yaş altında ve bunlardan yüzde 10’u erkek çocuktur.

5-10 yaş arası çocukların yüzde 55’i ensest (mahrem sayılanlar arası ilişki) mağdurudur. 10/16 yaş arası çocukların yüzde 40’ı ensest mağdurudur.

Cinsel saldırganların yüzde 75’i tanıdık biridir.

Acil yardım hattını arayan kadınlardan yüzde 57’si fiziksel şiddete, yüzde 46,9’u cinsel şiddete, yüzde 14,6’sı enseste ve yüzde 8,6’sı tecavüze maruz kaldı.

TÜİK verilerine göre tecavüz ve taciz gibi cinsel saldırı suçlarında son beş yılda yüzde 30 artış meydana gelmiştir.

Buna göre; 2006’da 528, 2007’de 473, 2008’de 577, 2009’da 652 kadın tecavüze uğrarken, 2006 yılında 489, 2007 yılında 540, 2008 yılında 589, 2009 yılında 624 cinsel taciz olayı yaşanmıştır.

 

Evet sevgili Gizemler, Ayşeler, Fatmalar…Ahmetler, Umutlar…bizleri toplum olarak sakın affetmeyin !

 

Bir daha olmaması dileğiyle; Gizem ve Umut Çocuklarımızın ailelerine [……] Allah’tan sabır ve metanet diliyorum.

 

Mehmet Nuri Sunguroğlu

29/04/2014