ÇUBUKLU KÖYÜ ARSİN-TRABZON

Her şey mükemmeldi.
Güneşim uzaklığı, ısı yakısı, atmosferin yoğunluğu, bulunduğum yerin yüksekliği, kameramın geniş açı objektifi… Hepsi optimaldi. Korktuğum tek şey, heyecanımı yenememekti.
Derin bir nefes çekip içimde tuttum ve deklanşöre dokundum. Sonuç mu? İşte bu gördüğünüz harika resim ortaya çıktı.
Çubuklu köyü, bizim köy!

Her şey mükemmeldi.

Güneşim uzaklığı, ısı yakısı, atmosferin yoğunluğu, bulunduğum yerin yüksekliği, kameramın geniş açı objektifi… Hepsi optimaldi. Korktuğum tek şey, heyecanımı yenememekti.

Derin bir nefes çekip içimde tuttum ve deklanşöre dokundum. Sonuç mu? İşte bu gördüğünüz harika resim ortaya çıktı.

Çubuklu köyü, bizim köy!

Resmin bağlantıları:

https://cubuklukoyu.wordpress.com/wp-content/uploads/2018/02/c3a7ubuklu-kc3b6yc3bc.jpg

 

https://wp.me/a1iJlu-1aO

Mehmet Nuri Sunguroğlu

3 Şubat 2018

ATATÜRK’Ü SEVMEK YA DA SEVMEMEK

Yazan:  Ferruh Sidar

Neredeyse tamamına yakını, ya satın alındı ya da farklı yöntemlerle yandaş yapıldı.

Tiksinti veren programları dayatarak yozlaşmanın doruklarına tırmanan zehirli haz salya salya dökülüyor ekranlardan. Ve satır satır lekeliyor gazete sayfalarını.

Dinlenip dinlenip İnönü’ye; aslında o’nun kimliğinde Atatürk’e yapılan saldırıların ardı arkası kesilmiyor bir türlü. Ellerindeki güç ve halkın umursamazlığıyla coşan birçok densizin doğrudan Atatürk’e yöneldiğine tanıklık ediyoruz son zamanlarda. Aynı saatlerde kimi kanallarda Atatürk’ün yönetim biçimi çekiştirilirken kimilerinde de ahlâkının sorgulandığını izliyoruz peş peşe. Atatürk’ün ahlâkı, daha doğrusu ahlâksızlığı konusunda örnekler sıralanıyor pervasızca! Geçmiş dönemlerde “dinsiz bir ayyaş” olduğu vurgulanıyordu sık sık. Bu günlerde ise; manevi kızı olan Afet İnan’la aşk yaşadığı, Fransız Büyükelçisinin kızını ayarttığı, Fikriye hanımı kullandığı ve işi bittiğinde (intihar süsü verilse de) kendisinin öldürdüğü, sabahlara kadar çalıştığı için değil de korkak biri olduğu için ışıklarının sürekli yandığı, kadınlarla sarmaş dolaş dans ederken yerlere yuvarlandığı, suçsuz din adamlarını idam ettirdiği gibi şeyler dillendiriliyor…

Atatürk karşıtlarının yüreklerinde, külün ateşi barındırdığı gibi sakladıkları kin, nefret ve tutarsızlığın ana kaynağı, adeta kilitlenmiş bulunan genetik yapılarıdır elbette. Çünkü o’nun devrimlerine karşı çıkanlar buharlaşıp yok olmadılar o yıllarda. Neslini sürdürecek olan çocuklarının kulaklarına yalnızca isim değil, duygu ve düşüncelerini de seslediler ve onların gelişip serpilmesini dilekleri yönde gerçekleştirdiler. Ne var ki, yaşam denen gerçeklik “evrim,” dediğimiz ileriye yönelik süreç çürümüş tüm değerleri silip atar bünyesinden.  Bilinçaltı direktiflerin gölgesinde yaşanılan gerçeklik rahatsız eder insanları…

Saldırganlar, bu günkü konumlarını ve varlıklarını, her gün küfrettikleri insanlara borçlu olduğunu bilmiyor değil ki. Ellerinde kılıç, beyaz çarşaflar içinde havada uçuşan ruhların Çanakkale Savaşını kazandığını söyleseler de, (tüm dünyanın Çanakkale Kahramanı ilân ettiği) Atatürk’ün neler yaptığını ve o’nun “korkak” olmadığını da biliyorlar. Henüz tek başınayken apoletini söküp, Osmanlı Padişahına kafa tutan birini “korkak” göstermenin bozuk yapılarından kaynaklandığını da sızılar halinde hissediyorlardır eminim. Çok partili yaşamın önünü açarak, o günden bu güne iktidar olmalarını sağlayan birine saldırırken, tarikatları eski konumuna getiren siyasi liderlerine tapınmaları ve o’na toz kondurmamaları anlaşılır bir şeydir kuşkusuz. Uçkuruna düşkünlüğü yüzünden üç aileyi yıkmış olması ve nasıl bir diktatör olduğu da onlar açısından önemsizdir…

Hayır, tatmin olmuş değiller henüz. Cumhuriyet’i ve onun kurumlarını kuşatıp diledikleri gibi kullanıyor olsalar da; tüm yaşam bir çift dudağın hareketiyle şekillense de yeterli değil onlar için. Atatürk’ün “hain” diye nitelediği kişileri kahraman ilân etmeleri ve kimilerinin de heykelini dikmeleri kinlerini köreltmiyor. Dini liderlerinden birinin: “sakın içinizdeki kini ve nefretti küllendirmeyin, onları sımsıcak saklayın,” diye; hırsından ağlayarak verdiği “vaaz”lar henüz yeni sayılır…

Dönüşmeleri için zamana gereksinimleri var. Doğuştan gelen bilgilerinin yanında, serpilip geliştikleri ortamlardan elde ettikleri bilginin kıskacından sıyrılmaları kolay değil. Elbette, bunu kendileri başaracak; sürecin hızlı veya yavaş olması ise kendilerine bağlı. 15 yıl öncesine kadar öykünmüş bulundukları ülkelerin durumu her haliyle ortada. Başları taçlandığı için gerçekleri de anlamış görünüyorlar; çağdaş düşünceden henüz uzak olsalar da, çağdaş giyinip çağdaş yaşamı yeğledikleri de su götürmez bir gerçek. Benim, “Post-Muhafazakâr,” diye nitelediğim zihniyetin şarlatanları; özellikle, karı-koca gazeteciler gibi, “yeni sürüm” olan türleri “Kıyafet Devrimi”ni eleştirse de birinin fes, diğerinin de kara çarşaf kullanmaması elbette çelişkidir, iki yüzlülüktür. Ama kimilerinin çıkarı, kimilerinin de genetik yapısı bu çelişkinin kırılmasına şimdilik olanak vermiyor…

“Tek rüyam kaldı, o da demokrasi,” diyordu Atatürk. Denese de, bu hayalini gerçekleştiremeden çekip gitti bu dünyadan. Bunca yıl geçti; o, aptalca eleştiriliyor olsa da gerçekleştirilmiş değil bu rejim. Dünyada demokrasi sıralamasındaki listede adımız yok. Hibrit denilen (karışık) yönetimlerde ise 98. sıradayız…

Ulu Önder’in bıraktığı iz çağları aştı. İnsanlık tarihinde hiçbir lider hakkında bin kitap yazılmış değil, hâlâ da araştırılıp yazılıyor, dünyanın en saygın üniversitelerinin belirlediği 11 adet ölçüte uyan başka lider yok. İnsanlık tarihinin en çileli döneminde “yüzyılın lideri” seçilen yine o…  Bizim nankörlüğümüz, o’nun tarihte edinmiş olduğu yeri “toz” parçası kadar etkilemez. Dahası hiç birimiz olmasak ta, bu ülke bin parçaya bölünse de o’nun değeri tüm dünya ve tarih açısından silinmeyecek konumdadır. Bu nedenle yukarıda yaptığım tespit Atatürk’ü savunmaya yönelik değildir; bu kimsenin haddi de değildir zaten. O’nu sevmek ya da sevmemek önemsizdir; “beni anlayın yeter,” demişti. O, artık, tüm dünyayı aydınlatan bir ışık. Yalnızca ülkesi için değil, tüm insanlık için açtığı yol karartılamayacak kadar aydınlıktır. O’nun ışığı deprem paralarıyla yapılan “duble” yollardaki armatürlerin ışığına benzemez, çamur atılsa da lekelenmez türden; güneş ışığı gibidir…

Ferruh Sidar 13.11.2011

Mekke – Medine Albümleri__ 1-2-3

Umre yolcuları geldiler; herkesin valizleri doluydu…

Albümlerden 1. ve 2.  altta Sizleri bekliyor


Hurmalar Zemzem suyu bidonları; daha neler neler yoktu ki; hepsi güzel ve inanç kültürümüzü tamamlayan değerli hediyeler.

Eşim yorgundu, uzaklardan uçup uçup gelmişlerdi;  360 yolcusuyla Airbuss 380 Trabzon hava limanına 3 saat gecikmeyle indiğinde, biz bekleyenlerde onlardan daha az yorgun değildik; sinir sistemleri bozulan  bazı sabırsız arkadaşlar, hava alanına ne için geldiklerini unutmuş olacaklar ki… kavgaların yumruklara dönmesi uzun sürmedi.

Neyse… bu gün bu konuya değinmek istemiyorum.

Sabah eve geldiğimizde eşim bana fırsat bırakmadan; – bana ne getirdin ?… Fotoğraf makinesini elime verdi. Başka ne getirmişti hala bilmiyorum. Hafıza kartını Bilgisayarıma yüklediğimde … tamam dedim, bunları mutlaka arkadaşlarla ve Sitede yayınlamalıyım.

Fotoğrafları seçtikten sonra 82 adet yayınlanması gerekenleri ayrı bir Klasöre taşıdım ve ilk 13 resimden oluşan birinci albümü Sizlerle paylaşmak için .pdf form-atında  buraya yükledim.. buyurun ister açarak burada seyredin, isterseniz indirin, bu Sizlerin kararıdır. ..bana sorarsanız  (?) ben indirin diye tavsiye ederim.

Kalın sağlıcakla

Mehmet Sungur

Albümleri Görmek veya indirmek için tıklayın

***

Mekke Medine albümleri üçüncü bölüm

Mekke–Medine___Albüm___3_ve Son Albüm -24 Mart 2011

Mekke Medine resimleri ikinci bölüm

MEKKE_MEDİNE____ALBÜM___2

Mekke Medine resimleri birinci bölüm

Umrede 2011-albüm1

ERKAN OCAKLI; BİR KARADENİZ ÖYKÜSÜ

Erkan Ocaklı aramızdan ayrılalı çok olmasada, insan onun yokluğunu hissediyor. Güzel şehrimiz Trabzon ve yöremizi Trabzonun dışına taşıyan Erkan Ocaklı, belkide ondan önce başkalarının başaramadığını başarmıştı. Farklı bir müzik değildi  yaptıkları eserler, hepsi Karadeniz bölgesi, özellikle Trabzon ve Maçka yöresinden seçilmiş veyahut bestelerini yöremizden ilham alarak yazmıştı.

Karadeniz’i ve Trabzon’u yalnızca Karadeniz’in dışına değil, bıraz daha öteye taşıyan Erkan Ocaklı, Kültürümüze yaptığı büyük hizmet hiç bir zaman unutulmamalıdır.

Peki ne idi bu; bize gurur veren başarının sırrı?

Erkan Ocaklı’yı sevenleri ve onun hayranları bu konuda farklı düşüncelere sahiptirler; haklı olarak. Gönül isterdiki, onların hepsini bir araya getirip ayrı ayrı görüşlerini alabilmek. Ne varki bunu gerçekleştirmek mümkün olmıyacak olanlar arasında kalmış bir hayalden öteye gitmez. Öyle sokakta yapılan soru cevap anketleri Erkan Ocaklı’yı anlatmaya yeterli değildir.

Bence Erkan Ocaklı her şeyden önce güçlü ve temiz bir karaktere sahipdi, öyle bazıları gibi şöhret uğruna sikandal yaratacak bir sanatçı değildi.

Şöhretin zirvesine ulaştığı yıllarda, hiç bir zaman doğduğu büyüdüğü ve bestelerini yazarken ilham aldığı memleketini unutmamıştı; dostları onun için çok önemliydi.

Erkan Ocaklı hayatı boyunca ayaklarını hep bastığı toprakta tutabilmesini bilen bir insandı. Şöhret ve başka etkenler onu havaya „uçurmamışdı“

Erkan Ocaklı, yöremizin diğer sanatçılarının şöhrete gittikleri yolu seçmediği onu daha farklı bir yere getirir. Kemence yerine içini döktüğü sazını tercih etmişti.

Karadeniz’linin alışmış olduğu şiveyi korumakla beraber, başkalarınında sıkıntısız anlıyabileceği bir Türkçeye sahipti. Mükemmel olan sesiyle kulaklarımıza ve gönlümüze hitap eden Erkan Ocaklı (bence) sadece vefat günlerinde değil, her zaman hatırlatılmaya aday olabilecek değerli insanlardandır.

Aramızdan gidenleri hatırlamak sadece onların ölüm yıl dönümlerinde anmakda kalmamalıdır. Onları her zaman anımsayabilmek, onların bizlere bıraktıkları değerli kültür mirasını  onlardan devir aldığımızı unutmamak, ve o mirası gelecek kuşaklara taşımak bir görevdir diye düşünüyorum.

Allah rahmet eylesin, yerini azabtan korusun dileğim ve duamdır.

Siz ne dersiniz?…yorum paneli altta, fikrinizi yazın.

Kalın sağlıcakla

Mehmet Sungur

Erkan Ocaklı sevenleri altdaki bağlantıyı tıklıyarak, Kurtlar sofrası adlı parçayı ve daha fazlasını dinleyebilirler.

http://www.myspace.com/erkanocakli061/music/songs/kurtlarin-sofrasi-8335614

Altta ölümüyle ve kısa biografısiyle (aan) ın verdiği haber.

İSTANBUL – Bir süredir pankreas kanseriyle mücadele eden Karadenizli sanatçı Erkan Ocaklı, İstanbul’da tedavi gördüğü Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde vefat etti. Yaklaşık 40 albüm yapan Ocaklı’nın, ‘Mısırı kuruttun mi’ ve ‘Ula ula Niyazi’ gibi Karadeniz klasiklerinin de yer aldığı 350 civarında bestesi bulunuyordu. 1949 yılında Trabzon’da doğan şarkıcı, İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesini bitirmişti. Yönetmenlik ve televizyon programları da yapan Ocaklı, altı filmde de rol aldı. Erkan Ocaklı, geçen sene 40. sanat yılını, Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’ndaki geceyle kutlamıştı. Sanatçının cenazesi, yarın ikindide Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Camisi’nden kaldırılacak ve Karacaahmet Mezarlığında toprağa verilecek. (aa)

Bir yoruma bir cevap…(?)

Bir yoruma bir cevap…(?)

Sn. V Y Z, (isim editörde saklı)

Altta Sizinde okuyabileceğiniz yorum, kişisel olarak benim ilemi ilgili..yoksa, kastettiğiniz belirli bir kişi mi var? Benimle ilgili olabileceğini düşünemiyorum, çünkü ben 42 yıldan beri zaten burada değildim.

Köyümüze hizmet farklı olarak yapılabilir, herkes imkan ve bilgilerini kendi anlayışı içersinde yapmak ister, ben, bilgilendirmek, yeni teknolojiyi halkımıza tanıtabilmek, köyümüzü tanıtabilmek, uzaklarda kilerle köyün bağlarını daha güçlü bağlayabilmek ve daha burada sayılacak bir çok nedenler doğrultusunda yola çıktım.

(Sizin bunları anlıyabileceğinizi düşünmekte zorluk çekiyorum)

İnsan ları küçük görmek benim yaşam felsefemle bağlaşmaz; köyümüzün en küçüğünden en büyüğüne, kadınına erkeğine, fiziksel veya farklı engelli olanlarına,

kedisine köpeğine, ahırda olan koyununa sığırına… kalenin tepesine, gürgenliğin gürgen ağaçlarına, mindorozun çimenine, kaynazın kokusuna, vinzo gölüne…daha sayayımmı ?? istiyorsanız  sayabilirim, lugatımda daha farklı kelimeler mevcuttur!.. saygılıyım ve hepsini seven bir insanım. Sizide davet ediyorum bu düşünceye ortak olmaya..

İnternet farklı imkanlar ve „ortamlarla“ doludur, bazıları bir „yerleri“ ziyaret eder, merakını gidermek için, bazıları ise… bende yok diye düşündüğünü bulmak için, var olanın değerini bilmediği için…..! (?)

Benim gibi “aptallar da”, (sizin gözünüzde)  köyüme nasıl ve ne verebilirim düşüncesiyle uykularını kısa tutmayı önemsemezler.

Siz…. Evet Siz!!… sana söylüyorum… „Sen kendini bilirsin“… sana soruyorum; altdaki yorumunun yayınlanmasını istiyormusun?…yoksa bir daha düşünmeyimi tercih ediyorsun?

10 güne kadar vaktin var, cevabın gelmezse yapmış olduğun yorum silinecektir!..


Şimdi bildiklerimi daha iyi anlamaya çalışıyorum. Ne damişti bir rahmetli büyük insan;  Bana bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olurum. Hz. Ali

Kötü yazılmış kitapları okumak neden tercihlerim arasında olduğunu daha iyi anlıyorum…çünkü onlar beni düşünmeye zorluyorlar.

Saygılarımla

Çubuklu köyü Sitesi Adına

Mehmet Sungur ( daha tanıdık olan adıyla; Mahmet Salih Sungur)

Sn. V Y Z  ( isim editörde saklıdır) nin bozuk bir türkçe ile yazılmış, ifade etmek istenileni anlatmakta zorluk çeken bir üslup la kaleme alınmış Orıginal yorumu;..buyurun!..

SAYIN CUBUKLUKOYU HALKISTZ HIZMET EDENIMI BEGENIYORSUNUZ YOKSA KOYUN HAKLARINI YIYENIMI EGER HIZMET BUYSA HEPINIZ TANIRSINIZ BUNU PIRIDE YAPAR SELAMLAR

Tartışmayı biliyor muyuz?

Ne günlere geldik!

Hayaldi ama sanki gerçek gibi bir şey oldu.  Konuşmanın yasak olmadığı günümüzde, yaşamanın ne kadar güzel olduğunu görmek beni çok mutlu ediyor.

Öyle, sen sus! …diye kimse bizi azarlamıyor, en azından işi hakimlere bırakıyorlar ki, birileri konuşsun mu konuşmasın mı? …diye!

İşte özlenen bu değilmiydi, biz bu günleri özlemiyor muyduk?

Özlemiyor muyduk Nazim’lerin Kemal’lerin yazdıklarını serbestce okumak? Özlemiyor muyduk  cevap vermek duygularımızı böğrümüze basmadan cevap verebilmek?

Özlüyorduk, hemde çok özlüyorduk.

Tartışmak istiyorduk, soru sormak istiyorduk, sorularımıza cevap almak istiyorduk! Hür ve özgürce bir şeyleri anlatmak istiyorduk. Demokrasi istiyorduk, ve bu uğurda ceza almayı, hapiste yatmayı da hiçe sayıyorduk. Zaframızda birikenleri dökmek için hangi çarelere başvurmuyorduk ki???

Çok şükür ki, bu günleri de gördük; en azından duyan olmasa da geveleyip durmamıza hemen ceza kesmiyorlar. Sadece bizi duymamakla cezalandırıyorlar; bu işin bir tarafı.

Öteki tarafı ise; biz tartışmayı ne kadar biliyoruz? Lügatımızda yeni oluşan bu kavramı iyi anlıyabiliyormuyuz?

Tartışmanın; karşılıklı fikirlerin konuşularak ifade edilmek olduğunu biliyormuyuz? Birimiz konuşurken, onu dinlemek de tartışmanın bir parçası olduğunu unutuyor muyuz.. yoksa hiçmi bilmiyoruz?

Belki bir kesim bilmiyor olabilir; onlara darılmıyorum. Ancak… O bizim Aydın ve entel geçinen pipolu entellerimiz de aynı davula, aynı tokmakla vurdukları zaman, durum farklı bir tartışma kültürsüzlüğü haykırıyor. Tartışmak kültürümüzün henüz gelişmediğini bize haykıra haykıra anlattıklarını düşünmekten kendimi alamıyorum.

Ne olur be dostlar! biriniz konuşurken onu dinlemek, onun söylediklerini anlamak ve onun sözünü ortadan kesmeden ve hatta bağırmadan sussanız, olmaz mı?

Olmaz mı efendiler? Siz… Kendilerini açık oturumlarda entel diye tanımlayan;  kendilerini elite gruptan sayan efendiler, size soruyorum; olmaz mı? Bunu sizlerden istemek fazla bir şey mi?

Konuşulanları bizim de dinlemek hakkımız yokmu? Bizimde dinlemek, tartışmayı takıp edebilme hakkımızı neden ipotek altına alıyorsunuz?

Bakınız efendiler, hanımefendiler…. Dinlemeyi bilmek istemiyorsanız, lütfen tartışmak için davet edildiğiniz programlara katılmayın!

Sizlere örnek olabilecek olan meslektaşlarınıza bırakın da; bizde tartışılanı ve tartışmak nasıldır öğrenelim! Öğrenelim ki, gelecek nesillerimiz de her tutkusunu ve istediğini, varsa problemini bağırarak değil de, konuşarak ve tartışarak çözebilmeyi öğrensin!

Gelecek yıllarda  tartışmak kültürümüzün daha anlaşılabilinir olarak bağırmadan çağırmadan gelişebilmesi umuduyla… Kalın sağlıcakla.

Mehmet Nuri Sunguroğlu

30.11.2014

8 Mart Dünya Kadınlar günü

8 Mart Dünya Kadınlar günü; hayırlı uğurlu olsun her seneki gibi; başka ne denir ki (?)

Mehmet SUNGUR

Bugün 8 Mart dünya kadınlar günü. Bu gün her yıl olduğu gibi yine tüm Dünyada bu konuda çok şeyler yazılacak, çok şeyler söylenecek. Bir sürü vaadler ve daha neler neler. Tabii bizim ülkemizde bundan geri kalmıyacak; neler yapıldığını, daha nelerin planlandığını bizlere “güzelce” anlatacaklar.

Altta  okuyacağınız yazı Eskişehir Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’nde okutulacak ders metni olarak hazırlanmış ve bu konuda değerli bilgiler içermektedir. Lütfen üst geçmeyin, okumaya değer.

Kadın hakk nurudur, sadece sevgili değil….

Sanki yaratıcıdır, yaratılmış değildir.

Mevlana / Mesnevi I

———————————————————————————————–

KADIN HAKLARI İÇİN TÜRKİYE’DE NELER YAPILDI ?
VERİLEN HAKLAR YETERLİMİ , SADECE KAĞIT ÜZERİN-DEMİ KALDILAR ?

ÖZET

Kadın Hakları konusu insan hakları kavramı çerçevesinde ele alınmalıdır. Ancak insan haklarına ilişkin değerlendirmeler tek başına kadın haklarının özgünlüğünü karşılamaya yetmemektedir. Kadın haklarının toplumsal yapı, aile ve iktidar ilişkileri açısından yeniden yapılandırılması gerekir.

Ülkemize kadınlara siyasal, yasal ve ekonomik anlamda hakların tanınması Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu ile belirgin bir sıçrama yapmıştır, ancak yeterli değildir. Pozitif ayrımcılık yoluyla kadın mağduriyetinin her alanda pişirilmesi gerekir, daha yapılacak çok şey vardır.

1. İNSAN HAKLARININ BİR PARÇASI OLARAK KADIN HAKLARI

İnsan hakları yeryüzünde eşit olarak yaşayan bütün bireylerin birbirlerine karşı salt insan olmaktan kaynaklanan ödevleridir. İnsan haklarından, insanın insan olmaktan kaynaklanan tüm hakları anlaşılmaktadır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi de bu çerçevede cins, dil, din, siyasi, milli veya sosyal köken, servet, doğuş veya diğer herhangi bir fark gözetmeksizin, insanın insan olması nedeniyle her insan tarafından yararlanılabilen haklara “insan hakları” denmektedir.

Hukuk tarafından korunmaya değer menfaat olarak hak, doğrudan hukukun konusunu oluş turmaktadır. Hak kavramı insanın salt insan olmak sıfatıyla sahip olduğu özgürlükleri ve olanakları, insanın değerini ya da onurunu meydana getirmektedir. Bu nedenle insan haklarının kaynağı, insanın bu değer yanından gelmektedir. İnsan, belki insan hakları olmadan da yaşayabilir. Ancak böyle bir yaşam insana yakışan bir yaşam olmaz. İnsanın insan olmasından kaynaklanan hakların ihlali veya inkarı demek, insanlıktan, insan olmaktan vazgeçmek demektir. Aslında insan haklarının doğuştan varoluşu sadece algılanabileceğine bu nedenle tanımlanmasına bile gerek olmadığına ilişkin görüşler vardır. Ancak hukuksal açıdan tanım, bir açıklık  sağlama olanağı sunar.  Evrensellik, eskimezlik, değişmezlik, üstünlük, devredilmezlik insan hakları kavramının temel özellikleridir. Sonuç olarak amaç; “insan onurunun korunması” olduğu için bu özellikler zorunlu olarak aranacaktır. Çağdaş pozitif hukuk normlarında bu özelliklerin “ devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve özgürlükler” olarak yansıtıldığını görmekteyiz.

18.yy.’da üzerinde tartış ılan “İnsan ve Yurttaş Hakları” kavramı, yeni bir tarihsel açılımı ortaya koyarken tüm insanlara sesleniyordu.  Bu yüzyılda kadın hakları savunucuları, Batı’da kökten etkiler yaratan hareketin içindeydiler ve erkeklerle birlikte eşitlik ve özgürlük mücadelesi veriyorlardı.

Bu mücadele 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’ni doğurmuştur. Her iki sözleşme ve devam edegelen sözleşmeler, insanlar için vazgeçilmez hakların varlığı ve siyasi iktidarın bu hakları tanıması zorunluluğu üzerinde duruyordu. Ancak, ne yazık ki doğal  haklar olarak isimlendirilen bu hakların, baş ta teorisyenleri olan erkekler olmak üzere kadınları da kapsadığı konusunu kabul etmediler.

Fransız Devrimi’nden etkilenen Mary WOLLSTONECRAFT (1755-1797), feminist teori tarihinde ilk önemli çalışma olan “Kadın Haklarının Savunusu”nu hazırlamıştır. Bu kitap, erkeklerin özgürlük talepleriyle geleneklere karşı açtığı savaşı kadınların da yapabileceği mesajını veriyordu. Özgürlük talebinde bulunmamak kadını onursuz kılacaktır demekteydi. Aynı şekilde, kadın hakları savunucusu Olympe de GOUGE (1748-1793), Kadın Hakları Bildirgesi’yle doğrudan İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’ne yönelik bir manifestoda bulunuyordu. Eşitlikten kadın ve erkek eşitliğinin de anlaşılması gerektiğini ileri sürüyor; kamusal mevkilere gelme siyaset yapma konusunda da eşit haklar talep ediyordu. “Kadına giyotine gitme hakkı tanınıyorsa kürsüye çıkma hakkı da tanınmalıdır” demekteydi. İronik bir şekilde Olype de GOUGE 1793′deki darbe sonrası giyotinle idam edildi.

19. ve 20.yy’da, mücadelenin hukuksal alandaki eşitlik söyleminden çok hayatın her alanında yapılan cinsiyete dayalı ayrımcılığın kaldırılması noktasına yöneldiğini görüyoruz. Bu yaklaş ımla savunulan, tarihsel ve toplumsal olarak cinsiyetten kaynaklanan davranış kalıpları ve rolleri kadınların herhangi bir alandan dışlanmaları için gerekçe olmamalıdır, görüşüdür. Mücadelenin kamusal alanda yer almaya yani siyasi ve sosyal alandaki eşitlik taleplerine dönüştüğünü görüyoruz.

Toplumsal yaşamın, özel alan (ev içi-aile ortam) ve kamusal alan (ev dış ı-çalış ma ortamı) biçiminde bölünmesi ve kadının geleneksel olarak özel alana hapsedilmesi, bu durumun beraberinde getirdiği kalıplarla zorlanma, kadının kendisini insan olarak ve üretimin bir parçası olarak ifade etmesini güçleştirir. Liberal feminizme göre geleneksel özel-kamusal alan ayrımı, kadının erkek karşısındaki ikincil konumunun ana nedenidir. Kadınların kamusal alana girmesini önleyen ve onları özel alana hapseden yasalar ve uygulamaların kaldırılması gerekir. Kadınların özel alana ait görülmesi ve bu alanda da yaşamlarının devlet tarafından tam güvenceye alınmaması ve özel alana hukukun müdahalesinin sınırlı tutulması olgusu, kadınların uzun yıllardır mücadelelerinin odak noktası olmuş tur.

2. KADIN HAKLARININ ÖZGÜN YÖNÜ

16.yy.’daki “kadın insan mıdır?” tartış masının bir zamanlar yapılmış olması bile kadın hakları kavramının insan hakları kavramı çerçevesinde tartışılmasını zorunlu kılıyor. Aslında bu tartış manın kökeni kitabi dinlerin Adem’in topraktan, buna karşım Havva’nın ise Adem’in kaburga kemiğinden yaratılmış olmasına kadar götürülebilir. Buna bağlı olarak erkek, uygarlığın ve kültürün yaratıcısı ve ürünü olarak görülürken; kad�!B1n, doğanın ürünüdür. Saptamalar kadının ikincilliğini vurgulamak için kullanılmaktadır. Bu yüzden, genel insan hakları ile ilgili düzenlemelerin ayrıca ve özellikleri de dikkate alınarak kadın hakları tarafından tamamlanması gereksinimi doğmaktadır. Kadın haklarının özgünlüğünü belirtmek yapay bir ayrım değil, insan hakları kavramına somut bir içerik kazandırabilmenin ön koşuludur. İnsan hakları kavramının salt “insan” soyutlaması içinde ele alınması, insan-eroek kavramı ilişkisinde somutlaştığı için ataerkil anlayış ın sürdürülmesi ve pekiştirilmesinden baş ka bir işe yaramamaktadır. Bu nedenle, insan hakları kavramının kadın hakları kavramı ile de tamamlanması gereği doğmaktadır.

Kadının insan hakları konusuna ilişkin iki temel yaklaşım vardır:

− Evrenselci yaklaşım

− Kültürcü yaklaşım

Evrenselci yaklaşım; insan haklarının evrenselliğinden yola çıkmaktadır. İnsan hakları belgelerinde yer alan hakların tümünden kadınlar yararlanmalıdır düşüncesini savunmaktadırlar.

Kültürcü yaklaşım ise; tüm toplumlarda geçerli olabilecek insan hakları anlamında ortak değerlerin bulunmasının olanaksızlığından yola çıkar. Ancak bu yaklaşımda, kadınlara karşı yapılan ayrımcılıkların kültürel farklılıklara dayandırılarak haklılaştırılmaya çalışıldığı görülmektedir. Her kültürün kendi değerleri çerçevesinde ele alınması kültürün genel yaklaş ımının, kadını belirli bir noktaya hapsetmesine engel olmayacaktır. Bunun anlamı, bazı farklılıklar gösterse bile genel ataerkil kastın kırılamayacağı noktasına ulaşır. Böylece bir çifte standart yaratılmaktadır. Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleş mesi (CEDA W.1981), insan hakları belgeleri içinde en çok çekince konulan sözleşmedir. Bu sözleşme, bir ş ekilde imzalanmış bile olsa yasalarla tanınmış pozitif hakların, tek başlarına değil, egemen toplumsal ve kültürel ortam içinde varolduğu gerçeğini de göstermektedir.

3. TÜRKiYE’DE KADIN HAKLARI TARİHİ

Her toplumda olduğu gibi kadının Türk toplumunda da önemli bir yeri vardır. Kadın, anne olarak aile ve toplum arasında bir köprü görevi görür. Kadının toplumdaki yeri ve görevleri derken önce onun bir fert olarak gerekli kişiliği kazanmasını, sonra da aile içinde ve toplumun içinde gerekli yeri alması düşünülmelidir.

Tarihsel gelişim içinde Türk kadınının toplumdaki yeri üzerinde durulursa, kadının çeşitli Türk devletlerinde önemli ve saygın bir konuma sahip olduğunu görürüz. Kadın sadece ev içinde değil, dış alanda hatta yönetimde bile önemli bir pozisyona sahipti. Ancak Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde kadının sorumluluğunun eve yönelmesine ve dışarıdan soyutlanmasına, İslam dini dolayısıyla ilişkilerin yoğunlaştığı geleneksel ortadoğu alışkanlıklarının etkisi olmuştur aynı negatif etki Bizans geleneğinden de gelmektedir. Osmanlı toplumunda toplum yapısının cinslerin ayrımı üzerine kurulmuş olması, iki ayrı dünyayı ortaya çıkarmıştır. Erkeğin dünyası kamusal, kadının dünyası ise özel ve mahremdi varlığı ancak aile içinde söz konusu edilebilirdi. Eve kapanıp örtünmeye mahkum edilen kadın, toplum hayatındaki rollerini kaybetmiştir. Bu durum Tanzimat’la birlikte gelişen özgürleşme ve eğitim talepleriyle değişmeye başlamıştır. Tanzimat dönemi yazarlarının batılı hak taleplerinin içinde kadının sorunlarına çözüm üretmek için kamuoyu oluşturma istemi de vardı. Özellikle 19.yüzyılın sonlarına doğru önemli  bir çıkış olarak “Hanımlara Mahsus Gazete” üzerinde durmak gerekir. Kadın yazarların önemli katkıları olarak çıkan bu gazeteye ek olarak bir çok entelektüel erkek de kadın özgürleşmesinin gereği üzerinde durmuşlardır. Hüseyin Rahmi Gürpınar, Halit Ziya Uşaklıgil, Namık Kemal önemli isimlerdir. Devam eden dönemde bir çok karmaşadan sonra ikinci Meşrutiyet bazı tartışmalar için olanak yaratmış olmakla birlikte örneğin örtünme ile ilgili yeni yasa taleplerinin de gündeme getirildiği bilinmektedir. Meşrutiyet döneminde bir çok kadın derneği kurulmuştur. İlk kadın derneklerinin daha çok hayırsever amaçlarla kurulmuş olduğunu görürüz. İkinci Meş rutiyetle ortaya çıkan önemli değişimlerden birisi de ev içinde gerçekleşen eğitimden kadınlar için de okulda eğitime geçilmiş olmasıdır. 1917 tarihli Hukuk-u Aile Kararnamesi üzerinde özel olarak durmak gerekir. Bu Kanun Hükmünde Kararname, İslam ülkelerinde hangi dinden olursa olsun herkesi kapsayan ilk standart belge olma özelliği göstermektedir. Bu kararname ile kadınlara boşanma ve poligamiye karşı bazı haklar tanınmakta, evlenmelerde her dinden teba için devletin kontrolü şart koşulmaktadır. Ancak yasa 1919 Haziranı’nda yürürlükten kaldırılmıştır.

Birinci Dünya Savaş ının yarattığı ortam  bütün dünya da olduğu gibi ülkemizde de kadınların geleneksel rollerinde zorunlu bir değişimi ortaya çıkarmış tır. Savaşın çok kısa bir sürede

topyekün bir savaşa dönüşmesi erkeklerin cepheye gitmesini kalan alanlarda ve geri hizmetlerde kadın gücüne ihtiyaç duyulmasına yol açmıştır. Gündelik hizmetlerin yanında askerlerin gereksinimlerini karşılamak için açılan yeni fabrikalarda kadın işçilerin istihdam edildiğini görmekteyiz.

Ülkemizde, Birinci Dünya Savaşının yenilgi ve 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi ile sonuçlanmasıyla ortaya çıkan acı tabloda hemen hemen hiçbir hakkı olmayan kadınların da çeş itli mitinglerle protestoları vardır. Başlayan Kurtuluş savaşı sadece bir cephe savaşı olarak kalmamış yeni bir yapılanmanın hem kurtuluşu hem de kuruluşuna dönüşmüş tür. Kurtuluş Savaş ında Türk kadını önemli etkinliklerde bulunmuş ve vatanını canı gönülden savunmuştur. Tarihimizin en zorlu dönemi olan 1914-1923 yılları, kadın haklarına ilişkin de yeni bir çizgiyi gündeme getirmiştir.

Atatürk’ün Türk toplumunu çağdaş uygarlık yörüngesine oturtmak gibi büyük amacının iki önemli yönü vardır; Birincisi, gelenekçilik tutumunu yok etmek, ikincisi de bu yörüngeye uygun kuralları, kurumları, örgütleri yerleştirmek, toplumun yeni kuşaklarını buna göre yetiştirmektir. Bu anlamda Cumhuriyet dönemi geliş meleri bir yenilenme arayışı olarak adlandırılabilir.

Atatürk, Türk toplumunun temeli kabul ettiği aileye ve ailenin de direği olarak gördüğü kadına, çok büyük önem vermiştir. Atatürk, ailenin bireylerine bireyler arası ilişkilerine ve bu bireylerin huzur ve mutluluğuna eğilerek onları eğitimde ve iktisatta çağdaş medeniyetler seviyesinin üzerine çıkarmaya çalışmıştır. Özellikle hukuk alanında kadınlara geniş haklar tanımış tır.

Atatürk’ün kadının statüsüne ilişkin yaklaşımları evrensel niteliktedir ve son derece geniş bir perspektife sahiptir ve bu perspektif yeni cumhuriyetinde en belirgin özelliklerinden birisidir. Atatürk, 1923 yılında “..şuna inanmak lazımdır ki dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir” ya da “ ..toplumun baş arısızlığının asıl sebebi kadınlara karşı olan bilgisizlikten ileri gelir, bir toplumun bir organı faaliyette iken diğer bir organı işlemez ise o toplum felç olur” derken bu yaklaşımını dile getirmektedir. Bu hedef için önemli bir başlangıç olarak 1924 yılında yürürlüğe konulan Tevhid-i Tedrisat kanunu bir yandan eğitimi merkezileştirip bir düzene sokarken diğer yandan kadın nüfuza ilkokul, orta okul ve yüksekokul öğreniminin kapılarını açmıştır. Bunun anlamı cinsiyet ayrımı gözetilmeden eğitimde eşitlik olanağının yaratılmasıdır.

4. SİYASAL HAKLAR

Siyasi Sosyalleşme Kuramları olarak adlandırılan ve kadının siyasal karar alma süreçlerinden ayrı kalmasının toplumsal yapıya etkilerini irdeleyen sosyolojik çalışmalar toplumsal gelişmeye ve tipikleştirmeye bu eğilimin etkisinin ne derece önemli olduğunu göstermektedir. Kız ve erkek çocuklarının, çocukluktan itibaren ayrı ilgi alanlarına itilmeleri ve sosyalleşme sürecinde erkeğe karar verme rolü yüklenirken, kız çocuklarına edilgen oluş , bağımlılık ve ikincillik rolleri öğretilmektedir. Bu durum doğal olarak siyasal karar alma süreçlerinden kadının uzaklaşması sonucunu doğurmaktadır.

Siyasal haklar açısından Türkiye Cumhuriyeti’nin iki temel ekseni üzerinde durmak gerekir. Bunlar ulusçuluk ve uygarlıktır. Bu iki amacın gerçekleşmesi için toplumsal yaşam içinde kadının konumunun güçlendirilmesi gerekiyordu. Bu hedef çerçevesinde yaratılan yeni kadın tipini Halide Edip Adıvar şöyle çizmektedir: “Ulusu için yararlı olmaya çalışan, siyası alanda erkeklerin yanında yerini alan, buna karşın müşfikliğinden kaybetmeyen, ağırbaşlı, arkadaş , vatanının anası, halkçı kadın” tipi. Bu yaklaşımda birbirine karşıt olarak algılanan değerleri uzlaş tırarak yeni bir kadın imgesi yaratmıştır. Bu imgenin toplumsal yaşama ve yönetimine etkin katılımı siyasal hakların tanınması ile gerçekleşebilecektir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ikinci döneminin sonlarına doğru, kadınlara siyasi hakların verilmesi yolunda kadınlar tarafından dileklerde bulunulmuş , bazı konferanslar verilmiş bu konuda bir takım kadın dernekleri harekete geçmiştir.

Türk kadınının siyasal heklardan yararlanması da Atatürk’ün ileri görüşlülüğü ile dünya ülkelerinin bir çoğundan önce olmuştur. 3 Nisan 1930 gün ve1580 sayılı yasayla Türk kadınının önce belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır. Daha sonra 26 Ekim 1933 gün ve 2349 sayılı kanunla da kadınlar köy ihtiyar heyetlerine ve muhtarlığa seçme ve seçilme haklarını elde etmişlerdir. Daha sonra 1934 tarihli ve 2599 sayılı yasayla milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanınmış tır.

1935 yılın`a yapılan ilk genel seçimde de 18 kadın milletvekili Türkiye Büyük Millet Meclisine girmiştir. Bu günümüze kadar mecliste ulaşılmış en yüksek milletvekili kadın üye sayısıdır. Ne yazıkki eğitimli kadın sayısı Cumhuriyet’in ilk yıllarına göre çok artmış olmasına rağmen halen yeteri kadar kadın temsilinin mecliste yer aldığından söz edemeyiz.

Kadınların siyasal haklarını kullanmaları bakımından 1935-1991 dönemi incelendiğinde kadın temsilcilerin tek partili dönemde Meclis içindeki oranlarının daha yüksek olduğu, çok partili demokrasiye geçildiği dönemde ise kadın parlamenter sayısının giderek azaldığı görülmektedir.

5. YASAL HAKLAR

Bu başlık altında Türk Hukuk Devriminin en önemli kazanımlarından birisi olan Medeni Yasa’nın üzerinde özel olarak durmak gerekmektedir. Hukuk devriminin en önemli yasası olarak hazırlanan 1926 tarihli Türk Medeni Yasası toplumun yeni anlayışının bel kemiğini oluş turmuş tur. Türk Medeni Yasası bir çok olumlu düzenlemesinin yanında,  kadının sosyal yaşamını da çağa uygun olarak yeniden düzenlemiş tir. Medeni kanunun amacı adet ve görenekleri tercüme etmek değil, tersine modernliğin ilkelerine uygun yeni bir aile yapısı getirerek, bu adet ve görenekleri aşmaktır. Kadının temel haklarının yanında tek eşliliğin kabulü, boşanmanın yargıya taşınması, mülkiyet edinmede ayrımın kaldırılması, eşit ücret olanağı, ve özellikle din ve devlet iş lerinin birbirinden ayrılmasıyla kadın üzerindeki görünür görünmez bir çok baskının kaldırılması olanaklarını da yaratmıştır. 19. yüzyılda meydana getirilen medeni kanunların hemen hepsinde, kadın ve erkekten her birinin özellikle aile içi fonksiyonları arasında fark gözeten klasik anlayışa sadık kalınmıştır. Bunun anlamı bazı noktalarda eşitlik prensibinden ayrılmış olmadır. Oysa günümüzdeki gelişmeler kadın erkek arasındaki farkların giderek silinmekte olduğunu göstermektedir. Buna bağlı olarak eşitlikçi taleplerin artarak hukuksal yapıda da varlık kazanmaya baş lamıştır.

Hukuksal gelişim ve değişim açısından şu noktalar üzerinde özel olarak durulması gerekmektedir;

  1. .                      • Monagamik yani tek eş le evliliğin sağlanması,
  2. .                      • Süreli evlenmenin (Müt’a) yasaklanması,
  3. .                      • Evlenmeye zorlanmanın yasaklanması,
  4. .                      • Boşanma hukukunda eşitliğin getirilmesi ve resmiyete bağlanması,
  5. .                      • Kadına şiddet uygulanmasının yasaklanması,
  6. .                      • Miras bölüşümünde eş itlik.

Türk toplumu medeni yasanın yürürlüğe girdiği 1926 yılından günümüze kadar sosyal, ekonomik ve kültürel bakımdan büyük değişim ve gelişim geçirmiştir. Özellikle kentli insan nüfusunun kırsal kesimde yaşayanlara oranla hızla artışı yeni toplumsal gereksinimler doğurmuştur. Kentsel değerler toplumsal yaşamda belirleyici olmaya başlamıştır.

Yukarıda sayılan hususlar konusunda Medeni Yasa’nın düzenlemesi büyük bir adım olmakla birlikte Medeni Yasa’da yapılan son değişikliklerle, kadının statüsü daha da iyi bir konuma yükseltilmiştir. Özellikle evlilik birliğinde edinilen malların eşler arasında hakça bölüşümüne iliş kin yeni kabuller, kadın hakları açısından ciddi kazanımlar sağlamıştır.

6. EKONOMK HAKLAR

İş , Sosyal Güvenlik ve Sağlık yasalarında kadınların korunmasına dair pek çok hüküm yer almaktadır.

1475 Sayılı İş Yasasına Göre;

  1. .                      •          Maden ocakları, kablo döşemesi, kanalizasyon ve tünel inşaatı gibi yer altı ve su altında çalışılacak işlerde kadın çalış tırılması yasaktır (mad.68.)
  2. .                      •          Sanayie ait işlerde kadınların gece çalıştırılması yasaktır(mad.69.)
  3. .                      •          Kadın işçilerin doğum öncesi ve sonrası toplam 12 haftalık yasal izin süreleri vardır. Aynı durumdaki kadınlara isteği üzerine ücretsiz izin verilebilir (mad.70)
  4. .                      •          Gebe ve emzikli kadınların hangi işlerde ve hangi ş artlarda çalıştırılabileceği tüzüklerle düzenlenmiştir. Çocuklu kadınların çocuklarının bakımının temin edileceği kreşlerde hukuken sağlanmak zorundadır.
  5. .                      •          Emzikli kadın işçilerin çocuklarına süt vermek için, belirtilecek süreler işçinin günlük iş süresinden sayılır (mad. 62.)

Sosyal Güvenlik Yasası ise herkesin sosyal güvenlik hakkına sahip olduğunu belirtmektedir. Devlet bunu sağlayacak tedbirleri alır ve kurumları oluşturur hükmünü getirmektedir. Bu kurumların Emekli Sandığı, Bağ-Kur ve Sosyal Sigortalar Kurumu olarak teşkilatlandırıldığını görmekteyiz. Her üç kurum içindede esas olarak emek kullanımı alınmıştır ve cinsiyetçi bir ayrım yapılmamaktadır.

Ancak bir çok bedensel farklılık göz önüne alındığında, kadının konumunun güçlendirilmesi için pozitif ayrımcılık dediğimiz lehe düzenlemelere gereksinim vardır. Bütün dünyada kadının, doğum izninin uzatılması, çocuklarıyla ilgilenmesi için ek zaman verilmesi, ağır işlerde çalış tırılmaması veya çalışma saatlerinin düzenlenmesi ile ilgili hükümlerle korunduğunu görmekteyiz.

Sosyal güvenlikle ilgili düzenlemeler, bir yandan, belirli bir çalışma sonrası emekli aylığını hak etme ve bunun temini gibi konuları düzenlerken, diğer yandan, çalışanın sağlığının korunması ile ilgili düzenlemeleri de kapsamaktadır. Çalışanın belirli bir yakınlık derecesinde olan ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerde bu kapsam içinde değerlendirilmektedir. Örneğin ölüm halinde maaş ından yararlanma yada belli bir yaşa kadar sağlık hizmetlerinden yararlanmaya devam etme gibi.

Özellikle kadınların iş ve sosyal güvenlik haklarının daha verimli sağlanabilmesi için aş ağıdaki değiş iklikler önerilebilir:

  1. .                      •          Ayarlanabilir iş süreleri,
  2. .                      •          Kreş ve çocuk yuvalarının geliş tirilmesi ve yaygınlaş tırılması,
  3. .                      •          Konut, kredi ve tatil olanaklarının arttırılması.

Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar

Tekin Akıllıoğlu. İnsan Hakları I. Kavram Kaynaklar ve Koruma Sistemleri, insan Hakları Merkezi Yayınları No: 17, Ankara 1995

Emel Doğramacı. Atatürk’ten Günümüze Sosyal Değişmede Türk Kadını, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araş tırma Merkezi Yayını, Ankara 1993

Derleme: Türkiye’de Ailenin Değişimi Yasal Açıdan incelemeler, Türk Sosyal Bilimler Derneği Yayını, Ankara 19984

Derleme: Sosyo-Kültürel Değişim Sürecinde Türk Ailesi, C. 2-3, T.C. Başbakanlık Araş tırma Kurumu Yayını, Ankara 1992

*

Bu çalışma Eskişehir Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’nde okutulacak ders metni olarak hazırlanmış ve

Toplumsal Yaşamda Kadın Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi, Anadolu Üniversite Yayınları,

Eskişehir, 2000’de yayınlanmıştır.

Derleyen : Mehmet Sungur

09.01.2011

Mevlana olmak zormu ?

Mevlana olmak zormu ?

Mehmet SUNGUR

Yıllardır hep sorarım kendime ; Mevlana olmak zormudur ? Tabiiki zordur diye cevaplar geçerdim. Bugün öyle olmadı.

Sabahleyin kalktığımda yine aklıma geldi “mevlana olmak zormu” ?. Yoook; hiçte  zor değildir diye bir cevap geldi içimden..ve devam ederek anlatmaya başladı.

Gel, ne olursan ol, yine gel.! Demişti Mevlana.

Yüzyıllardan beri bu cümleyi dilimizden düşürmeyiz, ancak tatbikine gelince biraz zorlanırız. Başka inancı olanları “kafir” olarak varsayarız. Meyhaneye arasıra uğrayanları, dinden çıktılar diye vasıflandırırız.

O büyük insan “Gel, ne olursan ol,” dediği zaman sadece insanı insan olarak düşünmek istemişti. Ayırım yapmadan…hiçbir ayırım yapmadan; dil,din, ırk ayırımı yapmadan söylemişti.

Birçok değerlerimizi korumakta başarılı olamıyoruz. Doğduğumuzda sadece insan olarak doğduğumuzu bazen unuturuz.

Eskilerde, bir yaşlı kimseyi gördüğümüzde ona saygı duyardık, otobüste kalkar yerimizi ona vermeyi bir özellik olarak algılardık.

Yorgun bir komşumuzun yorulduğunu anlamakta zorluk çekmezdik, yardımcı olmayı bir görev addederdik.

Ne oldu ? Neden bu kadar önemli değerlerimizi kaybettiğimizi görüp anlıyamıyoruz ? Hangi hırs bizim kalbimizdeki o değerleri azalttı ?

Kahvelerimiz hiç boş kalmaz. Sandalye bulamazsınız  girdiğinizde; dedikodunun her türlüsü mevcuttur. Konulara gelince içeriği tamamen boş olup, orda olmayanların hakkında hüküm vermektir.

Kimin ne kadar parası, hangi marka arabası, kaç dairesi vb. … tabiiki hiçbirini dışlamak istemem. Oldukları gibi gelsinler. Ama onlarda diğer insanları oldukları gibi kabullensinler.

Kimseyi ınancı, politik görüşü, ayrı dil konuştuğu için yargılamasınlar.

Karısını arasıra dövmiyenlerle “sen kılıbıksın” diye dalga geçmesinler.

Evin ihtiyacı olan parayı kumara vermesinler. Sosyal yardım almanın ayıp olmadığını…ancak sosyal dairelere yalan bilgi vermenin yalnış olduğunu bilsinler.

Eğer Mevlana’ın çağrısını anlıyabilirsek ? insan olduğumuzu unutmayız. O zaman hepimiz birer “Mevlana” olabiliriz… günümüzde biraz zor olsa bile (?)

Kadın hakk nurudur, sadece sevgili değil….

Sanki yaratıcıdır, yaratılmış değildir.

Mevlana / Mesnevi I

Kalın Sağlıcakla

Mehmet Sungur        27/05/2010

KÜNYENİZE DİKKAT EDİN! / MADDE: 20

Hakkımızdaki bilgiler sadece bize aittir…

Künyen-ize Dikkat edin..!

Gelişen ve her gün Global-leşen Dünyamızda hızlı oluşan bir teknoloji çağını yaşıyoruz. İnanın 25 yıldır bilgisayar ve internet kullanıcısıyım, ben dahi zorlanıyorum. Çünkü bugün aldığınız “yazılıma” bağımlı elektronik eşya, aldığınız an zaten eskimiş. Milyonlarca program yazıcıları yarış halinde program yazıyorlar; her yeni diye önümüze konanları almak sadece yaldızlı reklamlarla bize ürününü impose edenlerin kesesini dolduruyor. Özellikle Bilgisayar dünyası bu konuda bize çok cazip geliyor. Ben; bana  yeterli olduğuna inandığım ürün benim için en “yeni ve en güzelidir” prensiplerimi yıllardır koruyorum….tavsiye ederim.

Bilgisayar artık hayatımızın her dalına girmiştir, onsuz hiç birşey yapmak mümkün değil; bunu varsayım olarak kabul edelim. O halde kendimize sormaktan korkmayalım… Bilgisayar ve onunla bağimlı olan İnternet’i ne kadar bilinçli kullanıyoruz?.

İnternet bizim Dünya’ya açılan; köyümüzün sınırları içersinde kalmayan bir büyük pencere, o halde biz internet ağına girdiğimiz an… 7 milyar insanın karşısına çıkıyoruz; tasavvur edilemeyecek kadar büyük bir insan topluluğu. Bu insanların arasında milyarlarca dürüst İnsan varken, belki bir o kadar da Profosyonel dolandırıcı, hırsız, edepsiz, arsız, soyu sopu belli olmayan insanlar da mevcut. Namus kelimesini hiç duymayanlarda var; para için hiç bir kötülükten kaçınmayan terbiyesizlerde mevcut. Aralarında dikkatsız insanları tuzağa düşürebilmek için özel eğitilmiş kendilerini iyi satabilen “super zekalı” piskopatlarda var… var…var, var…(?) bitmiyorki… başka ne var ?? Adres tüccarları var.

Doğru okudunuz…adres tüccarları var. Bu adres tüccarları için bizim hakkımızda olan bilgiler önemli değer taşıyor; onlara erişebilmek için her türlü (maalesef kanunların gölgesinde) çareye baş vuruyorlar. Avrupa piyasalarında beher adres 0,50 cent olarak alıcı buluyor.

Bu adresler nelerdir; E-Posta, Telefon, cep telefonu, oturduğumuz şehir, kişisel adresimiz, yaşımız, cinsiyetimiz, evli bekar olmamız, tahsil derecemiz, hobilerimiz ve bir çok ilginç taraflarımız. O bir çokların arasında en ilginç olanı ise; banka kartı numaramız tabii bunun yanında.. o bizim her gün çekinmeden Eczanede dahi fotokopisi istenilen (halk dilinde meşhurr kafa kağıtımız) Hüviyet Cüzdanımız var ya… onun numarası. Oh be daha ne kaldı!

… hah, nerdeyse unutacaktım; bazı şer……..sizler kaliteli çekilmiş fotoğraflar için neler yapmıyorlarki.

Kardeşlerim!, bu değerli KÜNYELERİNİZE dikkat edin; onları bilinçsiz olarak İnternet’te yayınlamayın. Kayıt olduğunuz Siteler Sizden 3 bilgiden dah fazla bilgi istiyorsa… tuzun koktuğunu hissedin.

Bu üç bilgi dürüst İnternet Firmalarına yetiyorsa, herkes için yeterli olabilir demektir

1)      E-Posta adresiniz

2)      Kullanıcı adınız (nick)

3)      Şifreniz

Bunların dışındaki bilgileriniz zorunlu olmamalıdır.

Sevgili kardeşlerim, arenızdan biri olarak Sizlerden rica ediyorum!

Künyenize sahip çıkın; onun bekçisi sadece Sizlersiniz…!

Mehmet Sungur

04.03.2011

*********************************************************************************************

Madde 20

2010 TASLAĞI

Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz. (Üçüncü cümle mülga: 3/10/2001-4709/5 md.) (Değişik: 3/10/2001-4709/5 md.) Millî güvenlik, kamu düzeni, suç islenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmi dört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını el koymadan itibaren kırk sekiz saat içinde açıklar; aksi halde, el koyma kendiliğinden kalkar.

Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla islenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir.

1982 ANAYASASI

Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz. (Üçüncü cümle mülga: 3/10/2001-4709/5 md.) (Değişik: 3/10/2001-4709/5 md.) Millî güvenlik, kamu düzeni, suç islenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmi dört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını el koymadan itibaren kırk sekiz saat içinde açıklar; aksi halde, el koyma kendiliğinden kalkar.

İnsan Özgür doğar, Özgür yaşar ve Özgür gitmeye hakkı vardır.

Mehmet Sungur

“Kürkçü dükkanı”

Kürkçü dükkanı (?)

Uzaklarda çok uzaklarda olsak bile, gönlümüz de bir sevda vardır, hasret ve özlemdir o sevdanın adı. Kuzey kutbunda olsan bile bırakmaz yakanı “yavuklun” gibidir, hep onu özlersin. İyi günlerinde kötü günlerinde onunla bir bağın olduğunu hiç unutamazsın; oraların havasını içine çekmek istersin; aklından hayalinden neler geçmez ki… kale mahallesi, karaağaç, deliktaş, köyümüzün eskiyen, yıkılmaya terk edilen Okul’unu; daha bir çok köşesini hatırlarsın.

Hatırlarsın oyun oynadığın arkadaşlarını, oyunlarımız farklı idi bir zamanlar diye düşünürsünüz. Mogof, (mile) kaçmakale, koltaşı yarışmaları ve daha farklı oyunlar vardı kültürümüzde. Ne yazıkki bütün bunlar mazi oldu, yerlerini yeni oyunlara bıraktılar; gelişen teknoloji farklı oyunlar getirdi günlük hayatımıza. Gelişen teknoloji o kadar hızlı gidiyorki, arkasından koşabilmek yoruyor insanı.

Yalnız değişen bunlarmı?… Dünya değişti; Küresel açılım insanları yakınlaştırdı… öyle çok gerilerde değil İstanbul’dan gelene hoş geldin diyerek ona hayran kaldığımız günler. İstanbul nasıl bir şehir diye merakımızı gidermek için soru yağmuruna tutardık “oralardan” gelenleri.

Bu Küresel açılımda bizde varız diyebilmek büyük bir mutluluktur. Ne varki açılım tanınmakla başlıyor, kendisini tanıtamıyanları… kimsenin tanima zorunluluğu olmaz.

Köyümüzü tanıtabilmek, gelişen teknolojiyi bilinçli kullanarak uygulamak … atılacak ilk adımlardır. Bunun için bilgilere, belgelere hatta görsellere ihtiyaç vardır. Köyüm için kurduğum bu Site hepimizin Site’sidir; ben kurdum Sizler yaşatacaksınız… genç ve dinamik, yeni teknolojiyle küskünlüğü olmayan kuşakların görevi olmalıdır bu hedef.

Genç kuşakların bir çoğunu tanıyamıyorum; doğal olarak onlarda beni tanımıyorlar, ancak isimden, veya Babasına benzediğinden tanıyabiliyorum. Hiç tanıyamadıklarıma da çekinmeden soruyorum…yeğenim Sen kimin oğlusun diye? Sağ olsunlar, çabuk anlaşıyoruz…aramızda mevcut olan kuşak farkına rağmen.

Evet… gençlerimiz, fidanlarımız, görev almaktan kaçınmayın. Ben köyümde değildim artık bir özür olmaktan çıkmıştır; iletişim çağında yaşıyoruz, uzaklarda olsanız dahi bir nesne köyünüzdesiniz…untutmayınız!

Vardır ya; o “eski” ancak güncelliğini hiç bir zaman kaybetmeyecek olan Atasözümüz; “Tilkinin sonunda geleceği yer kürkcü dükkanıdır” ….(?)

Selam, sevgi hepinize Çubuklu köyünden… köyünüzden!

Mehmet Sungur

www.cubuklukoyu.wordpress.com

61cubuklukoyu@gmail.com