21/01/2013
tarafından Mehmet Nuri Sunguroğlu
Yazan: Gülçin Serin
Çoğu zaman ani verilen kararların en iyi ve en doğru kararlar olduğuna inanmış, neticede ise
yanılmamışımdır. Kimbilir belki bu yanılmayışlarım, tesadüflerin bana duyduğu bir sempatinin
eseri olmuştur. Bilmiyorum.
Bu kez de noel tatilinden faydalanmak için son anda Frankfurt’ a, hem de trenle gitmeye karar
vermiştim.
Nedense çocukluğumdan beri, kışın hertarafın karlarla kaplı olduğu o sessiz beyazlıktaki tren
yolculuğu, bana öylesine büyük bir mutluluk verir ki…
Tren istasyonuna geldiğim zaman müthiş bir kalabalıkla karşılaştım. Sanki bütün Hamburg
benim gibi noel tatilini Frankfurt’ da geçirecekti. Kısa bir zaman sonra trenimiz geldi. O korkunç
kalabalık arasında nasıl olduğunu anlamadan, kendimi trenin içinde buldum.Gözüme ilişen
ilk kompartımana zor attım kendimi. Nihayet bir yer bulabilmiştim. Elimdeki küçük valizimi
yerleştirdikten sonra, yerime oturdum. Artık yolculuğum başlayabilirdi.
Cevahir hanımı da bu seyahatim esnasında, aynı kompartımanda tanımıştım.
Orta boylu, şişmanca bir yapıya sahip, samimi, sevecen, esmer bir kadındı Cevahir hanım.
Kırsal bir kesimden geldiği, buralarda yaşamadığı ve de hal ve tavırlarından, tipik bir Türk
kadını olduğu daha ilk bakışta belli oluyordu.
Tren henüz hareket etmişti ki, “Affedersiniz, Türk müsünüz?” diye sorduğumda
“Evet yavrum Türk’ üm derken, ürkek bakışlı gözlerindeki o mutluluk ifadesi, gerçekten
görülmeye değerdi.
“Ben de Türk’ üm “ dedim ve birbirimize iyi yolculuklar dileyerek yolboyunca yapacağımız
sohbete, biraz da olsa, yol açmış olduk.
Adının CEVAHİR olduğunu söyledikten sonra şakacı bir tavırla “ Adımın daha modern bir ad
olmasını isterdim doğrusu” diyerek, hoşlandığı birkaç ismi sıraladı.
Birara, hızla gitmekte olan trenin penceresinden o sessiz beyazlığa bakarak dalıp gitmesi ,
bende konuşmayı pek sevmeyen bir insanmış hissini uyandırmış olmasına rağmen, onu tetkik
edebilmem açısından da, güzel bir fırsat yaratmıştı benim için.
Gözlerinden, geçmişte çok acılı ve çileli bir yaşam geçirmiş, darbe üstüne darbe yemiş bir
insan olduğu öylesine kolay okunuyordu ki. Yüzündeki derin ve karmakarışık çizgilerse,
gözlerinin bu ifadesini kanıtlayan, resimlendiren bir şahit gibiydi adeta.
Seyahatinin nereye olduğunu sorduğumda, birden o an, bilmeyi çok arzu edip, bilemediğim
düşüncelerinden uzaklaşarak, “Frankfurt’ a oğlumu ve hiç görmediğim torunlarımı görmeye
gidiyorum “ demesi üzerine ben de, “ herhalde epeyce kalır hasret giderirsiniz” der demez,
“Ah keşke uzun kalabilsem nerde o günler ? Oğlumun dediğine göre, gelinim sadece bir
hafta onlarda kalabileceğimi söylemiş. Evleri küçük olduğu için, beni daha uzun bir süre
ağırlayamazlarmış.
Ne yapayım, o da yeter bana. Oğlumu görmeyeli epeyce zaman oldu. Sonra tekrar
memleketime döneceğim. Alman gelin, bizimkilere benzemez. Buna da şükür” diye yanıtladı
benim kısacık sorumu.
Bir an kendi kendime “ Keşke sormasaydım “ diyerek, pişmanlık duydum. Ama iş işten
geçmişti. Birazcık konuyu değiştirmek için, “ Hamburg’ da nerede kaldınız?”diye sorduğumda
“ Hamburg’ da yirmi yıldır yaşayan bir kızım var. Kocası pek hayırlı sayılmaz. Üç oğlunun hatırı
için o adamı çekiyor. Yoksa bugün bırakacak onu.
İçkici, kumarcının teki. Onlarda da sadece üç gün kalabildim. Zaten damadım pek misafir
sevmez. Ama ne yapacaksın, hiç değilse kızımı ve torunlarımı görebilmek için, damadımın
kabalıklarına ses çıkarmadım” derken gözlerinin dolduğunu gördüm.
Artık hiçbirşey sormamaya karar vermiştim.
Bir iki saat sonra sohbetimiz, O’ na hiçbir soru yöneltmeden, kendi kendine hayatını kendisinin
anlatmasıyla epeyce koyulaşmıştı.
Geçmişini öylesine duyarak, öylesine hissederek anlatmaya başlamıştı ki, sanki yıllarca içinde
biriktirdiği, kimseye açıklayamadığı acılarını, gerçekleştiremediği arzularını, isteklerini daha
doğrusu gizli sırlarını birisiyle paylaşabilecek fırsatı, ilk kez bulmuş gibiydi.
Hikayesini anlatırken, bir ara 65 yaşında olduğunu söyleyince, şaşkınlığımı yüzümden
farketmiş olacak ki, “ Çok daha yaşlı gösteriyorum değıl mi?” demek lüzumunu hissetti.
Karşısındakilerin bu tür şaşkınlıklarına alışkın olduğunu ifade eden bir tavırla, anlatımına
devam etti. O günlerini tekrar yaşadığını hissettim.Anlattıklarının o kadar çok tesirinde
kalmıştım ki, ben de onunla, o yıllara birlikte gidip, o’ nun yaşadığı o günleri karşıdan seyrettim
sanki. Öylesine duygulanmıştım ki, ne söyleyeceğimi bilemez haldeydim. Kısa bir sessizlikten
sonra, derin bir AAAHHH çekerek:
“Tahsilim olsaydı, bu hayatımı içeren bir kitap yazar, bu kitabımla da, benim gibi yaşayan ve de
yaşayacak olan tüm kadınlara bir mesaj verirdim. Hayatta şimdi tek arzum ve de isteğim budur”
dedikten sonra, gözlerinden akan yaşları, elleriyle silmeye başladı.
Yine kısa bir sessizlik oldu. Bu arada çantasından çıkardığı plastik kutunun kapağını açarken
“Evde ellerimle yaptığım böreği senin de tatmanı isterim” diyerek, bana da bir parça ikram etti.
Böreklerimizi yerken, “Çok güzel olmuş, ellerinize sağlık” diyince:
“Benim böreğim güzel olur, afiyet olsun yavrum” dedi ve dalgın bakışlarla böreğini yemeye
başladı. Yolboyunca yaptığımız sohbetimiz neticesinde, vaktin nasıl geçtiğini ikimiz
de anlayamadık. Oysa, dörtbuçuk saat sürecek bu yolculukta nasıl vakit geçireceğimi
düşünmüştüm bir gün evvel.
Bu arada, Frankfurt’ a gelmemize de çok az bir zaman kalmıştı zaten. Uzun zamandır görmediği
oğlunu göreceği için duyduğu mutluluk ve heyecanını, hareketleriyle, konuşmasıyla ve
gözlerindeki pırıltıyla öylesine belli ediyordu ki..
Nihayet trenimiz Frankfurt garına girmişti. Beraberindeki ufak valizini ve küçük siyah çantasını
aldıktan sonra, sıra vedalaşmaya gelmişti. O an beni içten kucaklayarak, O’ nu yol boyunca
dinlediğim için duyduğu mutluluğu, benim gibi bir insanla karşılaştığı için çok memnun
olduğunu ve beni herzaman hatırlayacağını söylemesi, beni çok ama çok duygulandırmıştı.
Cevahir hanımın mutluluğunu ifade eden bu sözlerini, en önemlisi bunları söylerken, dikkatimi
çeken o yüz ifadesini ömrümce unutmayacağım diyebilirim.
Trenden indiğimiz zaman, kendisini karşılamaya gelen oğlunu görünce, o an sevinçle, hüzünü
birarada yaşadığını hissettim.
Kendi kendime dedim ki, “Sadece üç gün Hamburg’ da kızının yanında misafir olup, hasret
gideren, oğlunun yanında ise, yalnızca bir hafta kalmasına müsaade edilen bu CEVAHİR ANNE,
çektiği bunca üzüntü ve hasretten sonra, acaba birdaha nezaman çocuklarını ve torunlarını
görebilecek? Veyahut ta, birdaha onları görebilme fırsatını bulabilecek mi?
Ben bunları düşünürken, o oğluna sarılmış, mutluluktan hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.
İstasyondan çıkmak üzere yürümeye başladım. Çıkış kapısına yaklaştığımda, arkama son kez
baktım. Cevahir Hanım ve oğlu yoklardı.
İşte o an, en kısa zamanda Cevahir Hanımla yaptığımız yolculuğumuzla ilgili bir yazı
yazacağıma karar verdim.
SEVGİLİ CEVAHİR HANIM
Frankfurt’ ta güzel geçen bir kaç günden sonra, yine evimdeyim.
Şu anda ben sizin için bu satırları yazarken, siz neredesiniz, ne yapıyorsunuz ? Bilemiyorum.
Öyle zannediyorum ki, o küçük evinizde yine yıllardan beri paylaştığınız yalnızlığınızla
başbaşasınızdır.
Çok istediğiniz halde, hayatınızı bir roman olarak belki siz yazamadınız veyahut da
yazdıramadınız. Ama ben kısa da olsa, bana anlattıklarınızı sizin için birkaç dörtlüğümle
özetlemeye çalıştım.
Dilerim arzu ettiğiniz gibi, sizin geçmişinizi yaşayan ve yaşayacak ve de yaşatacaklara
sayenizde, faydalı ve uyarıcı bir mesaj olur bu şiirim.
Sevgili Cevahir hanım,
Bu şiirimi size ithaf ediyorum. Ayrıca, yaşadığım sürece sizin , anılarınızla birlikte hem
kalbimde, hem de düşüncelerimde CEVAHİR HANIM olarak yaşayacağınızı da belirtmek
istiyorum.
CEVAHİR HANIM
Yaşamak istedim ben de, ilkbaharımı gönlümce,
Tattım o ürperten heyecanı, ilk kez sevince.
Dövdüler “Gönül benim karışmayın” diyince,
“Utan utan ahlaksız” dediler.
Okuyup doktor olmak, hastalara koşmak istedim,
Arkadaşlarımı kendim seçerim diye ümidettim.
“İsanlara şifa vermek istiyorum” diyince,
“Erkeklerede mi? Asla olmaz GÜNAH” dediler.
Evlendirdiler çocuk yaşta, istedikleri insanla,
Yaşadım tüm azabı yıllarca, tekme ve tokatla.
“Dayanamıyorum, baba evine gideceğim” diyince,
“Namus mes’ elesidir, katlanacaksın” dediler.
Büyüttüm çocuklarımı, hergün akan gözyaşlarımla,
Yoktu ki imkanım, dertleşeyim gerçek dostlarımla.
İsyan edip, “Ölmek istiyorum” diyince,
“Sabırlı ol, cehenneme gidersin” dediler.
Böyle geçti tüm yaşamım, baskı ve işkenceyle,
İsterdim herkes gibi yaşamak, sevmek ve sevilmekle.
“Çok zormuş bu yaşta çekilen yalnızlık” diyince,
“Kendi aptallığın, bunu haketmişsin” dediler.
Öğrendim herşeyin yanlışlığını, doğruluğunu,
Vaktin artık çok geç, dostlarınsa olmadığını.
Kendi kendime “Yaşa artık şu son günlerini” diyince,
Karşıkoydu organlarım “ Biz yorgunuz” dediler.
Anlattım işte size gerçek hayatımı,
Lanetliyorum haksızlıklarla cezalandırılmamı
Bir kez geliyor insan, yaşam hakkıyla dünyaya
Değmez hiç bir şey, bunca azap ve ağlamaya
Feda etmeyin cahil insanlar için hayatınızı
Gerçekleştirin tüm istek ve renkli rüyalarınızı
Her insanın hakkı var dilediğince yaşamaya
İnanmayın olmayacak ayıplara, asılsız günahlara
Anlattım işte size, gerçek hayatımı,
Lanetliyorum, haksızlıkla cezalandırılmalarımı,
Bir kez geliyor insan, yaşam hakkıyla dünyaya,
Değmez hiçbir şey, bunca azap ve ağlamaya.
Feda etmeyin cahil insanlar için hayatınızı,
Gerçekleştirin tüm istek ve renkli rüyalarınızı.
Her insanın hakkı var, dilediğince yaşamaya
İnanmayın olmayacak ayıplara, asılsız günahlara.
Gülçin SERİN- Hamburg
SON YORUMLAR