SOFU-ZADE FEYZULLAH EFENDİNİN KIZI, MUSTAFA KEMAL’İN ANNESİ MOLLA ZÜBEYDE HANIM

Vefatının 95 Yıl dönümünde saygıyla, hürmetle…

Onlar Rumeli’ne Anadolu Selçuklu Devletinin yüreği olan Konya’dan gelmişlerdi. 
Osmanlı gelenekleri dâhilinde fetih edilen yerlerin Türk boyuyla şenlenmesi için Anadolu’dan Rumeli’ye gönderilen Türklerdi onlar.
Fatih Sultan Mehmet 1466 yılında Karamanoğullarını ortadan kaldırdıktan sonra, Konya’nın Türkmenlerini Rumeli diyarına göndermişti. Aralarında Sofu-zade Feyzullah Efendinin de dedeleri vardı. Öz ve öz Türkmen olan bu aileye Konya’dan geldikleri için de „Konyarlar“ derlerdi.
İşte Mustafa Kemal’in annesi Zübeyde Hanım bu aileden Sofu-zade Feyzullah Efendinin kızıdır. Medrese eğitiminde başarılı olan Zübeyde hanımın Molla Zübeyde olması da bu başarısından dolayı kendisine verilmiştir.

Hikâye uzun, çok uzun. Kısa olan tarafı ise bu konuda neden yeteri kadar yazılmadığıdır?

Çok daha acı olanı ise; her türlü ahlak ve insanlıktan yoksun kalmış, elinde tespih ile dolaşan karakter-sizlerin bu memlekette Zübeyde hanım hakkında akla gelmeyecek kadar yalan ve çarpıtmayla adileşmiş yazılar yazmalarına göz yumulmasıdır!
Evet… Dediğim gibi, hikâye çok uzun.
Atatürk’ün annesi merhum Zübeyde hanıma 94. vefatı yılında Allah’tan sonsuz rahmetler diliyorum. Mekânın cennet olsun büyük kadın!

Yetiştirdiğin evlat, dünyanın gelmiş geçmiş en karakterli insanı olması nedeniyle, gittiğimiz her yerde alnımız açık olarak dolaşmaktayız.

Mehmet Nuri Sunguroğlu
14.01.2018

TÜRK AİLE YAPISINDA ÇÖKMELER DEVAM EDİYOR

mate>>Her gün 368 kişi hakimden boşandınız kararını alarak mahkemeyi terk ediyor.<<

TÜİK verilerine göre her yıl ortalama 125 305 aile boşanarak ayrılmaktadırlar. Bu rakam evlenenlerin yarısına gelmekte olduğu ülkemizde, aile bağlarının ne kadar da yıpranmış olduğunun göstergesidir. Yapılan evlilikler bu sayının iki katı olsa da, bu asla bir teselli olamaz. Hiç bir evlilik bir başka evliliğin sayısal istatistiklerden başka yerini tutması mümkün değildir.
Tüm boşanmaların sonunda faturayı ödeyen çocuklarımızın geleceğini düşünmek dahi insanı bunalıma sokacak kadar zor bir düşünce.

Türkiye Psikiyatri Derneği Ruh Sağlığı ve Medya Çalışma Birimi Koordinatörü Doç. Dr. Burhanettin Kaya, boşanmaların genellikle sosyo-ekonomik faktörlerden kaynaklandığını belirterek, ailelerin dağılmasında yoksulluk, gelir eşitsizliği, işsizlik, uygunsuz çalışma koşulları ve şiddet gibi sorunların ciddi rol oynadığını söylüyor.
Pek çok evliliğin baştan mutsuz kurulduğuna ve ilk 5 yılda sonlandırıldığı na işaret eden Kaya, 16 yıl ve üzeri evliliklerde boşanmaların yüksek olmasının kadının boşanabileceği erki ancak o yıllardan sonra kendinde bulmasıyla ilgili olduğuna işaret ediyor.

Uzmanların kibarca ifade ettiklerini öz Türkçeye tercüme edersek, çok daha farklı anlamlara erişebiliriz.
Başta dayak ve hakaret olmak üzere, sorumsuzca harcamalar, içki kumar ve aldatmalar gibi, son yıllarda ülkemizdeki kültür değişiminin etkisi çok büyük olduğunu görmek mümkündür.

Medeni olmak, hak ve hukuk istemek çok güzeldir. Ancak veremediğiniz şeyleri istemekse bir o kadar da medeni insana yakışmaz ve sonunda iş ayrılığa kadar gider.

Eşini döven erkekler olduğu gibi, eşine hakaret eden kadınlarımızın da olduğu bu toplumda, eğitimsizlik yine her yerde olduğu gibi, evliler arasında da kendini gösteriyor; ve sonunda faturayı çocuklar ödüyor.
Çok yazık!

Mehmet Nuri Sunguroğlu
12.11.2014

ÖNEMLİ OLAN ZOR OLANI BAŞARMAKTIR

anne baba cocuk>> Çocuklarımızı kendimiz için değil… kendileri için yaşama hazırlayabilirsek, onlara en büyük desteği vermiş oluruz.<<

Kolaymıdır baba olmak…kolaymıdır anne olmak. Üstelik de yaşadığımız bu zaman diliminde kolaymıdır ebeveyn olmak?

Hayatta beklenen en güzel haberlerden biri, anne ve babanın duyduğu; „biz bir çocuk bekliyoruz“ haberidir. Bu mutlu haberin beraberinde getirdiği sorumluluk duyguları bizi biraz olsun düşündürse de… sevindiğimiz bu mutlu haberin hayatımız boyunca ağırlığını koruyacağı bir gerçektir. Yaratılışın mucizesi olan bu duruma hazırlanmak için önümüzdeki 9 ay olan zaman bize fırsat verecektir. Kendimizi bu mucizeye hazırlamak için; bu mucizenin bize tanıdığı olanak; „yaratılış mucizesindeki mucizeye ortak olabilmemizdir.“

Annelik bekleyen anneler için gelecek aylar her gün biraz daha zor günler olacaktır. Kendisini iyi hissetmediği günler, hormon değişimleri ve daha bir çok zorlukların beraberinde getirdiği değişimler… anne olmak sevincini engellemeyecektir.

Bir anneden tüm gücünü vermesini isteyen o doğum günü, annelerin en güçlü olması olduğu gündür. Tarif edilemeyecek sancılara katlanan anne, bebeğini kucağına aldığı an mutluluğun tadını tatmanın sevinciyle çektiği ızdırapları unutabilmesi, ayrı bir mucizedir.

Doğum sonrası sağlığına kavuşan Anneyi uykusuz gecelerin beklediği aylar takıp edecektir. Bu zorlu görevi nasıl başarabileceğinin verdiği düşünceler onu gündüzleri de yalnız bırakmayacak, bazen de karamsarlığa itecektir.

Aradan geçen bir kaç aydan sonra, bu zor günler yavaşça arka plana doğru çekilirken… her gün yeni ve farklı mucizeler ortaya çıkmaya başlayacaktır.

Büyüyen bebekle gözleşme anları başladığı anlar devreye girerken, gelişmekte olan Çocuğun beyni, etrafında olup bitene ortak olma zamanı gelmiştir. Anne ve babasını, kardeşlerini tanıyabilmek, seslerini ayırt edebilmek çağı ayrıca hissedilen bir mutluluk zamanıdır.

Bu değişimlerle başlayan bir yaşam, insanın oluşumunda atılan ilk temel taşlardır. Yaşama hazırlanış dediğimiz bu kısa zaman, çocuğun geleceği için verilen ilk yatırımlardır. Anne ve babaların çocuklarına verebilecekleri en sağlıklı „azık çantasının“ hazırlandığı zamandır bu dönem.

Çocuğun ilk güldüğü an, anne ve babalar için unutulmayan hatıralardır. Daha sonra oturabilmeye, kalkmaya, sürünmeye başlayan çocuk, anne ve babanın yardımları sayesinde kendisini güvenlik içerisinde hissederek hayata daha güvenli adımlarla devam edebilmeyi öğrenecektir.

Çocuğun ilk oyuncağa uzanmak, kolunu kaldırıp bir şeyler yapmak , yataktan alınmak istediği zaman geldiğinde, sevgi ve şefkat hissedebildiği anlar başlamıştır. Kendisine söyleneni anlamasa dahi, hissettiği sevgi şefkat duyguları onu bulunduğu ortamda güvenli ellerde olduğu kavramının ilk başladığı anlar olmakla; … >>ben bu ailenin bir üyesiyim<< bilincini oluşturduğu önemli gelişim anlarıdır.

Zamanın akımıyla ilk kelimeleri söylemeye başlayan çocuk, anne babayı da bazen şaşkınlığa düşürecektir. Sesli ortamlarda söylemeye çalıştığı yarım kelimeler tam anlaşılamadığı için, … annemi dedi, yoksa babamı dedi tartışmaları da, anne ve babanın mutlu anları olacaktır.

Çocuğun diş çıkarma zamanı geldiğinde, uykusuz gecelerin yeniden başladığı günler devreye girecektir. Çocuk için bu zor ve sancılı günler, anne ve babanın sabır ve şefkat vereceği en önemli zaman dilimidir.

Çocuğun 3 – 4 yaşları çağı anne ve baba için zor zamanlardır. Çünkü; çocuğun deney yapma zamanı gelmiştir. Denenmesi ne olursa olsun, bir şeyler yapma zamanıdır artık. Salondaki mobilyalara tırmanmak ilk deneyleri arasında olsa da, bu yeterli olmayacaktır. İlginç bulduğu ne varsa denemek isteyecektir. Pencereden bakmak, annenin mutfak bıçağını tutabilmek bunların arasındadır. Çocuğun bu çağı, anne ve baba için alarm sinyallarının kırmızı olduğu anlardır.

Farkında olmadan geçen zaman, çocuğumuzun yaşamında önemli değişimin başlayacağı günü getirmiştir artık.

Okula başlangıç

Önce güzel bir okul çantasına ihtiyaç vardır. Arkasından güzelim elbiseler, ayakkabılar alındıktan sonra evde ilk provalar yapılmaya başlanır… mutlu anlar yaşanır.

Anne ve baba için yeni görevlerin başladığı zamandır bu zaman. Çocuğun geleceği için atılan bu adımlar, en önemli adımlardandır. Anne ve babanın bu hayata hazırlık günlerini küçük görmeleri yapacakları en büyük hatalar olur. Çünkü; bu andan itibaren yapılan en ufak bir hata, çocuğun geleceğini etkileyebilen unsurlar arasında olacaktır.

Çocuğun üstlendiği görevler ise, her gün dahada artacaktır. Sadece okul dersleriyle kalmayacak olan bu eğitim çağı, çocuğun geleceğini damgalayan günler olacaktır. Okul eğitiminin yanında etik eğitiminde öğretilmesi olan bu yaşta; anne ve baba bu ağır sorumluluğu sadece öğretmene bırakırsa ki…bir çokları böyle yapmaktadırlar; en büyük hatayı yapmış olurlar. Toplumun sosyal düzenini öğretmek ilk aile terbiyesinin >>“olmazsa olmazlarındandır“…<<

Kabul etmeliyiz ki… Çocuklar anlatılandan daha fazla gördüğüyle öğrenen bir sosyal yaratıktır. Bu nedenle ebeveynler örnek yaşantılarıyla buna öncülük yapabilirlerse, en güzel eğitimi vermiş olurlar. Bunların başında evdeki saygı ve sevgi atmosferi en önemli olanlardandır.

Geriye dönük olarak hatırladığımızda, anne ve babamızın aralarında geçen diyalogların hafızamızdan silinmediğini ve bizi öyle veya böyle bir etki altında bıraktığını hatırlarız.

Okul döneminde, aile ve okul ilişkileri en önemli olanlar arasındadır. Bu aile okul ilişkilerinde öğretmen ve aile beraberliği, çocuğun hangi derslerde daha başarılı olduğu, hangiler de yardıma ihtiyacı olabileceğini saptayabilmek ve gerekli olanları yapmak, anne ve babanın önemli görevlerindendir.

Çocuklarımızı kendimiz için değil… kendileri için yaşama hazırlayabilirsek, onlara en büyük desteği vermiş oluruz. Biz olmadan hayatlarını sürdürmek zorunda kalacaklarını, onlarda bir gün ebeveyn olacaklarını, toplumdan dışlanmadan yaşayabilmeleri için gerekli etik kavramların değerlerini öğretebilmek, anne ve babanın en önemli görevleri olduğunun bilincinde olmalıyız.

Topluma saygı vermeden saygı beklenemez kavramı eğitimin ana faktörlerinden olduğunu öğretebilmiş isek… kapımızı kimse çalmaz.

Zamanı gelmişken hatırlatmakta fayda vardır. Dünyada bu olanaklardan mahrum kalmış çocukları düşündünüz mü hiç?

10 yaşında emeğine el konan, okul nedir bilmeyen, üç kuruş için uykuya hasret kalarak çalışan milyonlarca çocuk bir kaç saat uyku ve bir lokma ekmek için çalıştırılıyorlar. Gırtlağı doymak bilmeyen, az kazançla yetinmeyen bazı kesimler… insan haklarını da tekellerinde tutmaktan utanmazlar.

Mutlu yarınlar için…sevgiyle kalın!

Mehmet Nuri Sunguroğlu

16.04.2014

DÜNYA KADINLAR GÜNÜ…SENEDE BİR GÜN MÜ ?

28177kadinlar günü>> Peygamber efendimiz Veda hutbesinde “Kadınlarınızın da sizlerde hakları vardır” dediğini neden unutanlar vardır?<<

Dövüp ağlattığımız bir çocuğa bakkaldan sakız almak gibi bir şey değil mi bu kutlamalar?

8 Mart Dünya Kadınlar Günü, tüm dünya emekçi kadınlarının kutladığı uluslararası bir gün olarak bilinmektedir. Burada sormak lazım! Emek vermeyen,emeği olmayan kadın var mı dır?

Onlar ki; yüce Allah tarafından daha fazla yetenekler ile donatılmıştırlar.

Doğurgandırlar.

Yani…yaratılışa ortaktırlar.

9 ay karnım belim demeden tüm çilelere katlanırlar.

Son anlarda ter dökerler. Doğurduğunu kucağına aldığı an, tüm acıları unuturlar. Süt verirler doğurduklarına. Okşarlar, severler canları gibi. Örtünmezler, örterler; yemezler yedirirler.

Büyütürler bir fidan gibi doğurduklarını.

Onlar ki; eşdirler, arkadaş ve yoldaştırlar, Annedir abladırlar.

Tüm cefakarlıklarına rağmen:

Yine de dövülen, sövülen, satılan, çalıştıkları iş yerlerinde taciz edilen, 12 yaşında 60 lıkla evlendirilen; …ve daha sayılamayacak kadar haksızlığa uğrayan, hatta bazı yörelerde ve ülkelerde sünnet edilen kadınların çığlıklarını duyduk, okuduk, utanç duyduk…

Başınız ağardığında yanınız-dadırlar. Saymakla tükenmeyecek kadar vefakar-dırlar. Yine de değerlerini anlamakta zorluk çeken insanlar maalesef çoğunluktadır.

Bu kadar üzücü bir durum başka hiç bir şey ile mukayese edilemez. Onun için bu güne kadar yapılan çalışmalar daha da artırılmalıdır.

Mesele ferdi mesele olmaktan çok daha öteye olmalıdır.

Her şeyden önce siyasi düşüncenin odak noktası olmalıdır bu mesele.

İş verenler düşüncelerini yeniden tanzim etmelidirler.

Aynı işi yapana aynı ücreti ödemelidirler.

Batıda ve Doğuda, Güneyde ve Kuzeyde; gelişmişliğin zirvesinde olan ülkeler dahil; kadının ezilmesine müsaade edilmemelidir. Her şeyden önce; erkeğin yaptığı aynı işi yapan kadın, aynı ücreti alması kanunlar ile tanzim edilerek takıp edilmelidir.

Eğitimde aynı şansa sahip olmalıdır kadın.

Eğitilmiş bir anne geleceğin öğretmenidir.

Bence her gün;  dünya kadınlar günü olsun…sevgiyle kalın !

Mehmet Nuri Sunguroğlu

07.03.2014

DÜNYADAKİ TÜM ANNELERİN ANNELER GÜNÜ KUTLU OLSUN!

anne022“İNSAN BİR ŞEYİN DEĞERİNİ, ANCAK ONU KAYBETTİKTEN SONRA ANLAR “ ANNELERİMİZİN DEĞERİNİ ANLAMAKTA GEÇ KALMAYALIM!

Sevgili anneciğim,

Bugün yine Anneler günü. İsteksiz ve zamansız gidişinin üzerinden, çok ama çok yıllar geçti. Sensizlikteki sensiz zaman ne kadar da çabuk geçerse geçsin, benim için hiç mi hiç önemi yok. Önemli olan bir tek şey var ki, o da gittiğin günden beri benimle beraber olman. Onun için sana çok ama çok teşekkür ediyorum.

Bugün sana yazmak, seninle dertleşmek istedim. Eminim şu an ben bu satırları yazarken, sen daha neler yazacağımı, senin için hala nasıl bir özlem ve hasret içinde olduğumu biliyor ve de şu anda beni izliyorsun. Buna öylesine inanıyorum ki!!

Bazen ne düşünüyorum biliyor musun? Sana bu düşüncem yine mantıksız ve saçma gelecek ama, yine de yazmak istiyorum.

Tanrı seni bana sadece birkaç dakika da olsa, gerçekten gösterse diyorum. Şaşırdın değil mi?? Ama bunda şaşıracak ne var ki? Ben zaten her zaman mümkün olamayacak şeylerin olmasını düşünmüşümdür. Bunu bilirsin. Hatta bazı fantazilerimin mantık dışı olduğu zamanlarda sana anlattığımda ve sorular sorduğumda bana “ Mantığa uygun olanı düşün ve söyle ki, sana mantıklı cevaplar vereyim” derdin. Hatırladın mı???

Seni çok kısa da olsa niçin görmek istiyorum biliyor musun??????

Önce, bir iki saniye de olsa sana sarılmak ve yıllardır unuttuğum,“ANNE’ CİĞİM “ sözcüğünü sana fısıldamak. Bir de, senin bizlerden ayrıldığın o günlerdeki gibi, çok genç ve güzel ve de yine neş’ eli olup olmadığının merakı var içimde.

Hatırlarsan eğer, kahkaha attığın zamanlarda gözlerinden yaş gelirdi ve ben ağladığını zannederek üzülürdüm. Çocukluk işte!!!! Ama şimdi akan gözyaşlarının neyi ifade etmek istediklerini çok iyi anlıyorum. Ne de olsa gerek sensizlikteki yalnızlığım, gerekse tecrübelerin yaratıcısı yıllar olgunlaştırdı beni.

Üzülürüm dedim de aklıma geldi. Anımsıyorum, seni üzdüğüm günler çok oldu. Ama inan ki sonradan derecesiz pişman olup, beni yatırdığın, “ İYİ GECELER” diyerek, sarılıp öptüğün ve odamdan çıktığın zaman, sessizce yaptıklarımdan dolayı üzülür, ağlardım. Bunu sana anlatmamıştım galiba?? Ama sen, zaten her zaman beni affediyor, güzel nasihatlarınla, verdiğin anlamlı örneklerle beni yapmış olduğum yanlışlıklardan ve hatalardan dolayı sonsuz bir pişmanlık içine sokup, utandırıyordun, daha doğrusu bu davranışınla beni manen cezalandırıyordun.

Yalnız bir tek şeyi bu satırlarımda sana itiraf etmek istiyorum. Seni son derece kızdırdığım, hatta çıldırttığım bir gündü.

Beni babama şikayet edeceğini söyleyerek bana tehditler savurmuştun. İlk kez karşılaştığım bu davranışının karşısında ben de çok şımarık bir tavırla sana “NASIL İSTERSEN ÖYLE YAP” dediğimi bugün bile hatırlıyorum .  Beni babama  şikayet edeceğine inanmamıştım o an. Akşam babamın beni yanına çağırarak benimle konuşmak istediğini bildirmesi üzerine son derece korkmuş , söylediği bir kaç cümlesinden sonra çok ama çok üzülmüş ve ilk kez babamın ciddi ve anlamları bakışları karşısında büyük bir mahcubiyetin altında ezilmiştim.  İşte o zaman, sadece o dakika senden nefret etmiştim ve bunu senin yüzüne de haykırmıştım. Sen ise, bunu benim çocukluğuma verdiğini ve “BİR ANNEDEN ASLA NEFRET EDİLMEZ” dediğini o kadar iyi anımsıyorum ki, hatta yıllar sonra bugün bile, o zaman  sana söylemiş olduğum bu üç kelimeyi, beni rahatsız eden bir vicdan azabı olarak içimde taşımaktayım.

İşte ben geçmişte böyle bir ben’ dim maalesef!!!

Bu saygısızlığım için senden belli bir zaman sonra, muhakkak ki özür diler, pişmanlığımı ve üzüntümü dile getirirdim. Bunu sen de çok iyi biliyorsun. Fakat ani gidişin, bu fırsatı vermedi bana.

Şimdiki ben’ i anlatmama gerek yok zaten. Beni her an görüyor ve yaşantımı biliyorsun. Yalnız seninle paylaşmak istediğim ve bugün bile hala anlayamadığım bir-iki şey var. Merak etme, bu kez seninle paylaşmak ve sormak istediklerim mantıklıca olacak.

Anne’ ciğim;

Niçin sok seven ve sevilen bazı anneler, bazen senin gibi vakitsiz ve aniden bu dünyayı terkedip gidiyorlar????????

Niçin bazı anneler çocuklarından sevgi, saygı ve ilgi göremiyorlar????

Oysa, bir annenin nasıl olursa olsun, çocukları tarafından sevilemeyeceğini, sayılamayacağını düşünemiyorum. Evet!!! Evet.. Bu tür evlatlar da var maalesef inan bana. Bunun sana ne kadar ters düştüğünü tahmin edebiliyorum. Çünkü sen bu konuda çok şanslıydın. Sen çok sevildin, hala da seviliyor, anılıyor ve yıllar sonra bugün bile kalplerimizde yaşıyorsun.

Gönül isterdi ki, tüm çocuklar hangi yaşlarda olurlarsa olsunlar, annelerini en az benim seni sevdiğim kadar sevsinler, görebildikleri veyahut da görebilme imkanına sahip oldukları annelerini yalnız bırakmasınlar.

Kimbilir!! Belki bu mutlu gün, sevgiye hasret çeken, ihmal edilen, terkedilen tüm anneler için bir sevgi ve yakınlığın başlangıcı olur.

Çünkü anneler her zaman affeden, ufacık bir çiçek ve bir kaç güzel sözcükle son derece mutlu olabilen fedakar ve asla yerleri doldurulamayacak olan eşsiz varlıklardır. Sence de öyle değil mi???

Senin bana sık sık tekrarladığın bir sözün geldi şimdi aklıma; “İNSAN BİR ŞEYİN DEĞERİNİ, ANCAK ONU KAYBETTİKTEN SONRA ANLAR “ derdin. Bu güzel ve gerçek sözün anlamını, sen gittikten sonra anlayabildim maalesef!!!!

Eğer bugün ben, sahip olduğum güzelliklerin değerini zamanında bilebiliyorsam, bunu, senin bu güzel sözüne borçluyum.

Anne’ ciğim,

Bugün sana en çok sevdiğin kırmızı güllerle gelmeyi ne kadar isterdim bilemezsin. Ama ne yazık ki, aramızdaki mesafe öylesine uzak, şartlarsa öylesine bu isteğimi engelliyor ki, buna da kısmet diyorum. Zaten sen de her zaman kadere ve kısmete inandığını söylerdin. Onun için beni anlayacağına ve bağışlayacağına inanıyorum.

Bu güzel günde sana en güzel hediyem her zaman olduğu gibi, yine en içten dualarım olacaktır. Sevindin değil mi?????????

Canım anneciğim,

Sana günlerce, aylarca, yıllarca yazsam yine de seninle paylaşmak istediğim duygu ve düşüncelerimi yazmakla bitiremem.

Sana Tanrı’ nın yanında ve yine onun sevgi ve rahmetinde sonsuz huzur diliyorum. Sana her zaman söylemiş olduğum gibi; “ANNE’ CİĞİM SENİ ÇOK SEVİYOR VE HER GEÇEN GÜN SENİ DAHA ÇOK ÖZLÜYORUM” diyorum kutlanan bu Anneler gününde.

Seni kucaklıyamıyor, öperek kutlayamıyorum çocukluğumdaki gibi. Fakat Tanrı’ nın seni taktir edip kucaklıyarak, kutlayacağına yürekten inanıyorum.

Ayrıca, o meçhul aleminizde ne kadar ANNE varsa, onlara da Tanrı’ nın sevgisini ve rahmetini diliyorum. Tüm anneler olarak hepiniz huzur içinde olun.

Yazan: Gülçin Serin-Ferum Türkiye-Kadının sesi

Sn. Gülçin Serin hanıma bu güzel yazıyı kaleme aldığı için sonsuz teşekkür ediyorum. Hayatınız her daim mutlu günler ile  dolu olsun!

******

Anneler gününüz kutlu olsun. Sevgiyle kalın!

Mehmet Sungur

ANNELERİN, BACILARIN, KIZLARIN “ANASINI AĞLATAN” ERKEKLER!

nene-hatunSizler insanlığın birer yüz karasısınız!

Sevgili okurlarım,

Bu günün kadına şiddet haberi Samsun’dan geldi. Karısını döven bir koca, kinini ve hırsını alamadıktan sonra…birde kadının üç dişini kerpetenle çekerek cezalandırmış olduğunu okuduk.

Sonra okuduk ki…bu insanlıktan nasibini almamış olan koca, savcı tarafından serbest bırakılmış. Bu nasıl bir hukuktur?…anlamak mümkün değil!

Dünyada bir daha emsaline rastlanmamış olan fedakarlığıyla bilinen Türk kadınlarının; analığı, eşliği, vatan sevgisi, din sevgisi; dostun da düşmanın da takdir ve kıskançlıkla bildiği üstün vasıflarıdır. Üstün vasıflarıdır diyoruz; çünkü: Hiçbir millet, Türk milletinin çıkardığı gibi yüksek karakterli kadınları yetiştirmemiştir.

İşgal altındaki Vatan savunmasından, tarlasındaki kazmasına kadar görev almıştır Türk kadını.

Bebeğinin üzerinden örtüsünü alıp mermiye sarmıştır, cepheye giden kağnı arabasına “öküz” olmuştur Türk kadını.

Gurbete giden kocasının, askere giden oğlunun boşluğunu, kimseye şikayet etmemiştir; yokluğunu kimseye hissettirmemiş tir Türk kadını.

Türk kadını eşine sadıklığıyla, bir iffet anıtının silueti değil, anıtın kendisidir.

Çocuğuna verdiği sütünü emzirirken göğüslerinin bozulacağını düşünmeyen bir annedir Türk kadını.

Gel gör ki; bu acımasız dünyada en çok ağlatılan yine de Türk kadınıdır. Dövülür, sövülür, kapıya atılırken kendisine bir bohçadan fazla bir şey çok görülür.

Dayağı yediğinde, Polise gider öğüt alır. Savcıya gider; “ne yaptın da kocan seni dövdü ” ilk soru olur.

Irzına geçilir, “rızasıyla” oldu diyenler daha inandırıcı olur hakimin karşısında.

Kimse sormaz ki…henüz 13-15 yaşlarındaki çocuğun rızası bir savunma delili olabilir mi?…diye!

Kimse sormaz ki; yirmi yıllık, otuz yıllık ev kadınının hatası ne olabilir ki? Dayaktan sonra bir de kerpetenle dişleri çekilerek cezalandırılmasının sebebi ne olabilir?…diye!

Kimse sormaz ki; hiç bir vasfı olmasa dahi(?)… Allah’ın yarattığı bir insana bu kadar zulüm yapılır mı?…diye!

Döverler Türk kadınını, söverler Türk kadınına…eğitimlisine de, cahiline de. Cahili bağımlıdır, eğitimlisi mahallede kimse duymasın diye sesini çıkarmaz

Çünkü:

Biliyordur Türk kadını; bilenler de duyanlar da onun arkasında olup destek vermeyeceğini!

Biliyordur Türk kadını; yalnızlığının, dul kalmışlığının faturasını daha da yüksek ödeyeceğini!

Döverler Türk kadınını, söverler Türk kadınına…eğitimlisi de cahili de yapar bu yobazlığı.

Cahili cehaletten, eğitimlisi yobazlık ve hokkabazlıktan.

Kimisi şeriatı kalkan yapar, kimisi içtiği içkiyi taşıyamayacak kadar ahlak duvarlarını aştığından!

İnsanlar vardır, atılırlar ortaya.

Destek çıkmak isterler; vicdanlarının emrettiği sesin emrettiğini dinlerler. Gel kardeşim der. Tutar kolundan. Götürür kanun mercilerine, şikayet edeceksin der! İkna olur Türk kadını!

Götürürler savcının karşısına. Ama gel gör ki, yolda pişman olmuştur Türk kadını!

Karakolda, savcıda inkar eder başına gelenleri…!

İnek vurdu der!

Dolaba çarptım der!

Merdivenden düştüm der!

Rızam vardı der!

Sormazlar Türk kadınına:

İnek nasıl vurdu da kulağının zarı patladı?

Dolaba nasıl çarptın da gözünün tam içi morardı?

Merdivenden nasıl düştün de, dişlerinin üçü birden kırılmadan çekildi?

Otuz kişiye nasıl rıza gösterdin de, ırzına geçtiler?…diye

Savcı “çaresizdir”.(?) İfadelere dayanarak “eli kolu bağlıdır.”

Savcıya da kimse sormaz neden salıverdin?…diye!

Ve…

Salıverilirler memleketin İneklerini, dolaplarını, merdivenlerini, rızacılarını birer birer…ta ki bir daha ki öküzlerin ahırdan çıkmasına kadar!

 

Saygılarımla, selamlarımla…sevgiyle kalın!

Mehmet Nuri Sungur

 

 

BENCE HER YENİ BİR GÜN; DÜNYA KADINLAR GÜNÜDÜR!

yellow-rosHer Yıl Mart ayının 8 inde kutladığımız Dünya kadınlar günü aslında insanlığın yüz karasıdır. Dövüp ağlattığımız bir çocuğa bakkaldan sakız almak gibi bir şey değilmidir bu kutlamalar?

Sevgili okurlarım.

Orta çağı arkada bıraktığımızı iddia etsek bile bunun ne kadar inandırıcı olduğundan şüphe etmemek mümkün değil.

Kadını bir obje olarak görenlerin ne kadar da bu kötü bir zihniyyetin esaretinde olduklarını düşünmek dahi insanı yoruyor. Ne kadar acı bir gerçektir ki; ezilen insanların ezildiklerinin anısına özel bir gün tahsis edilmiştir. Aslında çok utandırıcı bir durum değilmidir böyle bir günün oluşmasına sebep olan nedenler?

Bu sorun sadece bir ülke ya da milletin sorunu olmadığını biliyoruz. Dünyanın her tarafında çeşitli şekillerde kadınlarımız ezilmektedir. İnsan ticaretinden alın da, sünnet uygulamalarına kadar insana ve insanlığa yakışmayacak kadar utandırıcı olan bu lanet olası baskı son bulmadığı süre, insanlığın vicdanı azaptan kurtulamaz.

Tabii ki bu durum genel olarak görülmemelidir. Ancak; bir İslam ülkesi olarak ülkemizdeki kadının uğradığı şiddet akla hayale sığmaz hale gelmiştir.

Her yıl Mart ayının 8 inde kutladığımız Dünya kadınlar günü aslında insanlığın yüz karası olarak kutlanmalıdır. Dövüp ağlattığımız bir çocuğa bakkaldan sakız almak gibi bir şey değilmi bu kutlamalar? 

8 Mart Dünya Kadınlar Günü, tüm dünya emekçi kadınlarının kutladığı uluslararası bir gün olarak bilinmektedir. Burada sormak lazım! Emek vermeyen,emeği olmayan kadın varmı dır?

Peygamber efendimiz Veda hutbesinde:  “Kadınlarınızın da sizlerde hakları vardır” dediğini neden unutanlar vardır?

Dünya kadınlar gününün tarihine bir göz attığımızda, ne kadar üzücü olduğunu görmekte zorluk çekmeyiz. Zorluk çekebileceğimiz tarafı ise, günümüzde dahi bu utandırıcı olaylar hala devam etmesidir!

Yaşamın bir hak olduğunu; bu hak tüm İnsanlar için geçerlidir ilkesi uygarlığa giden yoldur!…

Tüm olumsuzluklara rağmen…ezik ve buruk bir yürekle gününüz kutlu olsun diyorum!

Tüm sevgiler; tüm saygılar sizlerin olsun!

Mehmet Nuri Sungur

07.03.2013

CEVAHİR HANIM

yalnizlik

Yazan: Gülçin Serin

Çoğu zaman ani verilen kararların en iyi ve en doğru kararlar olduğuna inanmış, neticede ise
yanılmamışımdır. Kimbilir belki bu yanılmayışlarım, tesadüflerin bana duyduğu bir sempatinin
eseri olmuştur. Bilmiyorum.
Bu kez de noel tatilinden faydalanmak için son anda Frankfurt’ a, hem de trenle gitmeye karar
vermiştim.
Nedense çocukluğumdan beri, kışın hertarafın karlarla kaplı olduğu o sessiz beyazlıktaki tren
yolculuğu, bana öylesine büyük bir mutluluk verir ki…
Tren istasyonuna geldiğim zaman müthiş bir kalabalıkla karşılaştım. Sanki bütün Hamburg
benim gibi noel tatilini Frankfurt’ da geçirecekti. Kısa bir zaman sonra trenimiz geldi. O korkunç
kalabalık arasında nasıl olduğunu anlamadan, kendimi trenin içinde buldum.Gözüme ilişen
ilk kompartımana zor attım kendimi. Nihayet bir yer bulabilmiştim. Elimdeki küçük valizimi
yerleştirdikten sonra, yerime oturdum. Artık yolculuğum başlayabilirdi.
Cevahir hanımı da bu seyahatim esnasında, aynı kompartımanda tanımıştım.
Orta boylu, şişmanca bir yapıya sahip, samimi, sevecen, esmer bir kadındı Cevahir hanım.
Kırsal bir kesimden geldiği, buralarda yaşamadığı ve de hal ve tavırlarından, tipik bir Türk
kadını olduğu daha ilk bakışta belli oluyordu.
Tren henüz hareket etmişti ki, “Affedersiniz, Türk müsünüz?” diye sorduğumda
“Evet yavrum Türk’ üm derken, ürkek bakışlı gözlerindeki o mutluluk ifadesi, gerçekten
görülmeye değerdi.
“Ben de Türk’ üm “ dedim ve birbirimize iyi yolculuklar dileyerek yolboyunca yapacağımız
sohbete, biraz da olsa, yol açmış olduk.
Adının CEVAHİR olduğunu söyledikten sonra şakacı bir tavırla “ Adımın daha modern bir ad
olmasını isterdim doğrusu” diyerek, hoşlandığı birkaç ismi sıraladı.
Birara, hızla gitmekte olan trenin penceresinden o sessiz beyazlığa bakarak dalıp gitmesi ,
bende konuşmayı pek sevmeyen bir insanmış hissini uyandırmış olmasına rağmen, onu tetkik
edebilmem açısından da, güzel bir fırsat yaratmıştı benim için.
Gözlerinden, geçmişte çok acılı ve çileli bir yaşam geçirmiş, darbe üstüne darbe yemiş bir
insan olduğu öylesine kolay okunuyordu ki. Yüzündeki derin ve karmakarışık çizgilerse,
gözlerinin bu ifadesini kanıtlayan, resimlendiren bir şahit gibiydi adeta.
Seyahatinin nereye olduğunu sorduğumda, birden o an, bilmeyi çok arzu edip, bilemediğim
düşüncelerinden uzaklaşarak, “Frankfurt’ a oğlumu ve hiç görmediğim torunlarımı görmeye
gidiyorum “ demesi üzerine ben de, “ herhalde epeyce kalır hasret giderirsiniz” der demez,
“Ah keşke uzun kalabilsem nerde o günler ? Oğlumun dediğine göre, gelinim sadece bir
hafta onlarda kalabileceğimi söylemiş. Evleri küçük olduğu için, beni daha uzun bir süre
ağırlayamazlarmış.
Ne yapayım, o da yeter bana. Oğlumu görmeyeli epeyce zaman oldu. Sonra tekrar
memleketime döneceğim. Alman gelin, bizimkilere benzemez. Buna da şükür” diye yanıtladı
benim kısacık sorumu.
Bir an kendi kendime “ Keşke sormasaydım “ diyerek, pişmanlık duydum. Ama iş işten
geçmişti. Birazcık konuyu değiştirmek için, “ Hamburg’ da nerede kaldınız?”diye sorduğumda
“ Hamburg’ da yirmi yıldır yaşayan bir kızım var. Kocası pek hayırlı sayılmaz. Üç oğlunun hatırı
için o adamı çekiyor. Yoksa bugün bırakacak onu.
İçkici, kumarcının teki. Onlarda da sadece üç gün kalabildim. Zaten damadım pek misafir
sevmez. Ama ne yapacaksın, hiç değilse kızımı ve torunlarımı görebilmek için, damadımın
kabalıklarına ses çıkarmadım” derken gözlerinin dolduğunu gördüm.
Artık hiçbirşey sormamaya karar vermiştim.
Bir iki saat sonra sohbetimiz, O’ na hiçbir soru yöneltmeden, kendi kendine hayatını kendisinin
anlatmasıyla epeyce koyulaşmıştı.
Geçmişini öylesine duyarak, öylesine hissederek anlatmaya başlamıştı ki, sanki yıllarca içinde
biriktirdiği, kimseye açıklayamadığı acılarını, gerçekleştiremediği arzularını, isteklerini daha
doğrusu gizli sırlarını birisiyle paylaşabilecek fırsatı, ilk kez bulmuş gibiydi.
Hikayesini anlatırken, bir ara 65 yaşında olduğunu söyleyince, şaşkınlığımı yüzümden
farketmiş olacak ki, “ Çok daha yaşlı gösteriyorum değıl mi?” demek lüzumunu hissetti.
Karşısındakilerin bu tür şaşkınlıklarına alışkın olduğunu ifade eden bir tavırla, anlatımına
devam etti. O günlerini tekrar yaşadığını hissettim.Anlattıklarının o kadar çok tesirinde
kalmıştım ki, ben de onunla, o yıllara birlikte gidip, o’ nun yaşadığı o günleri karşıdan seyrettim
sanki. Öylesine duygulanmıştım ki, ne söyleyeceğimi bilemez haldeydim. Kısa bir sessizlikten
sonra, derin bir AAAHHH çekerek:
“Tahsilim olsaydı, bu hayatımı içeren bir kitap yazar, bu kitabımla da, benim gibi yaşayan ve de
yaşayacak olan tüm kadınlara bir mesaj verirdim. Hayatta şimdi tek arzum ve de isteğim budur”
dedikten sonra, gözlerinden akan yaşları, elleriyle silmeye başladı.
Yine kısa bir sessizlik oldu. Bu arada çantasından çıkardığı plastik kutunun kapağını açarken
“Evde ellerimle yaptığım böreği senin de tatmanı isterim” diyerek, bana da bir parça ikram etti.
Böreklerimizi yerken, “Çok güzel olmuş, ellerinize sağlık” diyince:
“Benim böreğim güzel olur, afiyet olsun yavrum” dedi ve dalgın bakışlarla böreğini yemeye
başladı. Yolboyunca yaptığımız sohbetimiz neticesinde, vaktin nasıl geçtiğini ikimiz
de anlayamadık. Oysa, dörtbuçuk saat sürecek bu yolculukta nasıl vakit geçireceğimi
düşünmüştüm bir gün evvel.
Bu arada, Frankfurt’ a gelmemize de çok az bir zaman kalmıştı zaten. Uzun zamandır görmediği
oğlunu göreceği için duyduğu mutluluk ve heyecanını, hareketleriyle, konuşmasıyla ve
gözlerindeki pırıltıyla öylesine belli ediyordu ki..
Nihayet trenimiz Frankfurt garına girmişti. Beraberindeki ufak valizini ve küçük siyah çantasını
aldıktan sonra, sıra vedalaşmaya gelmişti. O an beni içten kucaklayarak, O’ nu yol boyunca
dinlediğim için duyduğu mutluluğu, benim gibi bir insanla karşılaştığı için çok memnun
olduğunu ve beni herzaman hatırlayacağını söylemesi, beni çok ama çok duygulandırmıştı.
Cevahir hanımın mutluluğunu ifade eden bu sözlerini, en önemlisi bunları söylerken, dikkatimi
çeken o yüz ifadesini ömrümce unutmayacağım diyebilirim.
Trenden indiğimiz zaman, kendisini karşılamaya gelen oğlunu görünce, o an sevinçle, hüzünü
birarada yaşadığını hissettim.
Kendi kendime dedim ki, “Sadece üç gün Hamburg’ da kızının yanında misafir olup, hasret
gideren, oğlunun yanında ise, yalnızca bir hafta kalmasına müsaade edilen bu CEVAHİR ANNE,
çektiği bunca üzüntü ve hasretten sonra, acaba birdaha nezaman çocuklarını ve torunlarını
görebilecek? Veyahut ta, birdaha onları görebilme fırsatını bulabilecek mi?
Ben bunları düşünürken, o oğluna sarılmış, mutluluktan hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.
İstasyondan çıkmak üzere yürümeye başladım. Çıkış kapısına yaklaştığımda, arkama son kez
baktım. Cevahir Hanım ve oğlu yoklardı.
İşte o an, en kısa zamanda Cevahir Hanımla yaptığımız yolculuğumuzla ilgili bir yazı
yazacağıma karar verdim.
SEVGİLİ CEVAHİR HANIM
Frankfurt’ ta güzel geçen bir kaç günden sonra, yine evimdeyim.
Şu anda ben sizin için bu satırları yazarken, siz neredesiniz, ne yapıyorsunuz ? Bilemiyorum.
Öyle zannediyorum ki, o küçük evinizde yine yıllardan beri paylaştığınız yalnızlığınızla
başbaşasınızdır.
Çok istediğiniz halde, hayatınızı bir roman olarak belki siz yazamadınız veyahut da
yazdıramadınız. Ama ben kısa da olsa, bana anlattıklarınızı sizin için birkaç dörtlüğümle
özetlemeye çalıştım.
Dilerim arzu ettiğiniz gibi, sizin geçmişinizi yaşayan ve yaşayacak ve de yaşatacaklara
sayenizde, faydalı ve uyarıcı bir mesaj olur bu şiirim.
Sevgili Cevahir hanım,
Bu şiirimi size ithaf ediyorum. Ayrıca, yaşadığım sürece sizin , anılarınızla birlikte hem
kalbimde, hem de düşüncelerimde CEVAHİR HANIM olarak yaşayacağınızı da belirtmek
istiyorum.

CEVAHİR HANIM
Yaşamak istedim ben de, ilkbaharımı gönlümce,
Tattım o ürperten heyecanı, ilk kez sevince.
Dövdüler “Gönül benim karışmayın” diyince,
“Utan utan ahlaksız” dediler.

Okuyup doktor olmak, hastalara koşmak istedim,
Arkadaşlarımı kendim seçerim diye ümidettim.
“İsanlara şifa vermek istiyorum” diyince,
“Erkeklerede mi? Asla olmaz GÜNAH” dediler.

Evlendirdiler çocuk yaşta, istedikleri insanla,
Yaşadım tüm azabı yıllarca, tekme ve tokatla.
“Dayanamıyorum, baba evine gideceğim” diyince,
“Namus mes’ elesidir, katlanacaksın” dediler.

Büyüttüm çocuklarımı, hergün akan gözyaşlarımla,
Yoktu ki imkanım, dertleşeyim gerçek dostlarımla.
İsyan edip, “Ölmek istiyorum” diyince,
“Sabırlı ol, cehenneme gidersin” dediler.

Böyle geçti tüm yaşamım, baskı ve işkenceyle,
İsterdim herkes gibi yaşamak, sevmek ve sevilmekle.
“Çok zormuş bu yaşta çekilen yalnızlık” diyince,
“Kendi aptallığın, bunu haketmişsin” dediler.

Öğrendim herşeyin yanlışlığını, doğruluğunu,
Vaktin artık çok geç, dostlarınsa olmadığını.
Kendi kendime “Yaşa artık şu son günlerini” diyince,
Karşıkoydu organlarım “ Biz yorgunuz” dediler.

Anlattım işte size gerçek hayatımı,
Lanetliyorum haksızlıklarla cezalandırılmamı
Bir kez geliyor insan, yaşam hakkıyla dünyaya
Değmez hiç bir şey, bunca azap ve ağlamaya

Feda etmeyin cahil insanlar için hayatınızı
Gerçekleştirin tüm istek ve renkli rüyalarınızı
Her insanın hakkı var dilediğince yaşamaya
İnanmayın olmayacak ayıplara, asılsız günahlara

Anlattım işte size, gerçek hayatımı,
Lanetliyorum, haksızlıkla cezalandırılmalarımı,
Bir kez geliyor insan, yaşam hakkıyla dünyaya,
Değmez hiçbir şey, bunca azap ve ağlamaya.

Feda etmeyin cahil insanlar için hayatınızı,
Gerçekleştirin tüm istek ve renkli rüyalarınızı.
Her insanın hakkı var, dilediğince yaşamaya
İnanmayın olmayacak ayıplara, asılsız günahlara.

Gülçin SERİN- Hamburg

ANNEME BABAMA SONSUZ MİNNETTARIM, ÇÜNKÜ YAŞIYORUM!

20-01-13Bir doğum günü olması için önce doğmak gereklidir. Bu öyle kolay değil artık yaşadığımız zaman diliminde. “İyi ki varsın…” diyerek kutladığımız doğum günlerinde “iyi ki varsın” söylerken ne kadar isabetli bir cümle kullandığımızı düşünürmüyüz?
Bana her doğum günümde “iyi ki varsın” diyen dost ve akrabalarıma teşekkür ederken, içimden önce Allah’a şükrederim; beni kulları arasına layik gördüğü için. Daha sonra içimde bir hüzün oluşur; annemi babamı hatırlarım ve dua ederim ki(!) “iyi ki onlarda vardı” diye. Beni doğmadan öldürmemiştiler. Zamanın şartlarında doğmamı engellemek için bir an dahi düşünmemiştiler. Ya şimdilerde?
Yaşadığımız çağımızda milyonlarca çocuk, henüz dünyayı görmeden yaşamını kayıp etmektedir ve hiç bir zaman “iyi ki varsın” cümlesini işitmeyeceklerdir. Çünkü onların hayata gelebilmesi için vesile olan ebeveynler sorumlu oldukları bu hayatların değerini bilmekten mahrumlar. Yaşadığımız çağda; çocukları Leyleklerin getirmediğini artık çocuklarda biliyor. Tıp dünyasında ön tedbirlerin alınabilmesi için her türlü imkanlar mevcut olmasına rağmen…ana rahmine düşen çocukları aldırmak için kapı kapı dolaşan, Dr. arayan insanları anlamakta zorluk çektiğimi itiraf etmeliyim. Zorluk çekiyorum…ve sormak istiyorum; ana rahminde olan bir çocuk artık yaşamaya başlamıştır. Nasıl bir düşünce olmalıdır bu düşünce ki(?)…yaşamaya başlayan öz çocuğunun yaşamına son vermek için böyle bir seçim yapabiliyor.
Özgürlüğün “sonsuz” olduğunu düşünen bireyler, zevki sefası için sorumsuzca yaptıkları birleşmelerden doğacak olan çocuklarına sahip çikacak yerde onları öldürmeyi yeğledikleri, bence bir katliamdır.!
Afrika’da misyonerlik yapan Katolik kilisesinin papazları ve Katolik kilisesinin başı olan Papa, doğum kontrolünde ön korumaları yasaklıyor. Milyonlarca kontrolsüz doğan çocuklar açlık ve sefalet içerisinde ölüme terk edilmektedirler. Aids hastalığının önüne bir türlü geçilemeyen Afrika ülkelerinde…kontrolsuz birleşmelerin birinci sebep olduğu bilinmektedir.
Halkının bilinçsizce nufus artımında izlediği tutumunu önlemek için, Çin Halk cumhuriyeti yıllardan beri iki çocuk politikasını kanunlarla yönetmektedir. Demektir ki… doğmasını istemediğiniz yaşamın, yaşamaya başlamadan önce tedbiri mümkündür.
“İyi ki varsınız” sevgili dostlarım…!
20.01.2013

BU GÜN BAYRAMDI ANNE; SENİ ÇOK ÖZLÜYORUM …!

Anneciğim!
Her gün bir başka yönünü özlüyorum Senin!
Bu gün yine farklı bir özlem var içimde.
Duygularımla sarmaş dolaş olmuş bir özlem.
Hıçkırıklara bürünmüş bir şeyler var dilimde.
Bir acı burukluk;
Bir özlem çağrısı var kalemimde.
Sarı saçlarını özlüyorum Anne!
Mavi gözlerini özlüyorum Anne!
Senin zarif endamını…
Şakrak gülüşünü özlüyorum Anne!
Bak Anneciğim!
Bu gün bayramdı yine; kutlama günüydü.
Oysa…
Ben Seni her gün kutluyor; her gün özlüyorum Anne!
Oyalı çemberini,
Basma keten fistanını,
Rize işi peştamalını,
Çizgili keşanını özlüyorum Anne!
Sıcak dokuların hala yanaklarımda.
Ninni şarkıların saklı duruyor kulaklarımda.
İnciler bitmedi yanaklarımda.
Verdiğin süt,
Değdiğin öpücük,
Yıllardır susmayan hıçkırık,
Hala dudaklarımda Anne!
Anneciğim!
Yıllar ne kadar çabuk geçmiş.
Farkında olmadan erimiş zaman.
Mevsimler, yıllar; kaybolup gitmiş.
Bıraktığın boşluk hala dolmadan.
Sen…!
Sensiz geçen bayramların özlemisin Anne.
Sen….!
Duygularımda yeşeren hasretimsin Anne.
Sen…!
Başımın tacı, gönlümün Sultanısın Anne.
Sen…!
Benim veli nimetim;
Üstümde kanat tutan Meleğimsin Anne.
Sana “senede bir bayram değil”…
Bin bayram yetmez Anne.
…Anneciğim;
Benim tatlı meleğim… Bayramın kutlu;
Mekanın cennet olsun!
Mehmet Sungur
26.10.2012

BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN; SEVGİYLE KALIN!…