BUGÜN BİR DOST GELSE KABE ELİNDEN

dost

 

 

 

 

 

 

 

 

 

***

 

 

Bugün bir dost gelse Kabe elinden

Varsam gitsem dergahına gül ile

Sorsam ki destur var mı gönül sultanım

Destur var mı dergahında dil ile

***

Hayırlı olsun Ramazan ayının devamı…

Mehmet Nuri Sunguroğlu

16.06.2016

BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN!

HAYATTA EN ZOR OLAN, KIRILAN KALBİN TAMİRİDİR.

kalp”Kalp kırmaya tek bir söz yeter ama, kırılan kalbi tamir etmeye ne bir özür,ne de bir ömür yeter.”

Geçenlerde yine özüme inerek düşünceye dalmıştım.Acaba ne zaman ve nerede kimin kalbini kırmışımdır diye. Kırdığım bir kalp var sa…tamiri için neler yapmışım. Yani bilanço gibi bir düşüncenin derinliklerine daldım. Sonuç olarak vardığım neticeyi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Yaşamım boyunca; davranışlarıma,sözlerime,sosyal ilişkilerime her zaman dikkat eyledim. İnsanları kırmamayı, kırılsam da; asla kırmamayı ilke edindim. Bazen bilmeyerek de olsa birilerini kırdıysam ve o kırdığım insan bunu bana hatırlatırsa, vicdan azabı bana zaten yeter.

O insanı tekrar kazanabilmek için şartlar ne kadar zor olsa da yine de denemeyi göze alırım. Bunu büyük bir ustalıkla yapamazsam da…en azından bir çırak gibi denemekten kaçınmam.

Bir kalbi kırmak kadar kötü bir şey olamaz. Kalp; duygularımızın, düşünce ve kişiliğimizin odağı olan, insanı insan yapan beynimizin halk dilindeki odak noktasıdır. Sevginin pınar olarak aktığı, duygularımıza ev sahipliği yapan bu hassas yapıyı yıkmak, kişinin benliğini yıkmaktan başka bir şey değildir.

Ülkemiz son yıllarda zor bir dönemden geçmektedir. Bir çok maddi olanaklar eskisiyle kıyaslanamayacak kadar iyi olmasına rağmen, insanlarımız şükür etmesini unutmuş gibi bir tablo sergiliyor. Bundan daha kötü olanı ise, geçmişteki olmazsa olmaz olan değerlerimiz erozyona uğramış gibi her gün biraz daha „toprağından“ kaybetmektedir.

Altmışlı yılların sonlarında Avrupa’da gençliğin baş kaldırışıyla başlayan bu kültür ve değer erozyonu günümüzde eski rağbetini kaybetmiş olsa da, etkinliği devam etmektedir.

Biz ve bizim gibi gelişmekte olan ülkeler, batı kültürünün etki alanında bulunmaktayız. Bunun çok değişik sebepleri mevcuttur. Yaşadığımız teknolojinin sunduğu medyasal etki bunların ilk sıralarındadır. Ayrıca sosyal paylaşım Siteleri kültürümüzü negatif olarak etkilemekte olduğuna her gün şahit olmaktayız.

Gençlerimiz Türkçeyi düzgün yazmaktan çok uzak bir öğrenim almışlar. İnsanlara hitap türleri kabul edilemeyecek kadar kaba. Bir çok yazıları okuduğumda utanç duyuyorum. Küfürlü yazılar, hakaretler ve sövmeler artık normal olarak kabul ediliyor gençler arasında. İşin zor tarafı ise; bunları uyarmaya da çekiniyor insan. Çünkü nasıl bir reaksiyon ile karşılaşacağının hesabını yapmak mümkün değil.

Alt yapısı yeterli olmayan bir eğitim, kullandığımız teknolojinin yan etkilerini görmemizi engellemektedir.

Değişen bu kültür anlayışı insana verilecek değer ölçülerinin çitasını sürekli aşağıya çekmektedir. İnsanın en değerli yaratık olduğunu unutur gibi oluyoruz ve bununla beraber yüce Allah’ın yarattığı kalbi kırabiliyoruz.

Peygamber efendimiz şöyle buyurmuş: Bir kalbi kırmak, Kabeyi 70 defa yıkmaktan daha fenadır.

Günümüzün insanı daha gerçekçi, daha soğuk, sosyal ilişkiler hep karşılıklı çıkarlar ile donanımlı.

Kalp kırılmış, kırılmamış, dostluklar bitmiş, bitmemiş önemli görülmüyor artık. Önemli olan o günü kar ile kapatabilmek. Dostum bana küsmüş, küserse küssün, onun bileceğidir ”mantığı“ hakim günümüzün insanlarında.

Bence en güzeli geçmişte olan ve bir çok gayret ile kazanılan dostluk değerlerine sahip çıkmaktır.

Bir birimize daha saygılı, daha hoşgörülü yaklaşabilmek, hepsinden önemlisi kişilere karşı içimizdeki o kör olası “ön yargıyı” yok edebilmek. Toplumsal barışı ve huzuru istiyorsak bunlar çok önemli unsurlardır.

Bir kalbi kırmak, senelerce ibadet ve zikir sevabının hepsini alıp götürür. İslamiyet öyle bir dindir ki, başka inançları olanların dahi kalbini kırmayı yasaklamıştır.

Saygı ve sevgilerimle…

Mehmet Nuri Sunguroğlu

20.11.2014

TEŞEKKÜRLER! – THANKS! – DANKESCHÖN! – GRACİAS! – GRAZİE! –MERCİ!

Çubuklu köyü İnternet dünyasında 38.000 ziyaretçisine hoş geldiniz söyleyebilmenin onurunu yine sizlerle paylaşmaktan gurur duymaktadır.

Mart 2011 den itibaren aktif yayına başlayan Çubuklu köyü Web sayfası; bu kısa bir zaman diliminde tüm dünyadan sitemize ilgi duyan ziyaretçilerine ve okuyucularına  teşekkür etmeyi ve müteşekkir olduğumuzu  iletmek istiyoruz.

Dünyanın tüm Kıtalarından Web sayfamızı ziyaret eden ve yorumlarını yazanların katkıları bizim için gelecekteki çalışmalarımızda ard edilmeyecektir.

Alttaki bağlantıyı açarak Çubuklu köyü Web sayfasını ziyaret edenlerin kimler ve hangi ülkelerden olduklarını görebilirsiniz.

https://cubuklukoyu.wordpress.com/wp-content/uploads/2012/01/c3a7ubuklu-kc3b6yc3bc-web-sayfasi-2011-raporu.pdf

Hepinizi sevgi ve saygı ile selamlıyoruz

Mehmet Sungur

www.cubuklukoyu.wordpress.com

English

Our village Çubuklu köyü is proud to be able to share you, that we have achieved in the shortest time Worldwide 38,000 visitors. We began publication March 2011. In this short time have exceeded our expectations were, but we want to thank all visitors and visitors!
If you want more recognized, please click that link below!

https://cubuklukoyu.wordpress.com/wp-content/uploads/2012/01/c3a7ubuklu-kc3b6yc3bc-web-sayfasi-2011-raporu.pdf

Regards

Mehmet Sungur

Deutsch

Unserer Dorf Çubuklu köyü ist stolz darauf Ihnen teilen zu dürfen; dass wir in kürzeste Zeit Weltweit 38.000 Besucher erreicht haben.

Unserer Veröffentlichung begann März 2011. In diesem kurze Zeit sind unserer Erwartungen übertroffen wurde, dafür wollen wir uns bei alle Besucher und Besucherinnen herzlich bedanken!

Wenn Sie mehr wiesen  wollen, bitte klicken Sie dass unten angegebene link!

https://cubuklukoyu.wordpress.com/wp-content/uploads/2012/01/c3a7ubuklu-kc3b6yc3bc-web-sayfasi-2011-raporu.pdf

Grüße

Mehmet Sungur

Español

Nuestro pueblo Çubuklu köyü se enorgullece de ser capaz decompartir lo que hemos logrado en el mundo de tiempo más cortohasta 38.000 visitantes.
Comenzamos la publicación marzo de 2011. En este corto tiempohan superado nuestras expectativas eran, pero queremos dar las gracias a todos los visitantes y los visitantes!
Si desea más reconocido, por favor haga clic en ese enlace de abajo!
https://cubuklukoyu.wordpress.com/wp-content/uploads/2012/01/c3a7ubuklu-kc3b6yc3bc-web-sayfasi-2011-raporu.pdf

Saludos

Mehmet Sungur

italiano

Il nostro popolo Çubuklu köyü è orgogliosa di essere in gradodecompartir quello che abbiamo realizzato nel mondo del tempocortohasta 38.000 visitatori.
Ha iniziato la pubblicazione nel marzo 2011. In questo brevetiempohan superato le nostre aspettative erano, ma vogliamoringraziare tutti i visitatori e gli ospiti!
Per ulteriori riconosciuto, clicca sul link qui sotto!

https://cubuklukoyu.wordpress.com/wp-content/uploads/2012/01/c3a7ubuklu-kc3b6yc3bc-web-sayfasi-2011-raporu.pdf

Cordiali saluti

Mehmet Sungur

Française Notre peuple Cubuklu köyü est fière d’être en mesure decompartirce que nous avons accompli dans le monde du temps cortohasta38000 visiteurs.
A commencé la publication en Mars 2011. Dans cette courtetiempohan dépassé nos attentes ont été, mais nous tenons à remercier tous les visiteurs et les invités!
Pour plus reconnue, s’il vous plaît cliquer sur le lien ci-dessous!

https://cubuklukoyu.wordpress.com/wp-content/uploads/2012/01/c3a7ubuklu-kc3b6yc3bc-web-sayfasi-2011-raporu.pdf

salutations

Mehmet Sungur

….connecting world!

04 Ocak Çarşamba 2011

YILIMIZ YENİLENDİ; YA İNSANLIK… ONUN DURUMU NASIL?

Yeni yıla girerken geleceğimiz için umutlarımızı tazeledik. Dilekler tuttuk, dostlarımıza başarılar diledik; daha neler istemedik ki(?)

Bazıları sokaklarda havai fişekler atarak yeni yılı kutlarken, bir başkaları komşu akraba ziyaretlerine gitti, bir ötekiler evde kalmayı tercih ettiler.

Farklı ortamlarda olsalar bile hepsinin ortak bir dileği olmuştur. Bu hangi dilektir bilmesi kolay olmasa bile, tahmin edilebilinir diye düşünüyorum. Ben kendimce her gün biraz daha kaybettiğimiz değerlerimizin bunların arasında olduğunu tahminlerim arasında görüyorum.
Gelişen iletişim teknolojisi dünyayı küçültmeye devam ederken, insanlar reel dünyadan uzaklaşmayı tercih eder hale gelmişler. Sosyal paylaşım sitelerinde sanal bir dünya oluşturarak bu dünyadan her gün biraz daha kopmaya devam ediyorlar. Bir çokları kişiliklerini de saklayarak  sanal bir isimle dolaşmayı; anonim kalmayı tercih ediyorlar. Bir ötekiler, psikopat beynini ve ruhunu kontrol edemez halde Dr. yerine sosyal paylaşım sitelerinde sorunlarına çözüm arıyorlar. Özellikle erkeklerin kadınları rahatsız etmesi bunların başında geliyor.

Havaya ve suya ihtiyacımızın olduğu kadar informatik haberlere de ihtiyacımız olduğu bilinen bir gerçektir. Ne var ki… insan bazen haber dinlemekten de korkuyor; korkuyor, çünkü haberlerin iyisini sanki bizden “saklıyorlarmış” gibi geliyor insana. Bir başlıyor haberler; tabii bağırarak (TRT. hariç) insanın üzülmemesi imkansız.

Nerede ve kimler kaç kişi ölmüştür?  “Arap baharı rüzgarları” kaç kişinin ölümüne sebep olmuştur? Trafikte ne kadar zayiat var, gizli kameralar yine kimleri gözetlemiş, kimlerin telefonları hukuk dışı dinlenmiş, teröristler yine ne kadar evladımızı şehit eylemiş, daha bir çok haber „zenginliği“ evlerimize kadar her gün taşınmakta. Hele bir de magazin haberleri; sanki olmazsa olmaz gibi bizlere sunulmaktadır…(!)

Dış haberlere gelince; onlar daha da düşündürücü…

Sovyetler birliğinin dağılmasıyla bozulan askeri denge dünya politikasına nasıl da damgasını vurduğuna 2000 lerden beri hepimiz şahitiz. Sayısını bilemediğimiz insanların hayatını kayıp ettiği Afganıstan ve İrak savaşları günümüzde yaşadığımız aktif savaşlar arasında belleğimizde kalacaktır.

Tunus, Mısır, Libya ve Suriyede ki dişardan destekli iç ayaklanmaların aldığı ölü sayısı tahminlerin ötesine gidemeyecektir. Bu tespiti ne yazık ki boşalan silah depolarındaki listelerden elde etmek mümkün olmadığı gibi, onların yerine daha „modern“ daha öldürücü kapital sermayenin cebini doldurucu olarak üretilen silahların sayısından da anlayabilmek mümkün olmayacaktır(!)

Ya Afrika…? Somali gibi kaç tane daha aç ülke var Afrikada? Her gün binlerce çocuk açlıktan ölüyor . Silah fabrikaları bir gün üretimi durdursa dünyada açlıktan ölen çocuk kalmazdı.

Ya ülkemiz?

Yıllardan beri yaşadığımız terör olayları? Dışardan ve içerden destekli PKK.? Başta kredi kartları olmak üzere vatandaşı yeteri kadar aydınlatmadan sunulan servisler(!) Sorular bitmiyor ki; Pandoranın kutusu gibi açınca arkası gelmiyor; insan bir an „insanlığın tedavülden“ çıktığını düşünüyor.

Medyamız ise kendi başına bir çelişki içerisinde; eğitici programları mercek ile arar hale geldik. Bizleri…özellikle genç dimağları nasıl da etkilediklerini görmek insanın gelecekteki umutlarını karamsarlığa döndürüyor.

Ya seyircimiz; onlar ne yapıyor? Hiiiç…sofrada ne varsa yenilir misali sunulanı seyrediyor. Biraz kaba olacak ama… bazıları “tekrar” olarak verilenin üzerine yazılan “Özet” kelimesinin yalnış yerde kullanıldığının farkında bile değiller; üzücü ama…maalesef gerçek. Dünyanın hiç bir ülkesinde kendi diline bu kadar acımasız davranan başka bir millet düşünemezsiniz.

Ya geleneklerimiz…bizleri bağlayan, sosyal düzenimizi oluşturan „yazılmamış“ kanunlara ne oldu?

Hepsi birer birer, yine yazılmayan kanunlarla tedavülden kaldırılıyor. Yerlerine konulan yazılmış kanunlar ise hangi ölçüye dayanılarak biçilmiş olduklarını da anlamakta zorluk çekiyoruz. Bir çoklarını AB hevesimizden ötürü yürürlüğe koyarken sormayı unutuyoruz; „bu kanun bizim aile yapımıza uygunmudur“ diye…(!)

Eskilerde Otobüste trende, bir büyüğümüze yerimizi vermeyi bir onur olarak addederdik; şimdi? …bırakın yer vermeyi, ayaklarını dahi toparlamak ihtiyacını hissetmeyen bir gençlik yetiştiriyoruz. Bir an düşündüğümüzde; insanlığın kendi kendini nasıl da biterdiğini düşünmekten kendimizi alamıyoruz. Bu bozulan sosyal düzenin çeşitli sebeplerinin başında şükür etmesini unuttuğumuz, batının unuttuğuna biz yeni olarak özendiğimiz, hatta bazı konularda kraldan daha kralcı olmamız geliyor.
Bütün buları ve daha bir çok şeyleri anlamakta zorluk çekiyoruz. Çekiyoruz… çünkü biliyoruz ki; tazelenmiş yeni Yıl da eskisinin devamı olacaktır. Yine cellatlar olduğu kadar kurbanlarda olacak ve insanlığın bunu engellemesi şöyle dursun; aksine, yangına ateşle koşar gibi davranacaktır ve masalarda ki harıtalar üzerinde hesaplar yapılacaktır; nerede ve ne kadar petrol, ham madde vardır diye. Bazen şükrediyorum ki…bizim ülkemizde göze çarpacak petrol kuyularımız yok diye.

Ve bunların yanında doğa felaketleri, mevsimlerin alışılagelmişin dışında oluşmaları; bunda da insanlığın payı az değil. Çevreye püskürttüğümüz kirletici maddeleri sadece gözümüzden uzaklaştırıyoruz, atmosferi bozarak geriye dönmelerinin hesabını yapmaktan aciziz. Sanayimiz sanki kontrolsüzmüş gibi bir durum var; derelerimizde kirlilikten balık görmeye hasret kaldık. Oturum alanlarında arıtma tesislerinin sayısı yeterli olmadığı için ülkemizde haklı olarak bir “Fosseptik” çukuru kanunu vardır; gel gör ki uygulanmasında zorluk görülür, kontrolsüz lağımlar derelerimize akar, akar gider…! Neyse ki… doğa felaketlerine katlanmanın en azından bir tesellisi var. Yukarıdan geldi ne yapalım diyoruz. Ya insanların insanlara yaptıklarına nasıl bir sebep bulabileceğiz. Ne koyalım bu insanlık dışı yapılanların adını?

Ya sevmek, sevebilmek, sevilebilmek?

Nezaket kurallarımızı, karşımızdakine davranmamızı? Unutmuşuz bunları… Sevinebilmeyi unutmuşuz; sanki doymuşuz her şeye. Midemizin doyumu, giydiğimiz kıyafet, aldığımız oyuncakların doyumu esas açlığımızı gideremediğini bilmiyoruz. Esas ihtiyacımız olan eğitimi dilden bırakmayız; teknik öğrenimlerimizi eğitim olarak kabulleniriz. Öğrenimin bir teknik bilgi edinmek olduğu gözümüzden kaçtığı için, onu “eğitim ve aile” terbiyesi ile karıştırırız…maalesef(!)

Eskilerimiz hatırlarlar; yolda giderken tanımadıklarımıza da selam verirdik; şimdi selam verirken yanımızda şahit arıyoruz; olur ya adam „küfretme“ diye çıkışabilir korkusu var içimizde. Çünkü yazılı kanunlarda selam vermek mecburiyeti yoktur(!)

Sokakta yolun ortasından yürüyeni korna çalarak ikaz etmekten korkar hale geldik; adamın nasıl reaksiyon göstereceğinden korkuyoruz…ya „küfrederse“… o zaman ne olacak?
Ya kazancımız karşılığında yaptığımız harcamalara nasıl cevap bulabiliriz? 5 kuruş kazanıp 10 kuruş harcamakla nereye gittiğimizin hesabını nasıl vereceğeiz?

Binlerce şükür olsun yüce Tanrı’ya, ülkemizde iyi şeylerde oluyor.  Oluyor da, kötü yapılanların ağırlığı fazla geldiği için iyileri düşünmeye zamanımız kalmıyor.

Allah’tan neyi ne zaman ve nasıl isteyeceğimizi bir öğrenebilsek belki yardımcımız olurdu.
Noel babadan neyin nasıl isteneceğini çocuklarımız nasıl olsa “bedava“ öğreniyorlar.
Saygılarımla
Mehmet Sungur
01 Ocak 2012 Pazar

YENİ YILINIZ KUTLU OLSU!

 

Her geçen yıl bir iz bırakır arkasında
Gönüllerden silinmeyen izler
Mutluluklar, umutlar
Acılar, burukluklar
Bazen sevinç, bazen hüzün
Yanağımızdan dökülen
Iki damla tomurcuklar
İleriye…öne doğru; eğilmeden!
Umutlarımızı umutsuzluğa
Sevgimizi hicrana
Dostluğumuzu hüsrana
Döndürmeden
Mesafe olsun alnımızla
Göğsümüzün arasında.
Dik tutalım başımızı
Diklenmeden
Eğilelim
Eğilmeden
Gülelim
Bazen zor olsa bile
Umutlarımızı Kaybetmeden

Mehmet Sungur

31. Aralık 2011

SİNAN SUNGUR: ÇUBUKLU KÖYÜ İNTERNET SİTESİ – BİR BAŞARININ ÖYKÜSÜ

Yazan: Sinan SUNGUR

Merhaba değerli okurlarım.

Aylardır yazamadığım köşemde aylar sonra bir yazı kaleme alayım dedim. Spor yazılarım ve köyümüzü ilgilendiren yazılarım sitemizde yayınlandı. Okuyucu olarak yazılarımı okuyan kişilerin sayıca çokluğu beni hayli sevindirdi. Hatta telefonuma ulaşıp, şöyle yazsaydın daha iyi olurdu diyenler de oldu. Hepsine ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

Yazılarımı o anki haleti ruhiye içerisinde yazdığımdan,  ufak tefek imla hatalarının dışında fazla ca bir hatamızda olmadı diye düşünüyorum. Tüm yazılarımda asla kişileri eleştirmedim ve asla ferdi düşünmedim. Her zaman olayları toplumsal boyutta değerlendirip, ona göre yorum yapmaya çalıştım. İyiyi ve güzeli siz değerli okuyucularımın takdirine bırakmayı yeğledim.

Bu günkü yazımı kendimize, yani Çubuklu köyü İnternet sitesinin başarısına ayırdım. Yapmış olduğumuz çalışmaların bir değerlendirmesini yapmanın zamanı geldi diye düşünüyorum. Kısa zamanda çok iyi işler yaptığımızın inancındayım; yine de takdiri siz sevgili okuyucularımıza bırakıyorum.

Özellikle sitemizin kurucusu sayın Mehmet Sungur büyüğümüze ne kadar teşekkür etsek azdır. Muhteşem bir başarı grafiği yakaladığı için kendisini tebrik ediyorum.  İşine verdiği ehemmiyetin meyvalarını her gün görmekteyiz. Köyümüzün sitesi sadece köyümüzün insanları tarafından değil, tüm dünyadan ziyaretcilerimizin olması bizleri köyümüz adına gururlandırmaktadır.

Çubuklu köyü İnternet sitesi kurucumuz Mehmet Sungur, köyümüzün İnternet sitesindeki çalışmalarının yanında daha bir çok genç kuşaklara da internet konusunda yardımcı olması ve onlara zaman ayırması ayrıca ifade edilmelidir. Çok kısa bir  zamanda; bu satırların yazıldığı şu an Çubuklu köyü sitesinn ziyaretci sayısı sayacı, 31.374 rakamını göstermektedir.

Kendisine sorduğumda; bu müthiş başarının sırrı nedir diye; verdiği cevap çok mütevazi idi; şaşırtacak kadar alçak gönüllü ve başarısının farkında değilmiş gibiydi.

Her şeyden önce o mütevazı karakteriyle soruma şöyle cevap verdi. Nasıl anlatsam ki… beni anlayabilesiniz diyerek anlatmaya başladı.


Öncelikle köyümü ve köylümü çok seviyorum, hatalarıyla
sevaplarıyla. Bunun yanında uzun yıllar köyümden uzaklarda yaşadım ve köyüme özlem duydum. Şimdi emekli olarak köyüme döndüm ve köyüme uzun yılların birikimi olan bilgilerimi ve tecrübelerimi vermek istiyorum. Köyümüzün gelişen teknoloji çağında en ilerde olması başlıca emelimdir. Genç kuşakları aşılamak, başarının gökten dizlerimize düşmediğini, ona ulaşmak için belirli kriterlerin olmasının zorunlu olduğunu anlatmak için.

Bu kriterlerin başında; bilgi birikimi çok önemli olmasına rağmen  yeterli değildir. İnsanları „kucaklayabilmek“ önemli bir faktördür. Dünya milletleriyle, örneğin hiç yüzünü görmediğiniz insanların güvenini kazanabilmek çok önemlidir. Küçük kareli düşünmeden, yani; köyümüzü köyümüze hapis etmeden, onu dünyaya açmaktan korkmadan hareket etmektir. Düzgün bir Türkçe ile yazabilmenin yanında yabancı dilleri de değerlendirmek kalitenin artısıdır.

Bakınız…bazı arkadaşlar sadece köyümüzü yazmamı öerdiler. Bunu kabul etmem imkansızdır. Ben eğer sadece köyümüzü yazsam ne olur ki…? Çok kısa bir zaman içersinde; tüm fındık ocaklarını saysam bile bana en fazla bir ay tutar. Sonra benim amacım sadece köyümüzü köylümüze anlatmak değil ki. Köyümüzden örnek bir ses çıkması, başka site sahiplerine de örnek olması bence çok önemli bir duyurudur köyümüz için.

Bakınız; Çubuklu köyü sitesi çok geniş bir yelpaze üzerine kurulmış bir sitedir. Köyümüz hakkında her şey yer almaktadır, Çocuk sayfasına kadar. Bizim her şeyimiz var. Sağlık, hukuk, tarih köşelerimiz, inaç dünyamız, e-kitap içeren sanal kütüphanemiz, sosyal konular, kadın hakları, insan hakları, edebiyat… ne bileyim burada saymakla bitmez.

Sırası gelmişken; buradan sn. Avukat Mehmet Akyol’a hukuk köşesi yazıları için teşekkür etmek isterim. Tabii ki tüm yazar arkadaşlarıma da ayrıca gönülden şükranlarımı iletmek istiyorum.

Bana ve köyüme yazılarıyla verdikleri destek için; başta Ayşegül Karayel hanıma, ulusal yazarımız sn. Hocam Ferruh Sidar beye, köyümüzün genç kalemi sevgili Merve Bayraktar hanıma, tabii ki sana özellikle teşekkür etmeyi bir borç bilirim.

Tabii ki tüm ziyaretçilerimize, yazılarımızı okuyanlara, yorum yazanlara gönülden teşekkürlerimi iletmek isterim. Kendilerinden en büyük ricam; yorumlarını esirgemesinler; eleştiri ise eleştiri, taktir ise taktir…ama yazsınlar; benim için değil köyümüz için!

Şunu da eklemek istiyorum. Çubuklu köyü kendi sayfasının dışında bağlantılı olduğu diğer sosyal paylaşım siteleri; facebook, twitter, myspace, yahoo ve messenger de paralel olarak yayınlanmaktadır

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz; başarılarımız geleceği daha iyi yapabilmenin ilk adımları olmasını Allah’tan dilerim.

Evet sevgili okurlarım, Mehmet Sungur ile Çubuklu köyü sitesini daha saatlerce konuşabiliriz; diyorum ki… en iyisi siteye giderek yerinde görmek daha iyi olur.

Hepinizi saygı ve sevgi ile selamlıyorum!…

Kalın sağlıcakla

Sinan Sungur

09 Aralık 2011 Cuma

DOSTLUĞUN CİNSİYETİ OLMAZ, DOSTLUK KARDEŞLİKTİR,DÜRÜST OLMAKTIR

Kategori-1)
Yaşadığımız dünya farklı kültürleri almış insanlarla dolu. Bu insanlar sosyal paylaşım sitelerinin de birer parçası olmuş. Seçmek kolay değil bu insanların hangi beyinlerle donatıldığını. Akşama kadar içi boş film izleyenlerde, kahve köşelerinde oturanlarda, hayatında eline bir kitap almayanlarda bu toplumun içerisinde. Bu toplumun içerisinde akademisyenlerimiz, aile terbiyesini almış, mektep medrese görmüş, aylığının bir miktarını her ay kitap almaya ayırmışlar da var.
Var! …
Daha bir çok karakterler ile donatılmış; negatif ya da positif olanlar var. Bütün bu insanlar kendi halinde bir tehlike oluşturmayanlar, her biri kendi imkanları doğrultusunda toplumda yer alıyorlar ve almalıdırlar. Kişisel imkanlarını kabul eyledikleri süre, hepsine hoş geldiniz diyebilmekten kaçınmamalıyız.
Kategori- 2)
Fakat, bir de bunların arasında kendisinin, her şeyi iyi bildiğini iddia edenler, bir dostunuzun duvarına yazdığınız iki kalem kelamın ne olduğunu bilmediği halde kırk yoruma bölenler, bir dostluktan başka hiç bir ifadesi olmayan çiçek gönderisini çeşitli yorumlarla zihinlerinde büyüterek farklı düşünenler, karşı cinsiyetlerin merhabalarını potansiyel olarak “başka ne olabilir ki” diye yorumlayanlar var.
Var!
Cehennem azabının en ateşlisinin, suçu olmayanları suçlamak olduğunu bildikleri halde yalan yalnış düşünceler ve dış görünümüyle insanları yargılayanlar var. Aşağılık duygularını yenemeyenler, kendisine öz güveni olmayanlar, kıskananlar, arsızlar, hırsızlar cehaletin esaret olduğunu bilmeyenler var. Bilmediği konular üzerinden vaazlarını beyinlerimize adeta tokmakla dövercesine işlemek isteyenler var. Kullandığı klavyenin üreticisine, klavyesini kullanarak küfredenler var. Üyesi olduğu sitenin kurucusunun kim olduğunu bilmediği halde, sitenin demirbaşı olmayı isterken sitenin sahibi ve kurucusuna lanet okuyanlar var.
Var efem…daha neler var; saymakla bitmeyecek kadar kişilikler var.
Ben mi kimlerden korkarım?
Kategori- 2 de toplananlar toplumun en tehlikeli olanlarıdır; ben onlardan korkarım. Çünkü onlar emniyeti açılmış silaha benzerler, ne zaman ve nerde patlayacaklarının hesabını yapmak zordur.
Dostluğun dostluk ve kardeşlik olduğunu ve onun cinsiyeti olmadığını anlayan tüm dost ve arkadaşlarıma dostca selamlar ve sevgiler!

Kalın sağlıcakla…
Mehmet Nuri Sungur
05.12.2011 00:26:08

İNSAN BİR AN DÜŞÜNÜNCE, NELER GELMEZ Kİ AKLINA(?)

Yaşamı boyunca neleri unuttuğu gelir insanın aklına.

Kendini unuttuğu gelir insanın aklına.

Gençliğinde düşürüp yitirdiği kalbi gelir insanın aklına. Sonra onu nerede ve nasıl bulduğunu hatırlar…ama yine de unutur  onu göğsünden düşürdüğünü. Unutur düştüğünde sert zemine çarparak nasıl da kırıldığını…unutur işte.

Kalbinin de bir kalbi olduğunu, onunda gönlü olduğunu unutur insan. Onu nasıl ve kimlere emanet ettiğini…onunla nasıl öyle insafsızca oynandığını unutur insan.

Yaşadığımız dünyada unutmaktan başka daha neler istemez ki insan?

Ama bırakmaz ki bizi;  kalabalık insanların yaşadığı, ekmek kavgası için koşturduğu, zamanı dilimlere bölen, geç kalma korkusunun bir an olsun etkisinden kurtulamayan, yüksek kaldırımlarda yürüyen, bir tutam ekmek parası için kağıt mendil satan insanların ortak kaygısı…bırakmaz ki bizi.!

Daha neler gelmez ki insanın aklına?

Hayattan beklentilerinin olduğu gelir insanın aklına. Beklentilerini nasılda  arkası arkasına sıraladığını hatırlar insan… Uzaklara dalan hüzünlü gözlerinin sakladığı gizemli bakışlarının eşliğinde unuttuklarını yeniden hatırlar insan;…Ve sonra görür ki; onlarda unuttuklarının arasında kaybolmuşlar!

Senden hiç yüz çevirmeyen insanlar istemiştin yaşamında! Boş söz ve yalan söylemeyen,unuttuğun yanlarını hatırlayan insanlar istemiştin dünyanda. Hani O düşürdüğün kalbin vardı…onu yeniden bulmana yardım edecek birisini istemiştin. Akşamleyin iş dönüşü hoş kokulu bir evin kapısında bekleyen birisini istemiştin. Bir fincan kahve eşliğinde gönlünü açabilecek bir dost istemiştin… Onlar gelir aklına!

Sonra neler neler gelmez ki aklına!

Çocukluğunda oynadığın, aynı sınıfı paylaştığın, komşunun bahçesinde beraberce kiraz ağacına nasıl tırmandığın, elmanın dalını nasıl kırdığın, seni öğretmene şikayet eden arkadaşın gelir aklına. Aklına gelir ilk oynadığın tiyatro. Aklına gelir o kocaman Sınıf. Doluydu, seyirciler oturacak yer bulamamışlardı. Sen oynayacaktın. Hem de tek başına oynayacaktın. Öğretmenin öyle istemişti; seni seçmişti. Çeketini ters giyecektin. Kostüm olacaktı. İki haftada 120 sayfalık kitabı virgülüne kadar ezberleyecektin. Ve o büyük gün senin günündü… Sahneye “Yangııııınnn vaaaaaarrr” diye bağırarak girecektin…ve arkasından 3 hafta stresten hasta yatacaktın. İşte hep bunlar gelir aklına!

Aklına gelir ilk askerlik günlerin, ilk aldığın mektup gelir aklına. İzine gelirken otobusün lastığının patladığı dahi gelir aklına.

Aklına gelir O ateşli politik kavgalar, karşılıklı kirletmeler, her birinin ötekinden daha fazla bağırmaya sarf ettiği enerjiler gelir aklına. Aklına gelir fakir fukaranın bir dilim ekmek için nelere katlanmaya hazır olduğunu gördüğün günler. Aklına gelir insanın insana eğilmesine müsaade eden rejimler. Aklına gelir rejime rağmen saltanat havası ile yönetenler. Sabahleyin radyodan dinlediğin haberlerdeki ihtilaller…neler gelmez ki aklına insanın; hele bir düşünmeye başlamasın!

Hep aklına gelir; karşı kavgaları bıkmadan devam ettirenlerin bir an olsun beraber ağladıklarını gördüğün. Bir çemberin etrafında toplandıklarını, vatan millet bölünmez diye nara attıklarını, ve sonra… bunu nasıl politik malzeme olarak kulladıkları… hep aklına gelir bunlar!

Aklına gelir yıllar önce insanlık ve eğitim uğruna sürgüne gönderilenler, hahpishanelerde çürümeye terk edilenler. Namık Kemal’ler, Nazim’ler;  daha kimler, kimler!

Ve aklına gelir nelerin ne de çabuk değiştiği. Daha dün yazdığı şiirler için hapishanelerde ziyaretcisine müsaade edilmeyenler gelir aklına.

Daha neler gelmez ki insanın aklına… bu gün aynı hapishanelere avukatlar elini kolunu sallayarak girdikleri, talimatlar alarak kuryelik yaptıkları gelir insanın aklına.

Aklına gelir okuduğun büyük gazete manşetleri. Arka sayfaların spordan magazine nasıl kaydıklarını hatırlarsın. Hatırlarsın arka sayfaların magazin haberleri için yeterli olmadığını. Ön sayfayı da “özgür hanımların” foteğraflarına ayırdıklarını; hep hatırlarsın…!

Aklına gelir: Dünya genelinde şiddet karşıtı ve ırksal eşitlik görüşleriyle tanınmakta olan Martin Luther King’in  Washington’a yürüyüşünü; Abraham Linkoln anıtı önünde ezilen Afro-Amerikalıların doldurduğu meydanda: « I have a dream that my four little children will one day live in a nation where they will not be judged by the colour of their skin, but by the content of their character. »…diye seslendiği.
Aklına gelir o cümlelerin ülkemizde “sadece” Türkçe’ye çevrilmekten başka bir işe yaramadığı! “Benim bir rüyam var!” diyerek başlayan ve: « Bir gün, dört çocuğumun da derilerinin rengi ile değil de kişilikleri ile yargılanacağı bir ülkede yaşayacaklarına dair bir hayalim var. »…dediğini!

Hatırlarsın günümüzü nasıl da o günden görebilen Martin Luther King’in: “Ahlaki değerlerde gerçekleşecek gerçek bir devrimsel değişim fakirlik ve refah arasındaki çarpıcı zıtlık üzerinde rahatsız edici bir şey olacaktır. Bu değişim, hakli bir kızgınlıkla denizin öbür tarafında bakacak ve Batı’nın kapitalist bireylerinin; Asya, Afrika ve Güney Amerika’ya o ülkelerin sosyal gelişmesini hiç kaale almadan sadece kar etmek amacıyla büyük miktarda paralar yatırdığını görecek, ve şöyle diyecektir: “Bu hiç adil değil.”…dediğini!

Hatırlarsın çocukluğundaki “O” kocaman hayallerini, barış türkülerini, kol kola yürümek istediğin toplumu.

Hepimizi kucaklayacak olan vatan millet sevdasını. Kavgalardan arınmış bir dünya milletlerinin olmasını, tarafsız ve adaletli bir milletler topluluğunu hayal ettğini hatırlarsın.

Aklına gelir “O” kocaman soru, altında her gün biraz daha ezildiğin, kalbini sızlatan, bazen sana göz yaşı döktüren “O” kocaman soruyu hatırlarsın ve sorarsın kendine… Biz niye kavga ediyoruz?…diye!

Biz niye kavga ediyoruz? Neyi kimin ile bölüşemiyoruz? Neden o senin bu benim Cami sidir diye ayırım yapıyoruz? Neden politik kavgaları silip atamıyoruz yakamızdan? Neden parçalanıp bölünerek parçalayıp yönetenlere imkan tanıyoruz? Neden uğrunda hep beraberce kan döktüğümüz bu ülkeyi beraberce yönetmek yerine onu bölmeye çalışan dış güçlere fırsat veriyoruz? Neden eşitlik prensiplerini hiçe sayıyoruz?

Aklına gelir bütün bunlar! Ve sonra aklına gelir “O” büyük hayalin, imkansız görünen ama imkanı olabilecek “O” büyük düşüncen.

Bu toprakların üzerinde barış ta mevcuttur… neden olmasın diye kendine sorduğun “O” büyük hayal aklına gelir.

Ve aklına gelir onun nerede ve nasıl kayıp edildiğini bir türlü hatırlayamadığını…

Evet sevgili dostlarım! İnsan biraz düşününce, neler gelmez ki insanın aklına?

Selamlarımla, saygılarımla…sevgiyle kalın!

Mehmet Nuri Sungur

BİR DOSTUMUN İSYANI – İNSAN HADDİNİ BİLMELİDİR

Dün, 16 kasim 2011 Çarşamba; öteki günler gibi akımı belli olan bir gün. Sabah kahvaltısı; arkasından işi olan işine, olmayan bir başka işle meşgul olmaya çalıştığı bir gün. Bir çok arakadaşlar serbest meslek sahibi olmasından ötürü, gününün nasıl geçeceğini kendisi tayin edebilmek özgürlüğünün tadını…bazen de acısını kendisi tayin edebileceği bir gün. Avrupa’da yaşayan ve çalışan bir dost kardeşimiz olan Nurdan Yiğit arkadaşımız da bu özgürce çalışmanın tadını da acısını da çok iyi bilen; hayatın içersinde ve onu medeni yaşayan bir kişilik.
İş yerine geldiğin de ilk işi etrafa bir göz attıktan sonra, belki bir Fincan kahve eşliğinde İnternet’i açarak dünyada ne var ne yok diye bir göz atarken, üyesi olduğu Facebook sayfasına da bir göz atmayı yeğler. Kişiliğinin ona verdiği karakter, onu hiç beklemediği bir haber ile karşılaştırır. Haberin özünü bilmiyorum ama… ne olduğunu bilmekte bir zorluk olmadığını biliyorum. Nurdan hanım bir seviyesi düşük tarafından rahatsız edilmişti. Nurdan hanımın o an ne düşündüğünü sadece tahmin edebiliriz; ama ne hissettiğini asla aynen hissedemeyiz. Üzgünlüğünü ve nefretini dile getirmek için altta ki yazıyı duvarında paylaşır. “Yapıştırır”!

Buyurun!

Nurdan Yiğit:
Arkadaşlarımın sayfalarındaki beylere sesleniyorum!!
Facebook’un da içine ettiniz; ne anliyorsunuz bir resme bakarak, dürtmek, mesaj atmaktan? Belki ben körüm, belki ben sakatım!
Bir resimden neler cikarıyorlar? Of ya fenalik geldi… benim sayfamdaki insanlar gayet seviyeli ve tanıdığım arkadaşlarım; eklerim… keyif benim…! Birde kızıyorlar eklemiyorsun diye; herkes haddini bilsin…!
Diyor Nurdan Yiğit…
Evet beyler! İnsan haddini bilmelidir! İnsanı insan yapan almış olduğu terbiyedir, öğrendiği meslek ve ünvan değil.
Size güler yüz ve nezaket ile merhaba diyen bir kadın, Size aşık olduğundan, ya da sizinle her hangi bir ilişki içerisine girmek istediğinden değil, sizin de bir insan olduğunuzu düşündüğü içindir.
Sizler…efendiler! Kendisinin bu yazıdan gocunduğunu düşünenler. Hepimiz aile ve ana bacı sahibiyiz. Sizin kutsallarınızı bir başkası rahatsız ederse siz ne düşünürsünüz…bunu hiç düşündünüzmü?
Bakınız beyler!
Ben sizlere vaaz vermek niyetinde değilim. Faacebook’ta zaten yeteri kadar vaaz veren de var; belden aşağı yazanlar da var. Vaazlarınızı onlardan dinleyin. Ancak bir kaç sözüm var. Onları isteyen okur, istemeyen okumaz.
İnsan her şeyden önca haddini bilmelidir. Bu asıl terbiye, ne Dinimize aykırıdır ne de medeni bir düşünceye.
“Kendinize yapılmasını istemediğiniz bir şeyi, sizde başkasına yapmayınız” hadisi, adalet duygumuzun da gereğidir. İnsan yaratılan tüm varlıkların en değerlisidir…eğer İnsan olabilmiş ve kalabilmiş ise. İnsan olmak; farklı duyguların ifadesidir. güvenebilmektir, sevebilmektir, sevildiğini anlayabilmektir. Merhabaların şüpheye, selamların tehlikeye, gülmelerin yalnış ifadeye, dönüşmediğidir insan olmak.
Temiz duyguları kirliye döndürmeden anlayabilmenin ifadesidir insan olmak.
İnsan olmak ucuza terkedilecek sevda değildir. Bir muhabbeti dürüstce yapabilmektir
Nezaketi yalnış anlamadan, nasılsınız diyebilmektir. İnsan olmak medeni insanların
verdiği selamı kötüye kullanmadan…nasılsınız diyebilene medeni düşünce ile cevap verebilmektir. İnsan olmak her medeni insanın ihtiyacıdır. Art niyetsiz ve dürüstce…Merhaba derken insan olmanın sorumluluğunu taşımanın yükümlülüğüdür.
Kalın sağlıcakla
Mehmet Sungur
17 Kasım 2011 Perşembe