29/11/2011
tarafından Mehmet Nuri Sunguroğlu
Yaşamı boyunca neleri unuttuğu gelir insanın aklına.
Kendini unuttuğu gelir insanın aklına.
Gençliğinde düşürüp yitirdiği kalbi gelir insanın aklına. Sonra onu nerede ve nasıl bulduğunu hatırlar…ama yine de unutur onu göğsünden düşürdüğünü. Unutur düştüğünde sert zemine çarparak nasıl da kırıldığını…unutur işte.
Kalbinin de bir kalbi olduğunu, onunda gönlü olduğunu unutur insan. Onu nasıl ve kimlere emanet ettiğini…onunla nasıl öyle insafsızca oynandığını unutur insan.
Yaşadığımız dünyada unutmaktan başka daha neler istemez ki insan?
Ama bırakmaz ki bizi; kalabalık insanların yaşadığı, ekmek kavgası için koşturduğu, zamanı dilimlere bölen, geç kalma korkusunun bir an olsun etkisinden kurtulamayan, yüksek kaldırımlarda yürüyen, bir tutam ekmek parası için kağıt mendil satan insanların ortak kaygısı…bırakmaz ki bizi.!
Daha neler gelmez ki insanın aklına?
Hayattan beklentilerinin olduğu gelir insanın aklına. Beklentilerini nasılda arkası arkasına sıraladığını hatırlar insan… Uzaklara dalan hüzünlü gözlerinin sakladığı gizemli bakışlarının eşliğinde unuttuklarını yeniden hatırlar insan;…Ve sonra görür ki; onlarda unuttuklarının arasında kaybolmuşlar!
Senden hiç yüz çevirmeyen insanlar istemiştin yaşamında! Boş söz ve yalan söylemeyen,unuttuğun yanlarını hatırlayan insanlar istemiştin dünyanda. Hani O düşürdüğün kalbin vardı…onu yeniden bulmana yardım edecek birisini istemiştin. Akşamleyin iş dönüşü hoş kokulu bir evin kapısında bekleyen birisini istemiştin. Bir fincan kahve eşliğinde gönlünü açabilecek bir dost istemiştin… Onlar gelir aklına!
Sonra neler neler gelmez ki aklına!
Çocukluğunda oynadığın, aynı sınıfı paylaştığın, komşunun bahçesinde beraberce kiraz ağacına nasıl tırmandığın, elmanın dalını nasıl kırdığın, seni öğretmene şikayet eden arkadaşın gelir aklına. Aklına gelir ilk oynadığın tiyatro. Aklına gelir o kocaman Sınıf. Doluydu, seyirciler oturacak yer bulamamışlardı. Sen oynayacaktın. Hem de tek başına oynayacaktın. Öğretmenin öyle istemişti; seni seçmişti. Çeketini ters giyecektin. Kostüm olacaktı. İki haftada 120 sayfalık kitabı virgülüne kadar ezberleyecektin. Ve o büyük gün senin günündü… Sahneye “Yangııııınnn vaaaaaarrr” diye bağırarak girecektin…ve arkasından 3 hafta stresten hasta yatacaktın. İşte hep bunlar gelir aklına!
Aklına gelir ilk askerlik günlerin, ilk aldığın mektup gelir aklına. İzine gelirken otobusün lastığının patladığı dahi gelir aklına.
Aklına gelir O ateşli politik kavgalar, karşılıklı kirletmeler, her birinin ötekinden daha fazla bağırmaya sarf ettiği enerjiler gelir aklına. Aklına gelir fakir fukaranın bir dilim ekmek için nelere katlanmaya hazır olduğunu gördüğün günler. Aklına gelir insanın insana eğilmesine müsaade eden rejimler. Aklına gelir rejime rağmen saltanat havası ile yönetenler. Sabahleyin radyodan dinlediğin haberlerdeki ihtilaller…neler gelmez ki aklına insanın; hele bir düşünmeye başlamasın!
Hep aklına gelir; karşı kavgaları bıkmadan devam ettirenlerin bir an olsun beraber ağladıklarını gördüğün. Bir çemberin etrafında toplandıklarını, vatan millet bölünmez diye nara attıklarını, ve sonra… bunu nasıl politik malzeme olarak kulladıkları… hep aklına gelir bunlar!
Aklına gelir yıllar önce insanlık ve eğitim uğruna sürgüne gönderilenler, hahpishanelerde çürümeye terk edilenler. Namık Kemal’ler, Nazim’ler; daha kimler, kimler!
Ve aklına gelir nelerin ne de çabuk değiştiği. Daha dün yazdığı şiirler için hapishanelerde ziyaretcisine müsaade edilmeyenler gelir aklına.
Daha neler gelmez ki insanın aklına… bu gün aynı hapishanelere avukatlar elini kolunu sallayarak girdikleri, talimatlar alarak kuryelik yaptıkları gelir insanın aklına.
Aklına gelir okuduğun büyük gazete manşetleri. Arka sayfaların spordan magazine nasıl kaydıklarını hatırlarsın. Hatırlarsın arka sayfaların magazin haberleri için yeterli olmadığını. Ön sayfayı da “özgür hanımların” foteğraflarına ayırdıklarını; hep hatırlarsın…!
Aklına gelir: Dünya genelinde şiddet karşıtı ve ırksal eşitlik görüşleriyle tanınmakta olan Martin Luther King’in Washington’a yürüyüşünü; Abraham Linkoln anıtı önünde ezilen Afro-Amerikalıların doldurduğu meydanda: « I have a dream that my four little children will one day live in a nation where they will not be judged by the colour of their skin, but by the content of their character. »…diye seslendiği.
Aklına gelir o cümlelerin ülkemizde “sadece” Türkçe’ye çevrilmekten başka bir işe yaramadığı! “Benim bir rüyam var!” diyerek başlayan ve: « Bir gün, dört çocuğumun da derilerinin rengi ile değil de kişilikleri ile yargılanacağı bir ülkede yaşayacaklarına dair bir hayalim var. »…dediğini!
Hatırlarsın günümüzü nasıl da o günden görebilen Martin Luther King’in: “Ahlaki değerlerde gerçekleşecek gerçek bir devrimsel değişim fakirlik ve refah arasındaki çarpıcı zıtlık üzerinde rahatsız edici bir şey olacaktır. Bu değişim, hakli bir kızgınlıkla denizin öbür tarafında bakacak ve Batı’nın kapitalist bireylerinin; Asya, Afrika ve Güney Amerika’ya o ülkelerin sosyal gelişmesini hiç kaale almadan sadece kar etmek amacıyla büyük miktarda paralar yatırdığını görecek, ve şöyle diyecektir: “Bu hiç adil değil.”…dediğini!
Hatırlarsın çocukluğundaki “O” kocaman hayallerini, barış türkülerini, kol kola yürümek istediğin toplumu.
Hepimizi kucaklayacak olan vatan millet sevdasını. Kavgalardan arınmış bir dünya milletlerinin olmasını, tarafsız ve adaletli bir milletler topluluğunu hayal ettğini hatırlarsın.
Aklına gelir “O” kocaman soru, altında her gün biraz daha ezildiğin, kalbini sızlatan, bazen sana göz yaşı döktüren “O” kocaman soruyu hatırlarsın ve sorarsın kendine… Biz niye kavga ediyoruz?…diye!
Biz niye kavga ediyoruz? Neyi kimin ile bölüşemiyoruz? Neden o senin bu benim Cami sidir diye ayırım yapıyoruz? Neden politik kavgaları silip atamıyoruz yakamızdan? Neden parçalanıp bölünerek parçalayıp yönetenlere imkan tanıyoruz? Neden uğrunda hep beraberce kan döktüğümüz bu ülkeyi beraberce yönetmek yerine onu bölmeye çalışan dış güçlere fırsat veriyoruz? Neden eşitlik prensiplerini hiçe sayıyoruz?
Aklına gelir bütün bunlar! Ve sonra aklına gelir “O” büyük hayalin, imkansız görünen ama imkanı olabilecek “O” büyük düşüncen.
Bu toprakların üzerinde barış ta mevcuttur… neden olmasın diye kendine sorduğun “O” büyük hayal aklına gelir.
Ve aklına gelir onun nerede ve nasıl kayıp edildiğini bir türlü hatırlayamadığını…
Evet sevgili dostlarım! İnsan biraz düşününce, neler gelmez ki insanın aklına?
Selamlarımla, saygılarımla…sevgiyle kalın!
Mehmet Nuri Sungur
SON YORUMLAR