ÇOCUKLARIMIZIN KARNESİ BİZİMDE KARNEMİZDİR

karne[Çocuklarımıza, Öğretmenlerimize güzel bir karne tatili dileğiyle… Sevgiyle kalın!]

Bugün 18 milyon çocuğumuza karne verildi diyoruz. Kim bilir, belki de çok daha fazlasına karne verildiği bir gündür bugün? Çocuklarımızın karnesi bizimde karnemiz değilmidir? Pekiyi, iyi, orta zayıf diye okuduğumuz not dereceleri bizim de karnemizde olanlar değilmidir?

Öğretmeninden karnesini alan çocuk, eve hoplaya zıplaya geliyorsa, bizde onunla hoplayıp zıplamıyor muyuz? Boynu bükük, karnesini göstermekten çekinen çocuk ile aynı hüznü yaşamıyor muyuz? Aynı hüznü ve sevinci beraberce yaşadığımız, eve gelen karnede bizimde payımız olduğundandır.

Ülkemizde karne tatillerinde eve gelen karneyi beğenmeyen ebeveynler vardır. Bu veliler bazen o kadar ileri gidiyorlar ki; çocuklarımız intihar edebiliyorlar. İntihar eden çocuğumuzla, tüm aile, hatta tüm çevrenin bu intihar olaylarında hiç mi payı yoktur? Elbette ki direkt değil ama, ikinci kademe olarak hepimiz suçluyuz. Suçluyuz ki bizler; „çocuklarımızdan onlara veremediklerimizi“ bekliyoruz!

Komşunu çocuğu doktor olmuş, mühendis olmuş vs. sende olacaksın diyoruz. Bu anlayış yanlış ve hatalıdır. Bu ülkede herkes doktor olamaz, olmamalıdır. Toplumları toplum yapan, toplumun farklılıklarıdır. Bunu bilmek için kehanet sahibi olmaya da gerek yoktur.

Sevgili ebeveynler!

Çocuklarımıza taşıyamayacakları yükü vermeden önce, çocuklarımız bu yükü kaldırabilirler mi sorusunu cevaplayalım.

Ondan sonra çocuklarımıza ne verdiğimize bakmadan, çocuklarımızın getirdikleri düşük notlara bakarak onlara sitem, ceza vermeye kalkmayalım. Onlara belki çok şeyler vermişiz ama, asıl vermemiz gerekeni unutmuş olmamızın faturasını çocuklarımıza kesmeyelim!

Herkes her neredeyse, sandıkta mı yoksa tavan arasında mı; önce kendi karnesine bir göz atsın. Karnesini bulamayanlar ise, gitsin aynaya baksın!

Çocuklarımıza, Öğretmenlerimize güzel bir karne tatili dileğiyle… Sevgiyle kalın!

Mehmet Nuri Sunguroğlu

22.01.2016

BİLGİ VE TECRÜBELERİMİZİ GELECEK KUŞAKLARA VERMEK, BİR SOSYAL SORUMLULUKTUR!

Yılların tecrübesiyle donatılmış iş adamları ve iş kadınları başta olmak üzere, girişimcilerimiz iş dünyasındaki yaşam tecrübelerini gençlerimizle paylaşması zorunlu  olan bir zaman diliminde yaşıyoruz. Eğer küçülen dünyada artan rekabet karşısında yerimizi eşit düzeyde tutmak istiyorsak, bu iki etkenin, yani: Eğitim ve tecrübenin bir araya getirilmesi kaçınılmaz bir durumdur. …evet; olmazsa olmazlar arasında olmalıdır!

Toplumların en büyük hazinesi olan eğitim ve öğretim, kanunlarca düzenlenmiş olup bireylerin gelecekleri için sunulmuş bir anayasal hak olduğunu hepimiz biliyoruz.

Anayasamızın 42. Maddesi aynen şöyledir:

“Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz.”

Anayasal olan bu hakların vatandaşa ne derece ve kalite de verildiğini tertışmaya açmak değildir maksadım. Hepsinin muntazam olarak verildiğini kabul ederek düşüncelerimi dile getirmek istiyorum.

Gençlerimizin almış oldukları eğitim ile; gelecekte kariyer yapmak istedikleri meslekleriyle ne kadar uyumlu olabileceğidir esas sorun olan.

Ülkemizde öğrencilerimiz aktarma bilgi sistemiyle eğitilmektedirler. Yani; Öğretmenimiz ne kadar biliyorsa, geleceğin insanı da o kadar öğrenmektedir. Bu bilgi aktarımı teoriden öteye gidemediği için, tecrübe içeriği tamamen noksandır.

Ayrıca: Her gün değişmekte olan bilgi akımını takip etmenin mümkün olmadığı bir ortamda yaşamaktayız. Gelişen teknoloji bizlere bu imkansızlıkları imkanlı kılmaktadır…ama; bundan ne kadar faydalanabiliyoruz? Öğretmenlerimizi güncel seminerlere göndererek bu bilgi akımındaki yeniliklerden onların tecrübelerine katkıda bulınabiliyormuyuz?

Ülkemizde gençlerimiz okul hayatından meslek hayatına geçişlerinde, kariyer planlamalarını yaparken; meslekler hakkında yeterli bilgiye sahip olmadıkları doğal olan bir durumdur. Bu nedenledir ki; meslek seçimi yapma aşamalarında verecek oldukları kararlarda zorluk çekmektedirler.

Bu durum; çalışma hayatlarında verimsizliğe yol açmakla kalmıyor, işsizlik oranını da olumsuz yönde etkiliyor.

Geleceğimizin mimarları olacak olan gençliğimiz; meslek seçiminde tecrübesi olanların yardımına muhtaçtırlar. Bu tecrübeleri de onlara ancak aynı yoldan geçen önceki kuşaklar verebilirler. Geleceğimizin daha verimli bir iş dünyası için bu “sosyal” görevin kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum. Şimdiye kadar uygulanmakta olan; “teoriden pratiğe” geçmeyi, daha da iyi olabilmesi için “pratikten teoriye” aktarmalı olarak desteklemeliyiz.

Eğitim yıllarında gençlerimizin iş dünyası hakkında öğrenmek istediklerini okullarımızın vermesi imkansız görünse de, bu imkansız değildir. İş dünyasından tecrübeli, kaliteli ve profesyonel düzeyde görev yapan kişileri görev başına çağırmanın; hem iş dünyası için, hem de gelecek nesiller için faydalı olacağından eminim. En az ayda bir defa olsa bile, tecrübe aktarma dersleri konulmalıdır. Bu derslere iş dünyasından davetli olarak girecek olan uzmanlar dikkatle seçilerek derslere girmelidirler.

Yılların tecrübesiyle donatılmış iş adamları ve iş kadınları başta olmak üzere, girişimcilerimiz iş dünyasındaki yaşam tecrübelerini gençlerimizle paylaşması zorunlu  olan bir zaman diliminde yaşıyoruz. Eğer küçülen dünyada artan rekabet karşısında yerimizi eşit düzeyde tutmak istiyorsak, bu iki etkenin, yani: Eğitim ve tecrübenin bir araya getirilmesi kaçınılmaz bir durumdur. …evet; olmazsa olmazlar arasında olmalıdır!

 

Mehmet Sungur

30.09.2012